Dışişleri Bakanı Michèle Alliot Marie, 2010 yılı sonunda, Bin Ali'ye karşı gösterilerin en yoğunlaştığı bir dönemde Tunus'ta geçirdiği tatil konusunda Fransa sol muhalefetinin haftalarca süren sert suçlamaları nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı. Bakan, aynı zamanda sırayla Tunus'u, Mısır'ı sırasıyla birçok Arap ülkesini ve nihayet Libya'yı kapsayan devrim sürecini kavramayı başaramamasından dolayı sert bir biçimde kınandı. Nihayet Cumhurbaşkanı Sarkozy de daha üç ay önce atadığı dışişleri bakanıyla yollarını ayırmaya karar verdi. Aynı zamanda emekli ya da halen görevde bulunan bir grup Fransız diplomatın Nicolas Sarkozy tarafından yürütülen dış politikayı sert bir eleştiriye tabi tutan isimsiz makalesi Le Monde gazetesinde yayımlandı. Nihayet Fransa'nın Tunus büyükelçisi de gelişen olaylar karşısında doğru tedbiri almadığı için kınandı. Bu sıkıntının derindeki nedenleri nedir?
Öncelikle anımsayalım ki, her devletin dış politikası yürütme gücü tarafından belirlenir, diplomatlar ise hizmet ettikleri ülkenin ulusal çıkarları adına bunu yürürlüğe koymakla yükümlüdürler. Bu kural tüm devletler için geçerlidir, özellikle de dış politikanın anayasal olarak devlet başkanına "hasredilmiş alan" olarak belirlendiği Fransa için durum son derece belirgindir. Bu durum Nicolas Sarkozy'nin cumhurbaşkanı olduğu 2009'dan beri rejimin "aşırı başkanlıkçı" hale gelmesiyle daha da güçlendirildi.
Durumu ağırlaştıran etken olan Nicolas Sarkozy, defalarca tepki göstermekte yetersiz ve tespitlerinde hatalı olarak yargıladığı diplomatları aşağıladı. Burada yeni bir etken ortaya çıkmaktadır: Fransa'nın dış politikasının belirlenmesinde sorumluluğun cumhurbaşkanına ait olduğunu kimse tartışmıyorsa da, Sarkozy'nin aksine önceki cumhurbaşkanları dışişleri bakanlığının son derece kalifiye olan diplomatlarını dikkatle dinliyor, analizlerini ve uyarılarını hesaba katıyorlardı. Bunu, artık derin bir rahatsızlığın hüküm sürdüğü dışişleri bakanlığıyla ilişkilerde göremiyoruz.
Fransa'nın şu an içinde bulunduğu türbülans en önemli kaynağını Nicolas Sarkozy'nin siyasi yönelimlerinden alıyor. Öyle ki, Sarkozy'nin dünyadaki uluslararası genel gelişmelere kısmen karşıt kaldığını dahi söyleyebiliriz. Bu durum, özellikle ABD ile ilişkiler bağlamında ilginç bir hal almıştır. Fransa Cumhurbaşkanı, daha seçilir seçilmez, Washington'a hiç durmaksızın yakınlaştı ve ABD hükümetinin yani George Bush hükümetinin tezlerinin kayıtsız şartsız yanında yerini aldı. Bu tezler tüm dünya üzerindeki zararlı etkilerini iyi hatırladığımız yeni-muhafazakâr cephenin tezleriydi. Bay Sarkozy'nin, Bush'u hep eleştiren Barack Obama ABD'nin yeni başkanı olarak seçildiğinde kendisini sıkıntılı bir durumda bulduğunu söylemek bile gereksiz. Bu olgu her iki lider arasında özellikle soğuk olan ilişkilerin söz konusu durumunun nedenini kısmen açıklamaktadır.
Bu gerçek zorlukların ötesinde Nicolas Sarkozy, örneğin Fransa'nın 1966'da dönemin cumhurbaşkanı General de Gaulle'ün kararıyla terk ettiği NATO komutasına yeniden entegrasyonunu somutlaştırma sürecinde yaptığı gibi, NATO'cu politikayı geliştirmekten hiçbir zaman geri kalmadı. Bu entegrasyon temel bir hatadır, çünkü Fransa'nın uzun zamandan beri uluslar camiasında sahip olduğu sesi kaybettirecek ve kendine ait olmayan savaşların yükünü çekmesine neden olacaktır. Nicolas Sarkozy bir Batıcıdır: Fransa'nın her şeyden önce büyük insanlık ailesine ikincil olarak Batı ulusları dünyasına ait olduğunu hep unutmaktadır. Yeni cumhurbaşkanıyla Fransa vizyonunu yitirdi. Oysa, Fransa kendi cumhuriyetçi tarihiyle ancak farkını ortaya koyarak sözü dinlenir olabilir. Fransa, 2003'te ABD tarafından organize edilen Irak'ın işgaline karşı siyasi ve diplomatik bir mücadele başlattığı zaman bunu başarmıştı. O zamanlar tüm dünyada sesi duyuluyor ve dinleniyordu.
Dolayısıyla Fransa'nın, özellikle Batılı güçlerin dünyanın kalanına kendi değerlerini ve kararlarını empoze etme durumunda olmadığı bugünlerde, ikinci sınıf bir güç olmaması için gerçek bir sıçramayı başarması gerekmektedir.
Eski dışişleri bakanına bağlı hataların ötesinde, Fransa'nın dış politikasındaki sıkıntı, siyasal yönelim hatalarıyla kurumsal sıkıntıları birleştiren derin bir nedene dayanmaktadır. Daha önce 1993-1995 döneminde aynı makamı işgal etmiş olan yeni Dışişleri Bakanı Alain Juppé, gerekli olan yeniden diriliş için gerekli kişisel nitelikleri tartışmasız bir şekilde taşımaktadır. Juppé, fiili olarak dış politika alanında ayrıcalıklı yetkileri olan cumhurbaşkanı danışmanlarını işlerine karıştırmadan kendi politikasını uygulamak için cumhurbaşkanından gerekli güvenceler elde etmiş görünüyor. Bu bir ilk adımdır, şimdi gerekli olan, Fransa'nın NATO'cu durumunu düzeltmek, diplomatlara gerekli yetkileri vermek, uluslararası konularda uzman olanların çalışmalarına eskisine göre daha fazla dayanmak, nihayet medyatik politika yapmayı bırakıp içinde bulunulan tarihi anın anlamını yeniden elde etmek. Büyük program!
Zaman