Yunus Yalçın
Bugün postmodern darbe olarak tarihe geçen 28 Şubat’ın yıldönümü. 28 Şubat sürecine ilişkin geçen 14 yılda çok şey söylendi ve yazıldı. Binlerce insanın haksız yere gözaltına alındığı, tutuklandığı 28 Şubat süreci 1995 genel seçimlerinde Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin iktidara gelmesiyle başladı. Önce Anayol azınlık hükümeti kuruldu. Bu hükümetin ömrü ancak 3 ay oldu. Ardından da Refahyol hükümeti oluşturuldu. Necmettin Erbakan’ı istemeyen generaller, hükümeti yıkma girişimlerine hız verdi. Başbakan Erbakan’ın ilk gezisini Libya’nın da bulunduğu bazı İslam ülkelerine yapması orduyu fena halde rahatsız etti.
SİNCAN’DA TANKLAR YÜRÜDÜ
Dönemin ‘rütbeli gazeteciler’i de geziye yönelik adeta eleştiri kampanyası başlattı. Erbakan’ın ‘dinci kadrolaşmaya’ gittiğini iddia eden generaller, Başbakanlıkta tarikat liderlerine iftar yemeği verilmesini bahane ederek, darbe yapacaklarının mesajını açık açık vermeye başladı. Son olarak Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın düzenlediği Kudüs Gecesi, postmodern darbenin fitilini ateşledi. Bu geceyi bahane eden askerler bir gün sonra da hükümete tepki olarak Sincan sokaklarında tankları yürüttü. Tankların yürütülmesi özellikle Doğan medyası tarafından büyük destek gördü.
BİR: BALANS AYARI…
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, tankların yürütülmesini "Balans ayarı" olarak niteledi. Bazı illerde "Cumhuriyete Sahip Çıkın" mitingleriyle orduya destek verildi. Harekete geçen Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı ise Refah Partisi hakkında kapatma davası açtı. Bu süreçte yapılan MGK toplantısında hükümetin ipini çeken 18 maddelik bildiri hazırlandı. Darbe korkusuyla koalisyon ortakları yeni arayışlara girdi ve hükümet istifa etti. 28 Şubat süreci böylece başladı.
BİN YIL SÜRECEK
Bu süreçte Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’na, 28 Şubat ne kadar sürecek sorusuna “bin yıl sürecek” demişti. Açıkça olmasa da ordu darbe yaptıktan sonra özellikle dindarlara yönelik “cadı avı” başlatıldı. Yapılan operasyonlarda binlerce insan haksız yere tutuklandı ya da gözaltına alındı. 28 Şubat süreci olarak bilinen 1997-2001 yılları arasında gözaltına alınan ve tutuklanan yüzlerce kişi mahkemeye giderek, haklılıklarını ispatladı. Görülen onlarca davada, yargı, devleti tazminata mahkûm etti. İşte o davalardan birkaç tanesi:
KUTU
Dört öğrenci yüz bin lira kazandı
Bartın’da başörtüsü yasağı kapsamında İmam Hatip Lisesi’nde başörtülü kızlar okuldan uzaklaştırıldı. Bu olaydan sonra17 Nisan 2001’de İmam Hatip Lisesi’ndeki disiplin kurulu dosyaları yakıldı. Bunun üzerine 4 imam hatip öğrencisi Musa Şengül, Tuncay Tekin, Ender Maden, Rüstem Altıntaş tutuklandı. Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi bu dört öğrencinin dosyasını Bartın’a gönderdi. Burada görülen davada öğrenciler, suçsuz olduklarını okulda çıkan yangınla bir alakalarının olmadığını söyledi. Mahkeme berat kararı verdi. Üniversite hayalleri yıkılan 4 öğrenci büyük mağduriyetler yaşadı. Bu dört öğrenci haksızlığa uğradıkları gerekçesiyle mahkemeye başvurdu. Mahkeme bu dört öğrenciyi haklı bularak her biri için 25 bin lira devleti mahkûm etti.
KUTU
Anayasa ihlal edildi
Başörtüsüne özgürlük eylemine katılan öğrenci velisi Mehmet Kâhya, 4 Ekim 2002’de gözaltına alındı. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan yargılanan Kâhya, yargılandığı Kadıköy 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde berat etti. Hürriyetinin Anayasa’ya aykırı olarak haksız yere sınırlandığına hükmeden mahkeme, devleti iki bin 258 lira tazminat ödemeye mahkûm etti. Yine Marmara Üniversitesi’nde başörtüsüne özgürlük eylemlerine destek verdiği için 5 saat alıkonulan Avukat Osman Karahan, açtığı tazminat davasını kazanarak, 250 lira kazandı.
KUTU
Her saat için 100 lira
Marmara İlahiyat Fakültesi öğrencisi Abdulgafur Dirim, 30 Aralık 2001’de Üsküdar Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Cuma namazı çıkışı gözaltına alındı. Başörtü yasağına hayır eylemine katıldığı için Dirim, 7 saat gözaltında kaldıktan sonra serbest kaldı. Yapılan yargılamaların ardından 2003’te Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Dirim’i haklı buldu. Dirim’e 750 lira manevi tazminat verildi. Davanın temyizinde Yargıtay, şu kararı vermişti: “Davacı polis tarafından makul olmayan bir süre içerde tutuldu. Bu gözaltı Anayasanın 19. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi ve diğer kanunlarda gösterilen esasların dışında.”
KUTU
Kocası yüzenden gözaltına alındı…
İbrahim Korkut, 30 Ekim 2001’de terörle mücadele ekipleri tarafından gözaltına alındı. Üniversite öğrencisi Korkut, 5,5 saat gözaltında kaldı. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi, davacının gözlem altında tutulduğu süre içinde ekonomik ve sosyal olarak zarar gördüğüne karar verdi. Gözaltının haksız olduğunu ifade eden mahkeme, devleti 975 lira tazminata mahkûm etti. Sadiye Şahin ise, kocası yüzünden karakola götürüldü ve birkaç saat gözaltında tutuldu. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi’nde tazminat davası açan Şahin’e bin 428 lira tazminat kazandı.
Öğrencilere çağrı davası…
Bartın İmam Hatip Lisesi öğretmeni Tarık Sezai Karatepe, Ankara DGM Savcılığı’nın emriyle 6 Ekim 2000 yılında gözaltına alındı. Öğrencileri Milli Gençlik Vakfı’na çağırdığı için alıkonulan Karatepe, 10 saat sonra serbest bırakıldı. Serbest kaldıktan sonra mahkemenin yolunu tutan Karatepe, devlete tazminat davası açtı. Yapılan yargılamanın ardından mahkeme Karatepe’yi haklı buldu. Öğretmen Tarık Sezai Karatepe, bin 203 lira tazminat kazandı. Bu arada Karatepe hakkında 28 Şubat sürecinde birkaç dava daha açıldı. Yapılan yargılamaların ardından mahkemeler, her seferinde Karatepe’yi suçsuz bularak, beratına karar verdi.
‘Bir halk düşmanı’na berat
“Bir Halk Düşmanı” adlı tiyatro oyununda oynayan sanatçılara halk düşmanı olarak Atatürk’ü hedef aldıkları gerekçesiyle soruşturma açıldı. Soruşturma kapsamında 39 kişi hakkında Ankara 1 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava açıldı. Yargılamanın sonunda sanıkların hepsi “Halkı kin ve düşmanlığa tahrikten” 1 Mayıs 1997’de tutuklandı. Dört ay sonra görülen ilk duruşmada sanıkların hepsi berat etti. Mahkeme kararında, sanıklara isnat olunan suçu işlediklerine dair mahkûmiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilmediğini belirtti. Mahkemenin berat kararından sonra tazminat davası açıldı. Davanın sonunda yargılanan 39 kişi, 2 bin ile 4 bin lira arasında tazminat kazandı. Bu davanın faturası da devlete ağır oldu.
Karameşe çiftine 2 bin 600 lira tazminat
28 Şubat sürecinde en çok Kuran Kursları üzerinde baskı kuruldu. Yapılan operasyonlarda onlarca insan gözaltına alındı ve yargılandı. Bu kapsamda gözaltına alınan ve Jandarmaya ifadeye götürülen Rukiye Tiryaki, sadece birkaç saat gözaltında kaldı. Devlete tazminat davası açan Tiryaki, 100 lira aldı. Yine İstanbul Büyükçekmece’de Kur’an kursuna ilişkin gözaltına alınan Sadık Karameşe ve eşi Hamide Karameşe, Jandarmadaki ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. Kendilerine haksızlık yapıldığına inanan çift, devlete tazminat davası açtı. Davanın sonunda mahkeme, Sadık Karameşe ve Hamide Karameşe’yi haklı buldu. Çift, toplam 2 bin 600 lira tazminat aldı.
Kutu
Haksızlığa hesap sorma fırsatı var!
*******
Postmodern darbe sürecinde haksızlığa uğrayan yüzlerce kişinin davasını üstlenen Avukat Osman Karahan, “Devletin mağdur ettiği insanlar için çalışıyoruz. Aldığımız tazminatları hak sahiplerine veriyoruz” dedi. 28 Şubat sürecinde insanlara büyük haksızlıklar yapıldığına dikkat çeken Karahan, “O dönem vatandaşın ne olduğunu anlamadığı ev baskınları oluyordu. Tutuklamalar amaçlıydı” ifadesini kullandı. “Bir yabancı devlet başkanı geliyor” diye yüzlerce masum insanın evinin basıldığına dikkat çeken Karahan, şunları dile getirdi:
PARAYLA ÖLÇÜLEMEZ AMA…
“Baskınlarda gözaltına alınanlar günlerce işkence gördü. Örneğin parkta oturan gençler “şüpheli” diye karakollara çekildi. Kavgalarda suçlu suçsuz ayırımı yapılmadan insanlar tutuklandı. Gerçek suçlu bulunmadığında suçu en yakın sabıkalının üzerine yıkılırdı. O dönem yaşanan hukuksuzluklara hesap sorma fırsatı var.” Bu yapılan zulüm ve işkencelerin, keyfi tutuklamaların karşılığının elbette parayla ölçülemeyeceğine işaret eden Karahan, “Hiç değilse tazminatınızı alın, kendiniz harcamıyorsanız sizin gibi mazlumlara yardım eli uzatın. Ya da yardım derneklerine bağışlayın” ifadesini kullandı.
BASKILARI AZA İNDİRECEK
Tazminat yolunun hafife alınmaması gerektiğini kaydeden Avukat Karahan, “Para ödemek devlete en ağır gelen faturalardan biridir. Hak arayan ve bilinçli insanın tutuklama tazminatını tahsil etmesi baskıları en aza indirecek” diye konuştu. Karahan, “Devlet, tazminat parasını, vatandaşlara haksızlık eden polis, asker, savcı ve hâkimden rücu ile tahsil ederek onları cezalandırıyor” dedi. Avukat Karahan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Birkaç saat veya bir gece bile olsa nezarethaneye konulmuş, nezarethane defterinde kaydı olan veya cezaevine girip çıkan, savcılıktan bırakılan veya mahkemede beraat kararı verilmesi durumunda tazminata davası açabilir. Bununla birlikte ev araması sırasında eşyaları zarar gören, işkence gören, malvarlığına haksız yere el konulanların da tazminat hakları var. Yine mahkemelerde tutuklu olarak yargılanmaları 4 yılı geçen sanıkların da Avrupa insan Hakları Mahkemesi’nden adil yargılanmadıkları için tazminat alma hakları var.”
TAHSİL ETME HAKKI VAR
Devletin görevinin suçluyu masumdan ayırmak olduğunu ifade eden Karahan, “Masumların suçlu gibi görülmesi durumunda devletten maddi ve manevi tüm zararlarını tahsil etme hakkı var” dedi. Karakolda veya cezaevinde kalan bir kişinin beraat etmesi durumunda en az 400 lira tazminat alabileceğini vurgulayan Karahan, “Hatta bu paranızı almak için avukata vekâlet verirseniz avukatın ücretini de devlet ayrıca ödemektedir” diye konuştu. Haksızlığa uğrayan vatandaşları uyaran Karahan, şunları kaydetti:
BİR GÜNÜN KARŞILIĞI
“Dört gün gözaltında kalanlar için bin lira, bir aylık cezaevinde kalmanın karşılığı iki bin 500 lira, 4 ay için ise 7-8 bin lira civarında tazminat alabilir. Bu rakamlar şimdiye kadar aldığımız tazminat miktarlarından kıyas yapılarak tespit edildi. Örneğin; 4 ay hapis yatmış bir lise öğrenci için her türlü masrafı ve avukatlık ücreti dâhil 24 bin lira, bir gece nezarette kalmış bir işçi için iki bin 300 lira, 4 gün nezrette kalmış bir memur için üç bin lira, 4 gün nezarette kalmış bir terör örgütü sanığı için on bin lira tazminat aldık.”
BİZİMLE İRTİBATA GEÇSİNLER
Tazminat miktarının kişinin yaptığı işe, berat ettiği suçun ağırlığına, çektiği işkencelere veya zorluklara göre arttığına işaret eden Karahan, “Bu para alacağı her masum kişinin yattığı gün karşılığı hazinede duran bir bedeldir, almadığınız her para devlete kalmış bir para ve hesabı sorulmamış bir haksızlıktır. 10 yıl geride kalan bir olayın tazminatım da almak mümkün” ifadesini kullandı. Avukat Karahan, “Her ne sebepten olursa olsun şüpheli olarak karakolda veya sanık olarak cezaevinde kalmış ve aklanmış her kim varsa, bizimle irtibat geçsin” dedi.
*******************
Postmodern darbenin aktörleri
Türkiye’nin demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 28 Şubat postmodern darbesinin aktörleri bugün ya uyuşturucu imal etmeden ya da Ergenekon ve Balyoz gibi karanlık örgütlenmeler nedeniyle sanık, şüpheli ve tutuklu olarak adalete hesap veriyor.
İşte dönemin aktörleri:
İsmail Hakkı Karadayı: Dönemin Genelkurmay Başkanı. Postmodern darbenin bütün planlar Karadayı’nın bilgisi dâhilinde yapıldı. Darbenin öncesi ve sonrasında birçok subay fişlenerek, Karadayı’nın imzasıyla ordudan atıldı. Karadayı’yla ilgili çıkan bir ses kaydında “Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ne desem yapardı” dediği belirtildi. Orgeneral Karadayı, postmodern darbeden bir sene sonra 30 Ağustos'ta yaş haddinden emekli oldu.
Çevik Bir: MGK bildirisi yayınladığında Genelkurmay 2. Başkanıydı. Ağustos 1999'da 1. Ordu Komutanlığı’ndan emekli oldu. Batı Çalışma Grubu'nun planlayıcısı ve demokrasiye yapılan ‘balans ayarı'nın kahramanı. Bir’in emriyle 25 Nisan 1998'de Hürriyet ve Sabah gazetelerinde PKK itirafçısı Şemdin Sakık'ın ifadeleri değiştirilerek, aralarında Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand gibi gazetecilerin "PKK destekçisi" olduğu yazıldı. O haberlerde ismi geçen dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal silahlı saldırıya uğradı. Birdal, bugün milletvekili. Bir, hakkındaki iddialar nedeniyle yargılanmadı; onun yargılanmasını isteyen gazeteci-yazar Ahmet Altan mahkeme önüne çıkarıldı. Postmodern darbe sonrası, cumhurbaşkanlığına çıkmak istedi ancak başarılı olamadı. Ergenekon soruşturması kapsamında savcılara ifade verdi.
Fadime Şahin: Dönemin Aczimendi tarikatı lideri Müslüm Gündüz'ün mağdur ettiği 'genç kız' olarak basında geniş yer buldu. Daha sonra başını açan Şahin'in son olarak, “Tanık Koruma Programı” kapsamında estetik ameliyat olduğu, A.Y ismiyle yeni bir kimlik numarası aldığı ortaya çıktı. Şahin’in ayrıca o dönem darbe ortamı hazırlamaya çalışan bazı karanlık gruplarla çalıştığı tespit edildi.
Ali Kalkancı: Dönemin sahte şeyhi idi. Kalkancı, 2009 yılında İstanbul polisinin düzenlediği uyuşturucu operasyonunda gözaltına alındı. Kalkancı, büyük bir uyuşturucu fabrikasının sahibi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Şu anda cezaevinde. Kalkancı'nın ismi Ergenekon sanıklarından Zekeriya Öztürk'ün iş ortağı olarak da geçiyordu. Öztürk'ün, iddianameye de giren bir telefon konuşmasında Kalkancı için “bizim hoca” ifadesini kullandığı iddia edilmişti.
Müslüm Gündüz: Aczimendi tarikatının lideri olmak ve cumhuriyeti yıkmak iddiasıyla 15 arkadaşıyla birlikte yargılandı, 5 yıl hapis cezası aldı ve 2000'de şartlı tahliye edildi. Geçen ay Türkiye aleyhine 'Adil yargılama yapılmadı' iddiasıyla açtığı üçüncü davayı da kazandı.
Kemal Gürüz: YÖK Başkanı olarak, Milli Güvenlik Kurulu kararlarının üniversitelerde uygulanmasını sağladı. Döneminin sembol ismi Gürüz, uygulamalarıyla rektörler ve öğretim üyeleri üzerinde büyük baskı oluşturdu. Başörtüsü yasağının mimarı Kemal Gürüz de Ergenekon davasının sanığı.
Kemal Alemdaroğlu: Rektörü olduğu İstanbul Üniversitesi’nde başörtülü öğrencilere inanılmaz baskılar yaptı. O dönem rektör yardımcısı şimdi CHP Milletvekili Nur Serter ile oluşturduğu ‘ikna odaları’nda başörtülü kız öğrencilere başörtülerini çıkarması yönünde telkin ve baskılarda bulundu.
Vural Savaş: Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Postmodern darbenin hukuki altyapısını hazırlayan isim olan Savaş, Refah Partisi aleyhine kapatma davası açtı. Anayasa Mahkemesi 18 Ocak 1998'de RP'yi kapattı. Partinin mallarına el konuldu. RP lideri Necmettin Erbakan ve altı partiliye beş yıl parti üyeliği yasağı getirildi. Savaş, şimdi bazı marjinal gazete ve dergilerde yazı yazıyor.
Erol Özkasnak: Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, o dönemde basına ve yargı mensuplarına verilen brifingleri yönetti. Ağustos 2000'de emekli oldu. 2001'de verdiği röportajda "Tek bir mermi atılmadı, tek bir burun kanamadı. Tıpkı NATO'nun Varşova Paktı'nı teslim alması gibi" dedi. Özkasnak, "postmodern darbe" teriminin sahibi.
Çetin Doğan: 28 Şubat'ın her aşamasında o vardı. Ancak ismi ön plana çıkmadı. 28 Şubat’ın askerî darbe olarak gerçekleşmesini istedi. Doğan, silahlı müdahale için elinden geleni yaptı. O dönemki Batı Çalışma Grubu’nun temelini Doğan attı ve Çevik Bir ile çok yakın çalıştı. 28 Şubat sürecinde birçok andıçın altında imzası olan eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Doğan, Balyoz davasından tutuklu.
Fatih Hilmioğlu: Malatya İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu, postmodern darbe sürecinde aktif olarak görev aldı. Başörtülü öğrencilere karşı çok sert davrandı. Kemal Gürüz’ün ekibindeki rektörlerden biri olan Hilmioğlu, askerlerden aldığı talimatla çok sayıda öğrenci ve hocayı fişledi. Ergenekon tutuklusu Hilmioğlu, 2003 yılında “Ordu Göreve” pankartı altında yürüyen profesörlerden biriydi.
*********
Analiz…
***********
28 Şubatı kimler organize etti?
Avukat Cüneyt Toraman
Çok partili hayata geçtiğimiz tarihi “milat” olarak kabul etiğimiz takdirde, bu tarihten günümüze kadar “darbe düzeniyle” yönetildiğimizi söyleyebiliriz. Demokrat Parti, “iktidar” olamadan devrilmiş, darbeyi gerçekleştirenler, hukuk sisteminin en üstüne, bu sistemi sürekli kılacak bir anayasayı yürürlüğe koymuştur. Beklenmedik sorunları çözmede yetersiz kalan 1961 anayasası, 1971’de, 1982 de güncellenmek suretiyle darbenin ömrü uzatılmıştır. Darbelerin sonuncusu ve “postmodern darbe” olarak adlandırılan “28 Şubat” yürürlükte bulunan 1982 anayasanın lafzına ve ruhuna uygun olarak gerçekleştirilmiştir. 28 şubatı “arızi bir durum” olarak nitelemek, anayasal sistemin yeterince anlaşılamadığını göstermektedir.28 şubatın nasıl başladığını ve kimlerin organize ettiğini hatırlayalım. Erbakansız hükümet formüllerinin işlememesi üzerine, Erbakan’ın başbakanlığında, DYP – RP koalisyonu kurulmuş, “irtica tehlikesi” bütün ülkeyi sarmış, organizasyona, medya öncülük etmişti. Kurgu olduğu sonradan ortaya çıkan, sahte şeyh Ali Kalkancı ile Aczimendi şeyhi Müslüm Gündüz - Fadime Şahin senaryosu, en ince ayrıntılarına kadar hesaplanan, asimetrik bir psikolojik harekat yürütüldüğünü kanıtlamaktadır. Anıtkabire seferler düzenlenirken, ülkemizin en büyük sendikaları, hükümete karşı saldırıya geçmiştir. Her yıl düzenlenen Kudüs gecesi bahane edilerek Sincan’da tankları yürütülmüş, ordu devreye sokulmuştur. Ordu, yüksek yargı mensuplarına brifing verirken, mütedeyyin vatandaşlara baskı uygulanmaya başlamıştır. Sokak aralarında cadı avı başlatılmış, sakallı/çarşaflı vatandaşlarımız, sokağa çıkamaz hale gelmiştir. Başbakan Mesut Yılmaz, “siyasi hayatıma mal olsa bile” kararlılığıyla, İmam Hatip liselerinin orta kısmını kapatmış, Çapa Tıp Fakültesi’nde başlatılan başörtü yasağı, bütün üniversitelerde uygulanmaya başlamıştır. O günleri yaşayanlar, İstanbul Üniversitesi Kemal Alemdaroğlu’nun, ‘irticayla mücadele için, bilimsel çalışmalarınızı erteleyin” çağrısını hatırlayacaklardır. Bu kaba fotoğraftan hareketle, 28 Şubatın, medyanın öncülüğünde, cumhurbaşkanı, çok sayıda milletvekili, ordunun üst kademesinin tamamı, sermaye çevresi, yüksek yargı, üniversiteler ve (icazetli) sivil toplum kuruluşları öncülüğünde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.28 Şubat temsilcilerinin, 28 Şubatı takip eden ilk seçimde, (deyim yerindeyse) hezimete uğramaları, bu kesimin, burnunun ucunu dahi göremeyecek derecede kör ve içinde yaşadıkları topluma yabancı olduklarını göstermektedir.
Çok kötü bir toplum mühendisliği projesi olan 28 Şubat, AK Partiyi iktidara getirmiştir. 28 Şubat ekolünün, 2002 seçimlerinden hemen sonra, AK Partiyi devirme planlarına devam etmesi, dalga dalga devam eden, Ergenekon operasyonlarını başlatmıştır. “28 Şubatı organize edenler” ile “Ergenekon örgütü” arasındaki “organik bağ”, her ikisinin de, aynı yapının ürünü ve aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Balyoz davası, Ergenekon’un, ordu içindeki bağlantılarını önemli ölçüde ortaya çıkarmış ise de, maalesef, medya, sermaye ve yargı ayağına uzanamamıştır. 28 Şubat, devlet içinde çöreklenen “derin yapının” organize ettiği operasyonlardan sadece biridir. Bu operasyonları bir daha yaşamak istemiyorsak, bu yapının organizatörlerini iyi tanımamız gerekiyor.
Organizatörlerin yerine “görevlendirilenlerin” peşine düşecek olursak, bu kişiler (anında) gözden çıkarılacak, derin yapı, “başka görevlilerle” yoluna devam edecek demektir. Alternatifi ve yedeği bol olan bu yapı, aynı anda birden çok projeyi uygulama yeteneğine sahip ise de, “ortak bir strateji” etrafında kenetlenen bu yapının, sermaye-siyaset-medya-yargı içindeki uzantılarını görebilmek için, örgüt listesinin gerekli olmadığını, bir kez daha hatırlatmak isterim.
KAYNAK: ÖZGÜN DURUŞ GAZETESİ