Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

İsrail normalleşmeden korkuyor...

Doç. Dr. Zeynep Dağı, bu sürecin İsrail'i de normalleştireceğini söyledi. Dağı; İsrail'de şahin kanadın buna karşı çıktığını çünkü, 'normaleş-menin varlık nedenlerini ortadan kaldırmasından korkutlarını' ifade etti.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-02-12 14:04:12

İsrail normalleşmeden korkuyor...

Ortadoğu'da yaşananlar gündemden düşmüyor. Üç haftadır bir biçimde bölgeyi konuşuyoruz, geleceğini tartışıyoruz. Mısır'ın bölge açısından tarihsel ve kültürel rolü, oradaki değişimi Tunus kadar hızlı olmasına bir anlamda engel oldu. Ama en son dün Cuma namazı sonrasında sokaklardaki milyonlar Mübarek gidene kadar kalacaklarını ilan ettiler ve kazandılar. Mübarek istifa etti.

Tahrir Meydanı'nda, İskenderiye'de, Süveyş'te Mısır'ın her yerinden Mübarek aleyhine gösteriler amacına ulaştı.

Şu açık ki, Mısır üzerinde süren tartışmalarda sadece bölgenin değil dünyanın geleceği de yeniden yazıldı.

Bu hızlı gelişmeler ortasında Söyleşi-Yorum'da bölgeyi hem akademik çalışma hem de parlamentodaki görevi nedeniyle yakından bilen bir isim olan Avrupa Akdeniz Parlamenterler Asamblesi Başkanı Doç. Dr. Zeynep Dağı ile konuştuk.

Yaşananları bölge halkının demokrasi ve özgürlük talebinin sokağa yansıması olarak gören Dağı; "Bundan sonra olacak olan bölgenin normalleşmesidir" dedi.

Tunus'ta başlayan Mısır'da devam eden halk hareketlerini kısaca değerlendirebilir misiniz? Sizce Ortadoğu'da tam olarak ne oluyor?

Ortadoğu'da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Bölge uzmanlarını bile şaşırtan gelişmelerle karşı karşıyayız. Peki Ortadoğu'da ne oluyor diye sorduğumuzda benim cevabım, Ortadoğu'da ilk kez bireyin hakkına, hukukuna, özgürlüklerine ilişkin bir değişim ve dönüşüm talebinin sokağa taşındığını gözlemliyoruz. Yeni olan unsur Ortadoğu halklarının kararlı bir şekilde değişim talebinde ısrarlı olması ve bunu sokakta ifade edecek cesarete ulaşmasıdır. Tarihsel olarak bakıldığında, Ortadoğu halklarını mobilize eden ana dinamik önceleri Filistin davasıydı ya da İsrail'le olan savaşlardı. Oysa şimdi halkın ilk kez demokrasi talebi için sokağa çıktığını görüyoruz. Tunus'ta başlayan sürecin Tunus'la sınırlı kalacağı sanılıyordu. Oysa gelişmeler Ortadoğu coğrafyasını bütünü ile etkisi altına almış durumda.

İSRAİL'İN ENDİŞELERİ VE ABD'NİN PARADOKSU

Tunus'ta halk Bin Ali'yi ülkeden kaçmak zorunda bıraktı. Mısır'da ise Mübarek istifa etti. Mısır'daki gelişmeler özellikle İsrail ve ABD'yi derin bir kaygıya sevketmiş gözüküyor. Mısır'ın kaybedilmesi her iki ülke ne tür bir endişe taşıyor?

Bölgedeki gelişmeler sadece ulusal ve bölgesel düzeyde değil aksine uluslararası sistemi de çok doğrudan derinden etkileyecek bir potansiyele sahip. Böyle bir potansiyele sahip olması da hem bölge ülkelerini hem de bölgeyle çok yakından ilgili olan Amerika ve İsrail'in dış politikasını da çok derinden etkileyecek. Aslında sorunuzda da ilginç bir boyut var. 'Mısır'ın kaybedilmesi'.

Mısır'ın demokrasiye yönelmesi, Mısır kaybedilmesi mi oluyor bu ülkeler için?

Bu ilginç bir paradoks. Soğuk Savaş döneminde hür dünyanın temsilcisi olarak bildiğimiz Amerika'nın, Ortadoğu halklarının özgürleşmesi sürecini kayıp olarak değerlendirmesi önemli bir açmazı gözler önüne seriyor. Bu aslında, Amerika açısından da, Batılı değerler açısından da bir sıkıntı olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla Mısır kayıp mı edilmiş olacak, yoksa Mısır kazanılmış mı olacak? Bu tartışılması gereken önemli bir tema.

HERKES HAZIRLIKSIZ YAKALANDI

İzleyebildiğimiz kadarıyla ABD daha çok yumuşak bir geçişten yana. Bu bölgede ateşi düşürmeye yönelik bir hamle mi yoksa samimi bir girişim mi?

Soğuk Savaş dönemi Sovyet'lerin dağılması ile 1991'de bitti. Batı ile eski Sovyet alanında bir takım sıkıntılar yaşansa da işbirliği yönünde bir alt yapı kurulmuş durumda. Ama Ortadoğu bağlamında baktığımızda Soğuk Savaş'taki geleneksel kalıpların devam ettiğini görüyoruz. Oysa şu an, o geleneksel kalıpların çözülme sürecini yaşıyoruz. Bu geleneksel kalıplar dediğimiz şey işte ABD, İsrail gibi ülkelerin Ortadoğu yönetimleriyle doğrudan işbirliğine geçmesi ve Ortadoğu halklarını dışarıda tutan bir politika izlemeleriydi. Dolayısıyla onlar da bu çözülme sürecine hazırlıksız yakalanmış durumdalar.

Bu da onlar açısından sıkıntılı ama her şeye rağmen Obama bütün bu geleneksel kalıplaşmış ilişkilere rağmen, yine de Mısır halkından yana, değişimden ve demokrasiden yana tavır sergilemeye dikkat ediyor ve Mısırlı gençlerin sesine kulak veriyoruz diyor. Bu da esasen oldukça önemli bir ayrıntı.

Amerika medyası Obama'nın özgürlük hareketleriyle müttefiki Mübarek arasında sıkıştığını yazdı...

Tabi bunlar sınanma süreçleri. Bunlar aslında herkes için bir sınanma süreci. Amerika için de Batılı değerleri savunan, bunun öncülüğünü yapan kişiler, kurumlar, ülkeler için de bir sınanma süreci. Uluslararası kamuoyu bölgede demokrasinin yerleşmesi konusunda kimin, nasıl bir pozisyon aldığını dikkatle izliyor.

Mısır'daki sürecin demokrasiye evrilmesi yolunda asıl aktörler kim/kimler? Ordunun ülkenin geleceğini belirlemede etkili olduğu tezi söz konusu? Ne düşünüyorsunuz?

Geçiş süreçleri her zaman sıkıntılıdır, sancılıdır. Demokrasinin bir ülkede kurumsallaşması zaman ister, mücadele ister. Burada şaşırtıcı olan Tahrir meydanının bu kadar süre kendi halkının özgürlük talebine ev sahipliği yapmasıdır. Bir süre sonra dirençleri kırılır diye düşünülüyordu. Bütün hesaplar bunun üzerine yapılıyordu ama Mısır halkı çok kararlı bir direniş sergiliyor ve geri adım atmamaya çalışıyor.

ESAS AKTÖR HALK OLACAK

Böyle olunca da tabi ki geçiş sürecinin belirleyicisinin de aslında 'halk' olduğu daha net ortaya çıkıyor. Mübarek pek çok manevra yaptı. Önce başbakanı görevden aldı, yeni yardımcılar atadı, reform sözleri verdi. En son yetkilerinin büyük bir kısmını Ömer Süleyman'a devretti. Ancak istifa etmekten kurtulamadı. Çünkü Mısır halkı canlı yayınlarda "Biz sadece kişilerin isminin değişmesini değil, sistemin demokratikleşmesini istiyoruz" diye kararlı duruşunu sergiledi ve bu direnişinin karşılığını aldı. Sonuç olarak Mısır'da otoriter politikaların iflası ile karşı karşıyayız. Ve bundan sonra Mısır'ın geleceğini belirleyecek olan halkın demokrasi ve özgürlük talebi olacaktır.

HALK ÖZGÜRLÜK İSTİYOR

İsrail'in Filistin üzerindeki ağır işgalinin ve yok etme politikalarının Ortadoğu'daki gelişmeleri etkilediğini söyleyebilir miyiz?

Filistin davası tabi ki Arap-Ortadoğu halkları için çok önemli bir mobilizasyon aracıydı. Ama Davos öncesi süreçte uzun zamandan beri Filistin davası gündemden düşmüştü. Ama Davos'la birlikte ve İsrail'in Mavi Marmara gemisine saldırısıyla başlayan süreçler incelendiğinde, İsrail'in yapmış olduğu saldırıların sadece bölgesel düzeyde değil, küresel ölçekte bir tepkiye yol açtığını görüyoruz.

Yani halk özgürlük mü istiyor?

Evet. Son gelişmelerde halkların sokağa dökülmesindeki ana belirleyici unsur, bu kez bizzat halkın özgürlük, refah ve adalet arayışı. Bu talepler tam da demokrasiyle örtüşen dinamikleri harekete geçiriyor. O yüzden, iç dinamiklerin demokrasi yönünde çok güçlü bir şekilde harekete geçtiğine tanıklık ediyoruz.

Müslüman Kardeşler olmadan olmaz

Batı'da demokratik bir sisteme geçilmesi durumunda radikal grupların yönetime geleceği endişesi hakim. Batı'nın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabi ki bir takım çevreler maalesef Ortadoğu'daki değişime çok güçlü direnç gösteriyor. Özellikle Mısır halkının değişim talebini radikalize eden bir persfektifle uluslararası kamuoyuna sunmaya çalışıyorlar. Oysa, haftalardan beri izliyoruz ki orda herhangi bir dini söylem değil, özgürlük söylemi ağırlık kazanıyor. Müslüman halkların da demokrasi talebi olabileceğini görmek ve anlamak gerekiyor. Demokrasi taleplerini belirli coğrafyalarla ya da dinlerle sınırlanabileceğini varsaymak anti-demokratik bir zihniyetin yansımasıdır.

Batı'nın sözünü ettiğiniz bu ikircikli tutumunu tavrı Batılı platformlara taşımayı düşünüyor musunuz?

Şu ana kadar, Avrupa Akdeniz Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı olarak ülkemizle ve bölgemizle ilgili tüm gelişmeleri çok etkin bir şekilde Avrupa parlamentosuna taşıdık. Örneğin bu bağlamda, AAPA olarak İstanbul'da yaptığımız toplantıda ABKPK eş başkanı olan Fransız parlamenter Helen Flautter'in, Hamas'a ilişkin özeleştirisi oldukça çarpıcıydı. Flautter, "Biz Avrupalılar olarak çok büyük bir körlük yaşadık. Filistin'deki seçimleri anlayamadık, analiz edemedik" dedi. Gerçekten de 2005 sonunda yapılan seçimlerde Filistin'de Hamas'ın seçimleri kazanması çok ilginç bir test zemini yarattı Batılılar açısından. Ve maalesef birtakım Batılı ülkeler Hamas'ın Filistin'de demokratik seçimle işbaşına gelmesinin önemini kavrayamadılar. Şimdi aynı durumun Mısır ve Tunus özelinde tekrar edilmemesi gerekiyor. Çünkü değişim kendi iç dinamikleriyle harekete geçmiş durumda. Dolayısıyla kendi içsel dinamikleriyle kendi gelenekleriyle, kendi toplumsal koşullarıyla ve çağa da uygun bir şekilde akışına izin vermek gerekir.

Müslüman kardeşlerin işbaşında olduğu bir iktidarın İsrail için büyük bir tehdit olabileceği tezi ne kadar gerçekçi?

Mısır'daki dengelerin değişmesi en çok İsrail'i tedirgin ediyor. Çünkü İsrail komşularıyla sürekli çatışan, işbirliğini yok sayan bir dış politika empoze etti bölgeye. İsrail hükümeti bölgedeki en radikal söylem izleyen bir hükümet. Ama radikalizmin de bir sınırı var ve İsrail de kendi içinde bence o radikal sınırlara ulaşmış durumda. Şu ana kadar bölgedeki istikrar hep bir dayatma üzerine ve antidemokratik bir yapılanma üzerine inşa edilmişti. Oysa şimdi artık demokrasi üzerinden halkın taleplerini dikkate alan bir şekilde yeniden bir istikrar kurmak gerekiyor. Bölgedeki gelişmeler ışığında yeni kurulacak istikrarın ana unsuru tabi ki halkların taleplerini, hassasiyetlerini öne çıkaran demokratik düzenden geçiyor. O nedenle Müslüman kardeşleri dışlamak yerine onların da demokratik sistemde yer almalarına özen göstermek gerekir. Toplumun bütün kesimlerini kapsayan geniş katılımlı bir yönetim modelini desteklemenin toplumsal barış açısından gerekli olduğu ortada. Anti-demokratik uygulamalar bölgede radikalizmi besledi. Radikalizmin en önemli pan-zehirinin Gannuşi'nin de belirttiği demokrasi olduğunu unutmamak gerekiyor.

Sadece Ortadoğu için değil Avrupa için de modeliz

Bütün bu gelişmelerde gözler İsrail'de. Nasıl etkilenir?

Bölgedeki gelişmeler İsrail'in de normalleşmesine katkıda bulunacak. Ancak onların asıl korkusu normalleşme ile birlikte kendi iktidarlarının da sona ermesi. İsrail'de şahin kanat normalleşmeden korkuyor. Çünkü normalleşme ile birlikte İsrail'e de, bölgeye de kalıcı barış ve istikrar gelecek. Ancak bu eğilim şahin kanat için bir varlık sorunu. Kabul etmemiz gerekir ki, bölgede istikrar için bütün ülkelerin birbirlerine saygıyı öğrenmesi şart. Bunun da ortak paydası uluslararası hukuk olacaktır, demokrasi olacaktır.

İsrail halkı da barış istemiyor mu?

Ben İsrail kamuoyunun da artık çatışmadan yorulduğunu ve normalleşmeye büyük ölçüde hazır olduğunu düşünüyorum. Şahinler her zaman çatışmadan besleniyor. Ancak bu durum, İsrail halkını da güvenlik tutsağı haline getiriyor. İsrail'de yaşayan insanları güvenlik paranoyasına mahkum etmeden, özgürleşmesine imkan tanımak gerekiyor. Onların da özgürlüğü tadabileceği bir siyasal atmosfere, en az Filistinliler ve Mısırlılar kadar ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.

NORMALLEŞME ŞART

İsrail'deki normalleşme Filistin devletinin yolunu açmaz mı?

Evet. İsrail'deki normalleşme hem İsrail halkı, hem de Filistin halkı arasındaki yumuşamadan geçecektir. Ortadoğu coğrafyasındaki normalleşme kesinlikle İsrail'i de dönüştürecek bir niteliğe sahip. İsrail artık dikta yönetimlerle masaya oturmak yerine, demokrasi ile yönetilen ülkelerle müzakere etmek zorunda kalacak. Bu süreç, İsrail'in de önceliklerini ve temel duruşunu değiştirecek bir gelişmeye yol açacak. Filistin devletinin kurulmasına karşı geliştirdiği politikadan da bu nedenle vazgeçmek zorunda kalacaktır. Rahatlıkla söylenebilir ki, gelişmeler Filistin devletinin de önünü açan bir sürece zemin hazırlayacaktır.

Peki Türkiye Ortadoğu da demokrasiye geçiş süreci için bir model olabilir mi?

Türkiye yakın bir dönemde bölgesinde hayranlıkla izlenen bir aktör haline geldi. Kendi öz kaynaklarını rasyonel kullanan, kronik sorun alanlarına demokratik çözümler getiren, ekonomik alanda gösterdiği performasla dünyanın sayılı ülkeleri arasında gösterilen bir ülkeden söz ediyoruz. Kimileri bu gelişmeleri haklı olarak "sessiz devrim" olarak nitelendiriyor. Türkiye izlediği proaktif politikalarla bir ülkenin kendi ulusal imkanları ile neleri başarabileceğini göstermesi bakımından aslında sadece Ortadoğu için değil aynı zamanda Avrupa ülkeleri için de bir başarı örneği konumunda. Özellikle Batılı siyasi analistler Türkiye'nin model olduğuna ilişkin analizlerinin Mısır'daki gelişmelerden önce de yapıyorlardı. Türkiye'nin 'model' olarak aslında Batı'da da ve Doğu'da da kalıplaşmış bir ezberi bozuyor. Bozulan ezber, Müslüman toplumlarda demokrasinin kurumsallaşamayacağı anlayışı. Bir ülke hem Müslüman hem gelişmiş bir demokrasiye neden sahip olmasın? Dikkat edilmesi gereken şey, bunu sadece bir model kavramı çerçevesinde ve sanki bir dayatma şeklinde sunmamak lazım.

TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ ARTTI

Ortadoğu'daki gelişmeler Türkiye'nin önemini yeniden hatırlattı sanırım...

Türkiye 2003 den bu yana demokratikleşme yönünde çok güçlü adımlar atıyor. Çok kararlı bir şekilde siyasal reformlarına devam ediyor. Dolayısıyla Türkiye'yi zaten çok güçlü kılan ana boyut bu. Yani Türkiye'nin demokratikleşme yönünde almış olduğu mesafe ve kararlılığı. Ayrıca, izlemiş olduğu barışçıl ve vizyoner dış politika ile Türkiye bölgede ve küresel ölçekte önemli bir aktör konumuna gelmiştir. Dolayısıyla da demokrasimiz güçlendikçe de hem kendi içimizde hem de dışarıya karşı güçlü bir pozisyon alma şansına sahip oluyoruz tabi ki.

Son olarak devrim hareketlerinin Ortadoğu'ya tam olarak etkisi nasıl olacak?

Bundan sonra siyaset yapıcıları Ortadoğu halklarını da dikkate alan bir yol izlemek zorunda. Nasıl Avrupa Birliği kamuoyunu dikkate almak durumundaysa aynı şekilde aynı oranda Ortadoğu halklarının da talepleri, istekleri, hassasiyetleri dikkate alınmak zorunda. Aslında bu yeni bir uzlaşının başlangıcı noktası olacak.


Yeni Şafak

Haber Ara