''O şafakta yaşıyor olmak mutluluğun ta kendisiydi” diye yazıyordu William Wordsworth, Fransız Devrimi’yle ilgili olarak. Bunları yazarken aklında, devrimin sonrasında olup bitenler değil, 1789’un olayları vardı: Bastille Hapishanesi’nin basılması, mutlak monarşinin kaldırılması, feodal kurumların sona erdirilmesi, İnsan Hakları Bildirgesi’nin ilanı.
Bunu 1793-94’ün terör dönemi takip etti ve Avrupa, Napolyon’un emperyal fetih savaşlarıyla harabeye döndü. Yine de Wordsworth bugün yazıyor olsaydı, Arap dünyasında ezilen halkların siyasi uyanışını, kuşkusuz Fransız ulusuna dair sergilediği aynı coşkuyla karşılardı.
İsyanlarda din unsuru yok
Avrupa’nın aralık ayında Tunus’ta başlayan ve Mısır’dan Ürdün, Yemen ve ötesine yayılan kargaşaya vereceği karşılığın başlangıç noktası da bu olmalı. Bu yankılanan özgürlük çığlığı, Arap toplumlarına dair kuşkucu argümanları (diğer toplumlardan farklı olarak, Arapların esaret zincirlerini kırmak için yanıp tutuşmadığı fikrini) ortadan kaldırıyor. Dahası, isyanların odağında dini fanatizmin olmaması, baskıcı Arap rejimlerini devirmenin iktidarı cani aşırılıkçıların ellerine teslim etmekten başka işe yaramayacağı iddiasını da zayıflatıyor.
Türkiye iyi örnek olabilir
Elbette Fransız Devrimi (1917 Rus Devrimi’ni zikretmeye bile gerek yok), siyasi ve sivil özgürlüğün sarhoş edici etkisinin yerini, devrimci idealizm kisvesine bürünmüş giyotinin, top ateşinin ve reaksiyonun acı kokusunun alabileceğini gösteriyor. Zira özgürlüğe giden yol, genellikle nahoş sapmalar içerir: Aşırı milliyetçilik, ekonomik sıkıntı, sınır çatışmaları, hatta iç savaş. Fakat Avrupa, yolun sonundaki ödülü gözden kaçırmamalı; yani hükümetleri nihayet halklarına hak ettikleri saygıyla davranan Kuzey Afrikalı ve Ortadoğulu komşularıyla güven verici ve yapıcı ilişkiler.
Bu açıdan gösterilebilecek örneklerden biri Türkiye; siyasi ve ekonomik modernleşme süreci hız kazandıkça, değerli bir bölgesel ortak olmayı sürdüren ılımlı İslami kadronun oluşturduğu bir hükümetle serpilip gelişen bir demokrasi. Bazı AB hükümetlerinin Türkiye’nin tam üyeliğini reddetmekteki ısrarının aptallık mı yoksa inatçı bir gerçekçilik mi olduğu tartışılabilir. Fakat Mısır ve Tunus gibi girişimci orta sınıflara sahip Arap ülkelerinin, Türkiye tarzı bir siyasi çoğulculuk ve ekonomik ilerleme yönünde evrilmesi imkânsız değil.
Belli bir dereceye kadar, 1989-91’de Orta ve Doğu Avrupa’da gerçekleşen anti-komünist devrimler, örnek mahiyetinde AB hükümetlerine yol gösterebilir. Üç Baltık ülkesi, eski Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerin Batı Avrupa’yla Cezayir, Libya ve Suriye gibi ülkelerle daha fazla ortak noktası olduğu aşikâr. AB ve NATO’ya üyelik gibi iki büyük ödülü herhangi bir Arap ülkesine önermek imkânsız. Fakat bu, Avrupa hükümetlerini kesinlikle çaresiz bırakmıyor.
Reform davasını cesaretle savunan Arap ülkeleri, şimdi güçlenmeleri veya özgür siyasi kurumları, sivil hayatı ve hukukun üstünlüğünü sıfırdan kurmaları gereken uzun bir dönemle karşı karşıya. Siyasi yolsuzluktan ve ordunun müdahalesinden arınmış bir iş kültürü elzem. Bu noktada AB düzeyinde ve ulusal düzeyde yardım programları geliştiren ve Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini demokrasi ve piyasa ekonomisi rotasına sokmak için Avrupa Yeniden İmar ve Kalkınma Bankası gibi kurumlar oluşturan Avrupa, hatırı sayılır tecrübeye sahip. AB, ABD, Kanada, Türkiye ve diğer müttefiklerle birlikte çalışarak, Arap dünyasında bağımsız yargıyı, seçim yarışı veren siyasi partileri, küçük ve orta ölçekli işletmeleri, özgür medyayı ve sivil grupları güçlendirecek benzer girişimlerde bulunmak mümkün.
AB şimdilik pek etkili değil
Fakat ne yazık ki AB’nin dış politika mekanizmaları, şu anki haliyle bu görevin üstesinden gelebileceğinin işaretini vermiyor. Akdeniz Birliği (27 AB üyesiyle 16 Balkan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkesini içeren bir yapı), 2008’de başladığından bu yana fazla etkili olamadı. AB’nin Dış Eylem Birimi adı verilen yeni diplomasi kadroları, Arap ateşine tepki vermek konusunda yavaş kaldı. Fransa’nın Tunus’taki isyana ilk başta verdiği tepkinin eski tas eski hamam olması da (kamu düzeninin yeniden tesis edilmesi, otokrata destek önermek) hiç iyi olmadı.
Yine de AB hükümetleri, bu yanlış adımlardan ders çıkarabilir. Mısır’da iktidarın hızlı fakat düzenli devrine yönelik yaptıkları çağrı ve serbest seçimlere hazırlık konusunda yardıma hazır olmaları, olumlu işaretlerdi. Avrupa’nın Arap tarihinde yükselen bu dalgaya ayak uydurmasını sağlamak içinse, dikkatle tasarlanmış, uzun vadeli planlar yapmak gerekiyor.
(Financial Times/Başyazı, 6 Şubat 2011)