Avrupa Birliği’nin son altı aydır Akdeniz’in güneyi veya Kafkaslar’da insan haklarının sistematik biçimde ihlalleri karşısındaki tutumu da gösteriyor ki; birlik, temsil eder gibi göründüğü değerlere olan tüm bağlılığını, çıkarları hangi makul kavram dahilinde olursa olsun, yitirmiş durumda.
Bu konuda yaşanan polemikte de olduğu üzere, esas metinlere uymak zorunluluğu dahilinde, Lizbon Antlaşması’nda da (Madde 21) öngörülen “Birliğin uluslararası arenadaki faaliyetleri, ‘insan haklarının evrenselliği ve bölünmezliği’ gibi, birliğin kuruluşuna ilham veren temellere dayandırılacak” ilkesini de unutmamak lazım.
Dış politikanın idari öğretisi olan 2003 Avrupa Güvenlik Stratejisi’yse, birliğin çıkarlarını ortaya koyarken, ‘Avrupa’nın komşularının iyi yönetilmesi gerektiği’nin de altını çiziyor.
Avrupa’nın suskunluğu
AB, bu kuralları yerine getirmesi gerekirken, Kuzey Afrika otokrasilerinin gittikçe genleşen suç çemberi karşısında sessiz kaldı. Güç mekanizmalarında oluşabilecek muhtemel bir İslami patlamadan korkarak, tam bir kültür karmaşası teşkil eden durumları kendi içlerinde çürümeye bıraktı.
Eski sömürge metropollerinin kendi etki bölgelerinde büyüklüklerinin keyfini sürmeyi öngören yazılı olmayan konsensüs, bilhassa Fransa’ya özel bir üstünlük sağladı. Ne kadar utanç verici ki olay, ‘Yasemin Devrimi’ gerçekleşirken bile, Paris hâlâ o zamanın Tunuslu diktatörü ve bugünün devrik lideri Zeynel Abidin Bin Ali’ye, ‘kamu düzeni ve asayişi sağlamak’ bahanesiyle, yardım elini uzatıyordu.
Yine aynı yüz kızartıcı biçimde, İtalya ve İspanya da göçmen karşıtı işbirliğinin ve iyi ilişkilerin sözde faydası çerçevesinde, kirli ellerini yıkayıp işin içinden sıyrıldılar.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’sa, Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalarla veya Özbek diktatörün utanmadan yaptığı son Brüksel ziyaretiyle ilgili saçma açıklamalarla noktalanan her zamanki gizli sükûnetini tekrarlamayı uygun gördü.
ABD-AB karşılaştırması
Krizlerin yaşandığı ülkelerde orduyu sivil halka saygı göstermeye teşvik eden ve yetkililere önemli reformlar yapmaları için baskıda bulunan ABD’yi herhangi bir AB üyesi ülkeyle karşılaştırın. En azından ABD, liberal güç olma özelliğini yeniden kazandı; AB’yse aynı özelliği kaybetme yolunda adım adım ilerliyor.
EL PAIS / Başyazı