İngiliz The Guardian Gazetesi'nde bugün yer alan bir makalede Arap dünyasındaki isyanlar ve temelindeki noktalara değinildi. Sumaya Ganuşi imzalı yazıda İsyanın, rejime ve destekçilerine karşı bir başkaldırı olduğunun altı çizildi.
Onlarca yıl süren başarısızlıkların ve gittikçe yoğunlaşan krizlerin ardından Arap devletinin çöküşüne tanık oluyoruz. Arap siyasetinin egemen çevreleri hiç bugünkünden zayıf görünmemişti.
Ya içeriden çürümek suretiyle ağır ağır ölüyorlar ya da kulakları sağır eden patlamalarla çöküyorlar. İki hafta evvel halk ayaklanmasıyla diktatörünü deviren Tunus, hiçbir surette istisna değil. Mısır, Cezayir ve Ürdün'de ivme kazanmaya devam eden protesto hareketlerinden Lübnan'daki mezhep siyasetinin gittikçe daha da kutuplaşmasına, Yemen ve Sudan'da devletin çökmenin eşiğine gelmesi ve Somali'de tamamen çözülmesine kadar, benzer belirtiler tüm bölge genelinde mevcut.
Sömürgecilik sonrası Arap devletinin kusurları, bizzat varoluşuna dair kalıtsal unsurlardı. Zira, emperyal otoritelerin hakimiyetlerinin aracısı olan karmaşık bir yerel seçkinler ağını ikame etmek üzere yapılandırılmışlardı ve misyonları, yerel halkın idare edilmesiydi. Mevcut şeklini Birinci Dünya Savaşı'nın ardından alan bölge üzerindeki bu dolaylı kontrol düzeni, yerel halkları kontrol altında tutacak ve içeride "istikrarı" sağlama kapasitesine sahip olan ama bir yandan da dış nüfuzu engellemeye ya da bölgenin dengelerini bozmaya gücü yetmeyecek bir "devlet"e gereksinim duyuyordu.
Mısır'da Nasır ya da Tunus'ta Burgiba gibi ilk kuşak Arap liderler, kişisel karizmaları ve ilerleme vaatleri sayesinde Arap devletinin baskıcı doğasını yumuşatabilmişti. Sahneden çekilip yerlerini renksiz otokratlara ve çiğ generallere bırakmalarıyla birlikte Arap devleti her türlü meşruiyet örtüsünü yitirerek şiddet ve baskıyla eşanlamlı hale geldi.
Bugün bölgeye musibet olan salgının izlerini, siyasal düzenin hastalıklarında görebiliriz. Düzenin bozukluğu, toplumsal alanı da mahvetti. Ulusal kimliklerin zayıf kalmasına ve insanların mezhepsel aidiyetlerine daha çok bağlanmalarına ve böylelikle Sünnilerle Şiiler, Araplarla Kürtler, Kıptilerle Müslümanlar arasındaki çatışmaların çıkmasına yol açtı. Sonuç köktenciliğin, kendini tecrit etmenin ve Lübnanlı Fransız yazar Amin Maluf'un "katil kimlikler"inin güçlenmesiydi.
Arap devletinin ürkütücü baskı aygıtında vücut bulan fiziksel kudret havası, manevi bir zayıflığı ve halkın aidiyetinin yokluğunu saklıyor. Bu çelişki, Tunus'taki protestolarda apaçık ortaya çıktı, şimdi de Mısır'da gözler önüne seriliyor. Protestocular, sokaklardaki toplu eylemlerinin sarsıcı gücüyle kendilerini bir yandan boğan, bir yandan da ezen baskı araçlarının aslında ne kadar zayıf olduğunu keşfediyor.
Tunus, Mısır ve -bir nebze- Cezayir'deki olaylar, çok uzun zamandır ertelenmekte olan bir değişimin öncüleri. Uluslararası irade, bitkin haldeki statükoyu korumak arzusunda olmasa, 1980'li yılların sonlarında Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde olanlar, Arap bölgesinde de vuku bulabilirdi. Bölgenin külüstür otokratlarının, eski derilerini değiştirip, sadece iktidardaki ailelerin ve yakınlarının çıkarlarına hizmet eden, halkın kalanınıysa dipsiz bir yoksulluk ve marjinalleşme çukuruna atan azgın iktisadi liberalizm dalgasının üzerinde yalpalaya yalpalaya yollarına devam etmesine izin verildi.
Arap yöneticiler, dış müttefiklerinin desteğiyle toplumlarının siyasal hayatını yirmi yıldan fazla süreyle gasp etmeyi başardı. Şimdi hakikatlerle karşı karşıyalar: Ya otoriter Arap idari düzenini değiştirecekler ya da geri dönmemek üzere gidecekler. Sorun şu ki; baskıyı varoluş sebebi, şiddeti de bekâsının tek aracı haline getirmiş olan bir yapının, zorbalık bataklığına daha derin batmaktan başka çaresi olamaz. Korunmasını bölgedeki "istikrar" stratejilerinin köşe taşı haline getirmiş destekçileri açısından sorun da, kendi kollarını kendileri bağlamış olmaları nedeniyle son nefeslerine kadar "dostları"na körü körüne bağlı kalmaktan başka çareleri olmaması.
Bugün Arap sokaklarında gösteri yapanların sadece kokuşmuş bir yerel despotlar çetesine değil, onların yabancı destekçilerine karşı da isyan ettiklerini hissetmeleri bundan. Ve de, her ne kadar geleceği öngöremesek de, görünen o ki; aynen Latin Amerikalıların 1980'lerde pek çok Pinochet'yi devirdikleri gibi, Araplar da bu on yıl bitmeden daha fazla Bin Ali'nin düşüşüne tanıklık edecek.