Aydın Işık*
Çapulcu, çeteci, bakıcı, aslı, kökü, ruhu, gururu ve duruşu olmayan bir devletin vatandaşı olmak her normal insan için, her zaman zül olmuştur. Asil bir devletin; asil, hür ve kaliteli bir vatandaşı olmak, genellikle insanoğlunun vazgeçilmez düşü olmuştur. Kimi bu isteğini açıkça dile getirir ve çoğu zaman ağır bedeller öder, kimisi de, gelene paşam, gidene ağam diyerek bu isteğini kendisi ile birlikte karanlık mezara götürür.
Kişilerde asalet arandığı gibi devletlerde de asalet aranır elbet. Bireyin tüm maddi ve manevi özelliklerini uhdesinde barındırır devlet. Kişi zalim olduğu gibi devlet de zalim olabiliyor. Kişi merhametli olduğu gibi devlet de merhametli olabiliyor. Bu nedenle devleti, “asil devlet” ve “asil olmayan devlet” olarak ikiye ayırmak mümkün…
Nedir asil devlet?
Asil devlet, aslı olan, asil bir ruha sahip olan, asil davranışları sergileyen, asli hedefleri olan, vatandaşlarını asıl kabul eden, asil insanların yönettiği ve her türlü kurum ve kuruluşu ile şeffaf olan devlet demektir.
Asalet olgusunun üç temel dinamiği vardır: Ruh, kök ve davranış. Bu üç dinamikten biri eksikse, devlet, asalet niteliğini büyük oranda kaybeder.
İnsanların ruhları olduğu gibi devletlerin de ruhu vardır elbet. Asaleti emreden, nesilden nesile devam ede gelen, zulmetmeyen ve ettirmeyen, hak yemeyen ve yedirmeyen, baş eğdirmeyen, barışı emreden, savaşa hayır diyen, yaşamaktan haz duyan, vatandaşının mutluluğunu esas alan, ötekiyi tanıyan ve kardeş sayan, “beni” yok edip “bizi” var eden kolektif iradedir devlet ruhu.
Devlet ruhu öyle bir anda oluşan bir şey değildir. Tarihte sayısız eylem ve söylemin sonucunda toplumların, canları, kanları, ruhları, beyinleri ve mallarıyla oluşturduğu, billurlaşmış, ortak aklın süzgecinden geçmiş, adil yöneticilerin kılıçları ile doğrulttuğu, şehitlerin kanları ile şekil verdiği, uğruna binlerce ilim adamını can verdiği ortak iradedir devlet ruhu. Bu ruhu, kimi zaman Bedir’in aslanları oluşturmuştur, kimi zaman Çanakkale’nin kahramanları, kimi zaman da antik Yunanın bilgeleri...
Asaletin en önemli unsurlarından biri de devletin beslendiği köküdür. Bir devlet, tarihi kökleri ile, kültürü ile, şiiri ile, edebiyatıyla, felsefesiyle, medeniyetiyle, sanatıyla, entelektüel derinliğiyle vardır. Bunların hiçbiri ciddi derecede yoksa esaslı bir devletten, asil bir devletten bahsetmek mümkün değildir.
Asalet, bir devlet için her şeyin varlık nedeni olduğu gibi aynı zamanda meşruiyet kaynağıdır da. Şayet devletin asaleti yoksa kendisi de yoktur. Varım demekle veya fiilen var olmakla, var olunmuyor elbet. Reel olarak var olabilirsiniz, ama esasta yoksunuz, çünkü insanlık tarihine düşecek üç satırlık yeriniz yoktur.
Asil devlet, ideolojik hukuktan, ideolojik yargıdan ve yurttaşına karşı şiddet uygulamaktan kendisini arındıran devlettir. Hukuku ve yargısı ideolojik olan ve yurttaşına karşı şiddet uygulayan bir devletin asaletinden söz edilemez.
Devlet asaletinin ne olduğunu öyle herkese sormayacaksınız, bilmezler.
Devlet asaletinin ne olduğunu, teorik tartışmaların hâkim olduğu, siyasi söylemlerin cirit attığı, refahın ve safahatın kol gezdiği yerlerde hükümran olan efendilere sormayacaksınız, bilmezler.
Devlet asaletinin ne olduğunu, yıllarca asil olmayan insanlardan baskı görmüş, hor ve hakir görülmüş, yerlerinde ve yurtlarından edilmiş Mezopotamya’nın kara kuru çocuklarına soracaksınız.
Devlet asaletinin ne olduğunu, evlatlarını dağlarda ve zindanlarda yitiren gözü yaşlı Kürt analarına, ellerindeki küçücük taşlarla yaşama mücadelesi veren Filistinli çocuklara, üzerilerine yüz binlerce ton bomba yağdırılan bağrı yanık Iraklı kadınlara soracaksınız.
Devlet asaletinin ne olduğunu, yıllarca acısını içine gömen, kavrulmuş alınlarında asırlık acıların izini taşıyan, bin yıllık mağrur çınar ağaçları gibi ayakta durmaya çalışan kederli Kürt babalara soracaksınız.
Devlet asaletinin ne olduğunu, darağaçlarında son dualarını eden, açlıktan nefesleri kokan, bir saatlik özgürlerine bir ömrünü vermeye razı olan ve zindanlarda ömürlerini çürüten kaderin esirlerine soracaksınız.
Devlet asaletinin ne olduğunu siyasi parti liderlerine, devleti fiilen yönetenlere, anlı şanlı üniversite kürsü hocalarına, gazete patronlarına, paraya ve güce fiilen hükmedenlere asla ve asla sormayacaksınız.
Erki ellerinde bulunduran efendilere de sormayacaksınız devlet asaletinin ne olduğunu.
Bilmezler onlar.
Çünkü hayatın, kalitenin, asaletin, mutluluğun, mutsuzluğun ne olduğunu ancak dipte yaşayan insanlar bilir. Acı çekmeyen, öfkesi olmayan, ödenmiş bedeli bulunmayanlar, dipte yaşayanlardan bihaber olanlar elbette insanca yaşamanın, adil ve asil devletin tebaası olmanın ne olduğunu bilemezler. Bilmezler onlar acı çekmenin ne olduğunu, bilmezler onlar babasız büyümenin ne olduğunu, bilmezler onlar okula giden çocuğa harçlık verememenin ne olduğunu…
Çünkü onlar henüz bu kelime ile tanışmamışlardır. Bu kelimeyi onlara tanıtmak belki de on binlerce insanın can vermesi gerekir, belki de bir devletin serveti kadar para harcamak gerekir.
Bir devlet;
1- Sadece vatandaşı için varsa
2- Tüm vatandaşlarına eşit mesafede ise
3- Adaletle hükmediyorsa
4- Yönetenler sadece hizmetçi ise
5- Vatandaşlarının refahını önceliyorsa
6- Saygıyı hayatın temel değeri olarak kabul ediyorsa
7- Tüm vatandaşların can, mal, ruh ve akıl güvenliğini sağlıyorsa
8- Vatandaşlarına özgürlükler sağlıyorsa
9- Herkes hesap verip alabiliyorsa
10-Suç işleyen çocuklarını bir anne şefkatiyle affedebiliyorsa
Bu devlet asil devlettir. Eğer saydığımız bu hususları sağlamıyorsa ebetteki asaletinde sorun vardır demektir.
Çocukluğumuzdan itibaren bize, ecdatlarımızın çok büyük olduğunu, yedi düele hükmettiğini, tüm ömürlerinin fetihlerle geçtiğini, her tarafa adaleti ve özgürlüğü götürdükleri telkin edildi. İnandık. Bilinçaltımız bu uydurma bilgilerle şekil kazandı. Mezopotamya’nın asi çocukları dağa çıkınca ve birde bacılarımız başlarını örtünce anladık ne kadar asil ve büyük devlet olduğumuzu!
Eğer siz, tüm vatandaşlarınıza eşit muamele etmiyorsanız,
Eğer siz, vatandaşlarınızı yaşamasından ziyade ölmesini istiyorsanız
Eğer siz, size fiilen isyan edenleri yargılamadan yok etmişseniz
Eğer siz, yazı ve sözleri ile size muhalif olan aydınları hep tehdit olarak algılıyorsanız ve kimi zaman da bunların bir kısmını Faili meçhul ediyorsanız
Eğer siz, vatandaşlarınızı öteki olarak algılıyorsanız
Eğer siz, barıştan çok savaşı seviyorsanız
Eğer siz, çetelere bulaşmış ya da çeteleşmişseniz
Eğer siz, akıl tutulmasına uğramışsanız
Eğer siz, vatandaşın malını, canını, ruh dünyasını, değerlerini korumuyorsanız ya da koruyamıyorsanız asil devlet olamazsınız.
Eğer siz, uzun süreli yerleşik bir millet değilseniz, açlıktan, kıtlıktan, savaştan kaçarak bir yerleri işgal edip oraya yerleşmişseniz ve hayatınız hep yerli insanlarla kavga etmekle geçmişse ve böylece savaşmak genlerinize yerleşmişse, savaşmaktan haz alıyorsanız, sürekli olarak bir düşman bulmak ihtiyacını hissediyorsanız, düşmanınızla savaş sizin varlık nedeniniz ise, bir gerçeği anlamanız için elli bin insanın ölmesi ve devletinizin varlığı kadar para harcamanız yetmiyorsa siz asil devlet değilsiniz demek ki. Hele hele asil devletleri ya da milletleri yok ederek veya yok etmeye başlayarak bir yerlere yerleşmişseniz ilelebet asalet ruhunu kazanamazsınız.
Eğer sizde savaşmak, bir kültür, bir ahlak, bir refleks, bir DNA, bir ruh halini almışsa, siz, savaşmadan duramazsınız. Sürekli olarak birini yok edersiniz ki varlığınız devam etsin. Kandan beslenirsiniz hep. Varlığınızın devamı için mutlaka yok edilmesi gereken biri olmalı. Yok edilecek birilerinin niteliği pek önem arz etmez. Konjonktüre göre seçilir bu birileri. Yok edilecek birilerinin sayısı ve keyfiyeti de önem arz etmez. Bazen koskoca bir vadiyi insanlarla doldurur ve hepsini kurşuna dizersiniz, aziz ve berrak sularınızı akıtan dereleriniz günlerce şaşkın şaşkın kan kırmızısı akar, bazen bir ülkenin gayrı safi milli hâsılası kadar para harcarsınızız birilerini yok etmek için. Bazen bir milleti topyekûn öldürmeye teşebbüs edersiniz… Ama nafile. Bütün bunların hepsi büyük bir olay olarak algılanmaz sizde.
Ve sonra da siz yok olursunuz. Bu gerçeği öğrendiğinizde iş işten geçmiş olacak doğal olarak. Çünkü zulüm hiçbir zaman payidar olmamıştır, olmayacaktır da. Tarih bize şahadet ediyor ki, hiçbir zalim ilelebet yaşamamıştır.
Böyle devletler, ancak silah namlularının gölgesinde yaşayabilirler. Silahların gölgesinde yaşayan devletlerin halkla, hakla, hukukla, adaletle, asaletle, insanlık ruhuyla, üretimle, refahla, mutlulukla ilgileri olmaz. Bu tür devletlerin bir tek istekleri ve endişeleri vardır, o da güvenliktir. Güvenlik tek belirleyici etken olur. Her kesin düşman olduğunu, her kesin bir şekilde kendilerini yok etmek için sinsi planlar yaptığını, kimsenin dost olamayacağının vehmi ile yaşarlar hep.
Peki devletiniz asil değilse siz nasıl bir millet olursunuz?
1- Günübirlik yaşarsınız, uzun vadeli planlarınız, sırtınızı dayandırdığınız asırlık mağrur çınarlarınız olmaz. Günübirlik yaşadığınız için de bireysel çıkarlarınız ön plana çıkar ve çıkarlarınız için her şeyi yaparsınız. Sizin için ötekinin çıkarı, yaşamı, çektiği acılar önem arz etmez doğal olarak.
2- Sizi bağlayan esaslı şeyler olmadığı için serseri bir mayın gibisiniz. Her tarafa savrulmanız, her yerde patlamanız, her sözü sarf etmeniz, her limana yanaşmanız mümkündür.
3- Kolektif aklı önemsemez ve hatta kolektif akıl diye bir olguya da inanmazsınız. Akıl tutulması işte burada karşımıza çıkar. Afazi halini sık sık yaşamak mümkün bu durumda. Çok anlamsız şeylerin yıllarca uygulanması, ya da sizden başka birilerinin hakkının yenilmesi sizi çok fazla ilgilendirmez. Size dokunmayan yılan bin yıl yaşar bu durumda. Devletin, aklın tüm zerreleri zorlayan uygulamalarını görürsünüz, çoğu zaman itiraz etme ihtiyacını bile dile getirmesiniz. On dört yaşındaki çoban Ceylanın vücudunu bombalarla paramparça edersiniz, özür dileme ihtiyacını bile dilemezsiniz. Böylece asil olmadığınızı, bizzat kendiniz yedi cihana ilan etmiş olursunuz.
4- Yok ederek sorunları çözeceğinizi düşünürüsünüz. Var etme, inşa etme, ıslah etme, üretme, değişme, büyüme gibi bir refleksiniz asla gelişmez. Hep birilerini yok etmeyi düşünürüsünüz. Yok etmeden duramazsınız.
5- Ortak ruhunuz yok olur. Ve doğal olarak, insanları birbirine bağlayan asabiyet bağı da kopmuş olur. Dolayısıyla, özgürce ve kardeşçesine, rengârenk bir musiki ile bir arada yaşamanın hazzının ne olduğunu öğrenemezsiniz. Bunu bilemediğiniz için de hiçbir zaman mutlu olamazsınız.
6- Bir medeniyet oluşturma, bir kültür oluşturma, tarihe bir eser kazandırma gibi bir derdiniz olmaz. Günübirlik bireysel kaygılarınızla yaşarsınız. Ve dolayısıyla yaşamaktan da zevk alamazsınız. Çünkü derinliğine bir sevginiz, bir aşkınız, bir sevdanız, uğruna can vereceğiniz kutsallarınız yoktur. Derinliğine, anlamlı bir hayat sürdürmüyorsanız, zaten yaşamıyorsunuz demektir.
7- Sürekli olarak ırkınızla övünürsünüz, üstün bir millet olduğunuzu hep söylersiniz, tarihinizi kutsarsınız, uydurma tarihi kahramanlarınız olur, helvadan putlar yapar, acıkınca da onları yersiniz, başka bir sermayeniz yoktur çünkü.
8- Kimse kimseye güvenmez olur asil olmayan devlette. Kimse, kimseye güvenmediği için de insanların kahir ekseriyeti doğal olarak korkak ve ürkek olur, bir gün sonrasını garantisi kimsede olmaz. Bu patolojik ruh halini yaşayan herkes, kendisini bu koca dünyada tek ve çıplak hisseder. Oysaki kişiyi var eden, ötekidir, tarihidir, şiiridir, değerleridir, toplumsal ruhudur, kutsallarıdır…
Evet, söyleyin bakalım, siz ne kadar asilsiniz? (Hınıs Haber)
*Şair/Yazar