Birleşik Arap Emirlikleri gazetelerinden Haliç'te dün Türkiye'nin arabuluculuk rolü ile ilgili bir analiz haber yayınlandı. Geçmişe dair atıfların yapıldığı haberde, Erbakan dönemine de değiniliyor...
İşte o metin:
Türkiye, komşu bölgelerin sorunlarına müdahalede sebat etmeyi model alarak, AKP döneminde etrafındaki sorunların çözümü için ‘arabulucu rol’ siyasetini benimsedi. Bu rolün şartlarından biri, çekişen taraflarla iyi ilişkilere sahip olmak. Bunun için Türkiye, komşularıyla ‘sıfır sorun politikası’ kanalıyla büyük çaba harcadı. Bu da kendisine Suriye’yle İsrail ve Filistin’le İsrail arasında arabulucu rolü oynama imkânı verdi. Hatta Türkiye, Filistinliler arasında da arabuluculuk yapmaya çalıştı. Fakat taraflarla iyi ilişkiler, Türkiye’yi bu role teşvik eden tek sebep değil. Zira ortada bölgesel ve hatta uluslararası politikalarda etkin rol oynamayı hedefleyen yeni bir Türk siyaseti var.
Geçmişte laik hükümetlerin, ve hatta Necmettin Erbakan gibi İslamcıların da başkanlık ettiği veya katıldığı hükümetlerin, bu tür arabuluculuk girişimleri olmamıştı. Ayrıca arabuluculuk diplomasisi, Türkiye’nin bölgesel konumuna dair yeni bir anlayıştan hareket ediyor; özellikle 11 Eylül ve Irak’ın işgali sonrasında bölgede yaşanan değişimler, bir yandan Türkiye’yi kuşatan şartları değiştirirken, diğer yandan ülkeyi daha etkili kıldı. Bu durum, Türkiye’nin içine kadar ulaşmasını beklemeden, bölgesel hareketlenmeye müdahaleyi gerektirdi.
Yine de övülesi bir çaba
Fakat Türkiye’nin parmak bastığı sorunların tamamına baktığımızda, sonucu pek parlak göremiyoruz. Zira İsrail’le Suriye arasındaki arabuluculuk komada. Filistin’le İsrail arasındaki arabuluculuğunsa uzun zaman önce ‘ruhuna Fatiha’ okundu. Filistin lideri Mahmud Abbas‘la Hamas hareketi arasındaki arabuluculuk, temennilerin üzerine çıkamadı.
Bugün Türkiye, Lübnanlılar arasında devam eden krizde uzlaştırma girişiminde bulunuyor. Türkiye, son yıllarda Lübnan’da tek başına veya başkalarıyla ortak biçimde birkaç kez uzlaştırma girişiminde bulunmuştu. Şimdi de Türkiye, Katar ve Suriye’yle, üçlü Şam zirvesine katıldı. Lübnan’daki gerginliğin tırmanmasının eşiğinde övülesi bir çaba bu.
Fakat zirvenin, krizin çözümü amaçlı Suriye-Suudi Arabistan çabasını teyit ettiği gözlemleniyor. Suudi kralının Suriye devlet başkanını arayarak, varılan anlaşmayı ifa edemeyeceğini bildirmesi sonrasında, bu çabanın sona erdiğini biliyor. Üçlü Şam zirvesi, Washington’da çeşitli tarafların uluslararası Lübnan zirvesi sonrası gerçekleşti. ABD’deki zirveye Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ABD Başkanı Barack Obama, Suudi Arabistan Kralı Abdullah, ‘düşürülen’ Lübnan hükümeti Başbakanı Saad Hariri ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon katıldı.
Batı’yı göz ardı etmeyin
Hiç kimse Şam’daki üçlü zirve fikrinin kimden çıktığını bilmiyor ancak ‘vakit geçirme’ amaçlı olduğu kesin. Zira Lübnan krizinin direk tarafları olan ABD ve Suudi Arabistan, Suriye-Suudi çabasının başarısız olduğunu açıklarken ve Suudi Arabistan Şam’daki bölgesel zirvede taraf olmazken, bu zirveden nasıl bir sonuç alınabilir ki?
Üçlü Şam zirvesiyle yetinmeyen Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, krizin etkilerini hafifletmek için Lübnan’a geldi. Bu da övgüye değer bir çaba. Fakat Lübnan kriziyle ilgili girişimler yerinde sayıyor. Çekişme, bölgede bölünmeyle birlik, bağımsızlıkla dış hegemonya mantığı arasında gidip geliyor. Aslında Balfour Deklarasyonu ve ardından 1948’de İsrail devletinin ilanından bu yana sahne netti: Arap ve Müslüman topraklarının işgali ve bölünmesi. Batı’yla Doğu arasındaki çekişmenin mantığını anlamak, etkili rolleri oynamada esastır. Batılı-İsrail politikalarıyla mücadele için güçleri birleştirmeyi hedeflemeyen veya Batılı-İsrailprojesinin sürmesi dışında bir şey ifade etmeyen çözüm mantığına dair her çaba boşuna.
Arabuluculuk girişimlerinin iptal edilmesinden yana değiliz. Ancak konu, ABD’nin taraf olduğu sorunlarla ilişkili olduğunda, buna yönelik bakış açısının farklı olması gerek. Özellikle de Batılı güçlerin Irak’ın kuzeyinde, Yemen’de ve bugün Sudan’da beliren yayılmacı projelerini sürdürürken. Bugün istenense, bu projenin Lübnan’da tamamlanması. Türk diplomasisininse göz ardı etmemesi gereken husus bu.