İspanya'da yayın yapan Lavanguarda Gazetesi bugün başyazısından Türkiye dahil bir çok ülkenin girmek için çabaladığı Avrupa Birliği'nin boğuştuğu sıkıntılar ve durumun getirdiği ilginçlik hakkında bir düşünce yazısı aktarıldı. İşte o metin
50 yıl önce Avrupa’nın teorisi de pratiği de daha kolaydı. Avrupalı liderlerin daha net bir ortak amacı (yeni bir Fransız-Alman savaşından ya da herhangi bir savaştan kaçınmak), Avrupa’nın da daha iyi tanımlanmış bir profili vardı: Gençti; siyasi ve varoluşsal yönden boğulmuş durumdaydı; meydanı sanayiye bırakmaya başlamış, kendine beyaz bir sayfa açmıştı; savaştan sonra hayatta kalmayı başarmış fakat dünyanın merkezi olmayı bırakmıştı ve daha önce ‘protestanlık ve katoliklik’ arasında olduğu gibi, bu sefer de ‘kapitalizm ve devrim’ arasında ikiye bölünmüştü. Tarihsel süreçte Avrupalıları birleştirmenin altında iki farklı niyet vardı: Hırs ve mantık. Birinci niyetin örnekleri, 14. Louis’nin emperyalizmi, Napolyon’un genişleme politikası, Hitler ve Stalin’in korkunç saplantıları. Diğer yandan, son iki yüzyılda iki ayrı ‘barışçı ve akılcı entegrasyon’ dönemi oldu: 18. yüzyılın ‘dünya vatandaşlığı’ ve 27 üye ülkeyi birleştiren ‘demokrasi kulübü’ Avrupa Birliği.
AB’nin dayanıklılık sınavı
Jean Monnet’nin Avrupa’yı tek bir çatı altında toplama fikri, halefleri tarafından daha modern ve rasyonel bir çerçevede geliştirildi. De Gaulle ve Adenauer, tüm bu sürecin esas sebebi olan Fransız-Alman uzlaşmasını sağlamlaştırdı. Giscard d’Estaing ve Schmidt, Avrupa’nın yaşadığı bu dönüşüme ivme kazandırdı. Mitterrand ve Kohl da, Maastricht’de yeniden tasarlanan ‘Avrupa evini’ siyasi biçimde tekrar dayayıp döşer gibi göründü. AB, savaşı önlemenin yanı sıra, toplumda istikrar ve refahı sağlayan pozitif bir tarihsel fenomen haline geldi. Üye sayısını 6’dan 27’ye çekerek genişledi. Üyelerinden hiçbiri, hatta en itaatsizler bile, birliği terketmek istemiyor. Komşu ülkeler de AB kapılarını aşındırıyor. Fakat Avrupa’nın bugünkü teorisi ve pratiği, yarım yüzyıl öncesine göre çok daha zor. AB, son yıllarda ortak bir anayasa girişimi konusundaki iç bölünmeyle tökezledi, küreselleşmeyle çarpıştı, ve son olarak da, yaşadığı uluslararası mali ve ekonomik krizin dayanıklılık testini geçmeye çalışıyor.
Reformsuz uyum imkânsız
Senaryo biraz ürkütücü. Avrupa, batıda kendisini siyasi ve askeri yönden küçülten ABD; Uzakdoğu’da Avrupa’nın ekonomi ve refah devleti hakkındaki şikâyetlerini ciddileştiren, geleceğin yükselen yıldızları Çin ve Hindistan’ın rekabeti; doğuda nasıl baş edeceğini bilmediği, enerji anahtarını elinde bulunduran Rusya; ve güneyde kıta bütünlüğünü tehdit ederek yeni bir popülizmi besleyen göçmenlerle çepeçevre sarılmış durumda. Sosyal ve çokuluslu modeliyle dünyayı değiştirme amacı güden Avrupa, şimdilerde dünya için değişiyor. İşsizliğin getirdiği bir endişe ve yaşlanmakta olan bir toplumla burun buruna. Avrupa, korkunç bir ironinin kurbanı aslında: Sosyal pazar ekonomisi her ne kadar başarılı olduysa da, bugün sosyalliğini yitirmesinden dolayı kendi ürettiği modellerin kurbanı. Bu nedenle reform şart: ‘Avrupa evi’nde dayanıp döşenen mobilyaları kurtarmak için. Ve eğer bu gerçekleşmezse, Avrupa uyumu imkânsız bir görev halini alacak; özellikle de tarihsel komplekslerinden arınarak büyüyen Almanya’nın kendisini Avrupalı’dan ziyade Alman hissetme eğiliminin olduğu bir ortamda.
ÇEVİRİ: RADİKAL