Haber7.com'da yayınlanan söyleşide Sadıkoğlu, Amerikan büyülçesi Edelman'dan sürekli baskı gördüğünü, Fehmi Koru, İbrahim Karagül, Hüsnü Mahalli ve Mustafa İslamoğlu'nu sürekli uyardığını söylüyor...
1 Mart tezkeresinin konuşulduğu döneme geri dönmek istiyorum. O dönemin tek tanığı sizsiniz. Eski Amerika Büyükelçisi Eric Edelman’dan baskı gördünüz mü?
Gördük tabii. Görmedik dersek yalan söylemiş oluruz. Ziyaretime geldi iki saat odamda görüştük. Daha önce danışmanları geliyordu, sık sık onlarla görüşüyorduk. Başkonsolos iki defa beni ofisine ve iftara davet etmişti. Bir gazete yöneticisi olarak çağırıyorlardı. O iftarlarda başka gazete yöneticileri de vardı. Ama o zaman çok kritik bir dönemdi. 1 Mart tezkeresiyle başlayan bir süreçtir. O süreci çok iyi irdelemek lazım. O süreci Mehmet Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert, Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Atalay ve diğer arkadaşlarla birebir yaşadık. Bunlarla biz kader biriliği yapmıştık. İbrahim Karagül ve bütün yazarlar vardı. Sanırım 1 Mart tezkeresinin ikinci günüydü. Ekranlarda bir tartışma oldu ve Yeni Şafak Gazetesi’nin yazarlarının baskılarıyla tezkerenin çıkmadığı söylendi. Bunu bana Edelman da söyledi. “Sizin yazarlarınız çok etkinler ve onların etkisiyle 1 Mart tezkeresi çıkmadı” diye bir ima da bulundu. Yeni Şafak iktidarın sözcüsü, orada çıkan her haber çok önemli, çizgisi Türk – Amerikan ilişkilerini çok etkiliyor, Yeni Şafak’ın yayınları Türkiye’deki Amerika düşmanlığını körüklüyor gibi iddialar vardı. Bunu bana zaten hep söylüyorlardı.
Edelman ile görüşmenizde neler konuştunuz?
Daha çok ben konuştum. Ortadoğu’yu anlatıp örnekler verdim. “Siz Irak’ı işgal ettiniz” dedim. O bölgede uzun yıllar muhabirlik yaptığımı söyledim ve deneyimlerimi anlattım. O ara bizim yayınlarımızdan duydukları memnuniyetsizliği ifade etti.
Sadece ikiniz mi vardınız bu görüşmede?
Ben, Edelman, danışmanı ve bir de tercüman vardı. Daha önce diplomatlar geldiği zaman ben bizim arkadaşları da çağırırdım. Sağdan, soldan, iş dünyasından çok baskı görüyordum. “Aman Amerika ile iyi geçinin!” diye sık sık mesajlar geliyordu. O dönemde siyasi kadrolardan da mesajlar alıyordum. Edelman benimle tek başına daha rahat konuşacağını düşündüm. Tek başıma odamda oturduk. Sadece onun yanında danışmanı ve tercümanı vardı.
HABERLERİMİZİN ARKASINDAYIZ
“Memnuniyetsizliklerini ifade ettiler” dediniz. Sizin cevabınız ne oldu?
Haberlerimizin yanlış olduğunu söylediler. Kaynakların ne olduğunu sordular. Kaynakların yalan olduğunu anlattılar. Ben de kaynaklarımızın doğru olduğunu söyledim. “Haberlerimizin arkasındayız. Bu konuda hiçbir endişem, tereddüdüm yoktur. Eğer bir endişem olsaydı yayınlamazdım “ dedim. Arap dünyasında, Ortadoğu ve Irak’ta birçok dostlarımızın, tanıdıklarımızın olduğunu söyledim. “Bu haberleri bize e-mail atıyorlar” dedim. O sırada posta yoluyla bana bir kaç tane fotoğraf gelmişti. Zarfın içinde 3 tane fotoğraf vardı. Onlara gösterdim ve işte “Bu bir kaynaktır” dedim.
Fotoğraflarda ne vardı?
Amerikan askerlerinin yaptığı işkenceler vardı. Bir kadının kafasına silah dayamışlardı. Kendisine; “işte bu işkence değil mi?” diye sordum.
Edelman fotoğrafları görünce tepkisi ne oldu?
Fotomontaj olduğunu söyledi. Kabullenmedi ve öyle kaldı.
Edelman ile görüşmenizde gazetenizin yazarlarından herhangi birinin ismini zikretti mi?
O konuşmada hiç bir yazarımızın adı geçmedi. “Genel olarak yazarlarınız ve gazeteniz” dedi. Görüşmede daha çok ben konuştum. En sonunda ayağa kalktı ve “Dersimi aldım gidiyorum” dedi. Son sözü bu oldu. Ben de kapıya kadar gidip onu yolcu ettim. Sonra tesadüfen Ankara’da karşılaştık. Edelman ile bir görüşmem daha oldu. Yanında çok iyi Türkçe bilen ve ticari bir ateşe olduğunu söyleyen bir Amerikalı vardı. Amerikalı bana; “Sayın Edelman sizden çok şikâyetçi” dedi. Ben görüştüğümü ve şikâyetinin olmadığı söyledim. O da hala devam ettiğini ve şikâyetçi olduklarını ifade etti. Neticede siz bir yöneticisiniz ve bir sorumluluğunuz var. Gelen de Amerika’yı temsil ediyor, devleti temsilen geliyor. Burada gayet nazik ve kibar olmak zorundasınız. Hem o hem de ben üslubumuza çok dikkat ettik. Ama biraz küstah bir tavırla gelip oturdu, ayaklarını uzattı falan. Bana bir üstünlük sağlamaya kalktı. Ben de aynı şekilde ayaklarımı uzattım. Öyle oturup sohbet ettik.
İş dünyasından da mesaj aldığınızı söylediniz... Peki, hükümetten uyarı aldınız mı?
Özellikle Amerikalılarla iş yapan iş dünyasından çok mesajlar aldım. Evet, siyasi kadrolardan da aldım. Daha dikkatli olmamız konusunda uyardılar. Yalan söyleyecek durumda değilim.
Hangi düzeydeki siyasi kadrolardı peki?
Onu söylemeyeyim. Dışişlerinden de geldi, üst düzey kadrolardan da geldi. Sonuçta hepsi yakın dostlarım o yüzden isim vermek istemem.
FEHMİ KORU, TAHA KIVANÇ’I UYARDIM
Aldığınız uyarılardan sonra yayın politikanızı yumuşattınız mı?
Biraz yumuşatmaya çalıştım. En son Başbakan Erdoğan’ın Amerika seyahati gündeme gelmişti. O dönemde politikayı biraz daha yumuşatmak için çabaladım. İbrahim Karagül’ü defalarca uyardım. Fehmi Koru, Taha Kıvanç’ı uyardım. O da çok sert yazılar yazıyordu. “Aman ağabey biraz daha dikkat etmekte fayda var” dedim. Hüsnü Mahalli’nin, Mustafa İslamoğlu’nun yazılarına müdahale ettim. Evet, sansür uyguladım. Hüsnü Mahalli’nin ayrılmasına ben sebep oldum.
HÜSNÜ MAHALLİ'YE YAZI YAZDIRAN DA BENİM GÖNDEREN DE BENİM
Yeni Şafak Gazetesi patronları buna nasıl izin verdi?
Hüsnü Mahalli’ye yazı yazdıran de benim, gönderen de benim. Kimseye bu konuda hesap vermek zorunda değilim. Kimse de bana hesap sorma hakkına sahip değil. Hüsnü Bey’i; “Gel bizde yaz” diye ben çağırdım. Onu köşe yazarı yaptım. Sonra da; “Kardeşim kusura bakma güle güle” dedim.
Sizi bu kadar öfkelendiren ne oldu? Hüsnü Mahalli’nin hangi yazısından dolayı bu kararı aldınız?
Hüsnü Mahalli bir kaç defa sıkıntılar olduğunu söyledi. “Yazı yazmamayım” dedi. Ben de yazmasını söyledim. Sonra da; “Madem ayrılmak istiyor o zaman ben keseyim “dedim. Hüsnü Mahalli’ye; “Yazılarını kesiyoruz ama sen bizde kalmaya devam et. Dizi yazılar hazırla. Git Ortadoğu’da dolaş, röportajlar yap” dedik. O da; “Siz yazlarımı kestiniz ben artık burada kalmam” dedi.
ALBAYRAKLARIN ZOR GÜNLERDE DİK DURDUKLARINI ÇOK İYİ BİLİRİM
Daha sonra siz de Yeni Şafak’tan ayrıldınız? Siz neden ayrıldınız?
Ben kendi isteğimle ayrıldım. Patronlarla bir sorunum yoktu. Ben sorun çıkaran değil sorunları çözen bir adam oldum. Ayrılmam gerekiyordu o yüzden ayrıldım. Kimseye kırgın değilim. Hala patronlarla görüşüyorum. Albayrakların zor günlerde dik durduklarını ben çok iyi biliyorum.
BU KRİZ İYİ YÖNETİLMEDİ
Neden Fehmi Koru noktasında dik durmadılar?
Onu ben bilemem tabii. Sadece iki kelime söylemek istiyorum. Kurumlar marka ile markalaşırlar. Yeni Şafak öyle kolay kolay markalaşmadı. Büyük sıkıntılar, ızdıraplar yaşanmış, patronları işkenceler görmüşlerdir. Evleri, işyerleri basılmış, çoluk çocukları rehin alınmış bir aile. Böyle bir ailenin Fehmi Bey’in arkasında neden dik durmadığını doğrusu çözmekte çok zorlanıyorum. Ama galiba bu kriz iyi yönetilmedi.
“YENİ ŞAFAĞI SUSTURUN” DİYE YAZILAR YAZDIRILDI
Tekrar o döneme geri dönmek istiyorum. Yeni Şafak Gazetesi, Amerika için korku mu ifade ediyordu?
Amerika gazetelerinde; “Yeni Şafak’ı susturun” diye yazılar yazdırıldı. Bir akşam beni bir zat aradı telefonla; “Ya Selahattin siz bu Edelman hakkında istenmeyen adam kampanyası başlatıyormuşsunuz” dedi. Öyle bir şey olmadığını söyledim. “Amerika’dan bana öyle bir duyum geldi” dedi.
Bu zat bir siyasi miydi?
Evet. Şok oldum. Ben de; “Allah Allah büyük bir iftira, bize ne Edelman’dan, ben sizi zor duruma düşürecek bir şey yapmam. ” dedim. Ahmet Albayarak’a gidip bir zatın beni aradığını ve söylediklerini anlattım. Ahmet Bey; “O nereden çıktı?” dedi. Amerika’dan duyum aldıklarını söyledim. Bu belgeler ortaya çıktığında öğrendik ki o tarihte Edelman Amerika’ya bir bilgi notu geçmiş olacak sanırım. “Bu Yeni Şafak denilen gazete beni burada istenmeyen adam ilan edecek” diye bir mesaj geçti ki oradan bizimkileri arıyorlar. “Aman Amerika Dışişleri harekete geçiyor, siz ne yapıyorsunuz?” falan... Hiç aklımızdan bile geçmeyen bir olay. Bizim Edelman ile ne işimiz var? Niye kampanya başlatacağız? Niye istenmeyen adam ilan edeceğiz? Ben hala bunu anlamış değilim. Bizim Edelman ile kişisel bir problemimiz yok. Bizim Amerikalıların Irak’ta yaptıkları işkencelerle işimiz var. Orayı takip ediyoruz.
İbrahim Karagül, Fehmi Koru’nun gazeteden ayrılışı ile ilgili daha sonra hiç konuşmadı. Siz kendisi ile konuştunuz mu?
Yazıyı yazdığı gün aradım. “İbrahim çok acele etmişsin keşke biraz bekleseydin. Belki daha ciddi belgeler ortaya çıkardı” dedim. “İşte ben yazdım. Oturup konuşalım” dedi. “Her şeyi ben yaşadım keşke yazmadan önce bir sorsaydın” dedim. O zaman bir yere gidip sohbet etmek istedi.
OLGUN DAVA ADAMLARI BİRBİRLERİNİ EN İYİ ANLAYANLARDIR
Umur Talu “ Gülü seven dikenine katlanır” diye bir başlık attı. Dolayısıyla Fehmi Koru’nun gazeteden ayrılışını Gül ve Erdoğan çatışmasına bağladı. Böyle bir çatışma var mı sizce?
Abdullah Bey’i iyi tanıyorum. Fehmi Koru ile de 1970’lerden beri beraberdik. Benim en iyi tanıdığım iki kişiden biri Abdullah Bey biri de Fehmi Koru. Tayyip Erdoğan’ı ben daha sonra tanıdım. Arardım, görüşürdüm. 1991 seçimlerinde gidip yanında yer aldım. Gittim kahveleri dolaştım. İyi tanıdığım iki isim arasında sürtüşme olduğuna inanmıyorum. Olabileceğine de ihtimal vermiyorum. İnançlı insanlar bunlar. Olgun dava adamları birbirlerini en iyi anlayanlardır.
Yani Fehmi Koru, Gül’ü sevdiği için dikenine katlanmıyor…
Fehmi Bey Abdullah Gül’ün arkadaşı. Milli Türk Talebe Biriliğinde ve İngiltere’ye beraber gittiler daha sonra aynı yerde beraber kaldılar. Yıllardan beri birilerini tanırlar, ailece evlerine giderler. Hala da öyleler. İstediği zaman Fehmi Bey Abdullah Bey’i arar ve eşini alıp gider. Çankaya’da oturup sohbet ederler. Ama bunun bu noktaya gelmesini ben anlamıyorum doğrusu. Benim tanıdığım Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan böyle bir şeye girmezler. Şimdi Fehmi Koru bunlar için kurban oldu demelerinde biraz art niyet görüyorum.
Bundan sonra Fehmi Koru’nun ne yapacağına dair bir fikriniz var mı? Yazı yazacak mı?
Fehmi Koru kısa sürede bir yerde yazar. Adresini bilmiyorum ama bir yerde yazar. Onu boş bırakmazlar. Fehmi Koru bir marka. Marka olmak öyle kolay değil.
Merkez medyada yani Doğan Grubu’nda olabilir mi?
Sanmıyorum. Bilmiyorum tabii ama öyle bir ihtimal vermiyorum.
Röportaj: Nursel Tozkoporan
Haber7