Abdüllatif Şener'in son bombası
Türkiye Partisi Başkanı Abdüllatif Şener, Başbakan Erdoğan ve AK Parti hakkında inanılmaz açıklamalar yaptı.
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-01-02 13:00:56
Hükümetin Kürt sorununu çözmek için bir planı olmadığını söyleyen Şener, “Önce ‘Kürt’, sonra ‘demokratik açılım’ dediler. İktidar bunu özgün iradesiyle değil, dış güçlerin telkiniyle gündeme getirdi” dedi.
Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, eski yol arkadaşlarına yüklenmeye devam ediyor. Şener, Vatan’ın gündemdeki konulara ilişkin sorularını şöyle yanıtladı:
Yılın son günlerine MGK açıklaması damga vurdu. Bildiriyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geleneksel, resmi üslubumuzu koruyan bir bildiri. Bir anlamda da görev savmak gibi düşünüyorum. Ülkenin güvenliği, ana gündem maddesi haline gelmiş. Kurul toplanmışken olay görmezlikten gelinemezdi. Bazı adımların atılması lazım. Ama bu zor işleri yapacak kurumlar arası bir işbirliği ortamı olmadığı için, görev savma niteliğinde bir açıklama. Süreci belirleyen artık bu ülkenin kurumları değildir. Geldiğimiz noktanın özeti budur.
Kim belirliyor?
Burada “Daha dinamik olan nedir” ona bakmak lazım. Devlet bütün kurumlarıyla statükoyu temsil ediyor. Siyasetin, güvenliğin, diplomasinin, istihbaratın bir araya geldiği MGK, rutin bir açıklama yapıyor ve başka bir şey yapmıyor. Dinamik bir karar almıyor. Ama devlet dışında her yerde dinamik bir hareketlilik görüyorsunuz. Bugünü belirleyen, gündem oluşturan, geleceği çizmeye çalışan dinamik yapı, devletin ve kurumlarının dışında yürüyor. O zaman da ister istemez “bu ülkenin geleceğini kimler çizecek?” diye kaygılanıyorum. İşin içinde dış dinamikler var, devletin yapısı dışında dinamikler var.
İç dinamikleri sayar mısınız?
Türkiye’de ister istemez sivil örgütlenmeler var. Güneydoğu’da bu yapıyı iyi görüyorsunuz. Devleti bir kenara koyarsak, en dinamik aydınları mıdır, değil. Ülkenin en başarılı, dinamik örgütleri sermaye veya geleneksel sol çevreler midir, hayır. Üç dinamik var: Dış dinamikler işliyor ve içerde en dinamik kesimler; Kürtler ve bazı cemaatlerdir.
Kürtler dediniz ama devlet de örneğin Öcalan ile görüşerek bunu yapmıyor mu?
Zaman zaman görüşmeler de görev savmak, durumu geçiştirmek için yapılır. Mesela siyasi partiler arasındaki görüşmeler de öyledir. İmralı ile kimler görüştü hala bilen yok. Bu konuda devletin dinamik bir unsur olduğunu göstermiyor. Devlet bütün kurumlarıyla statükoyu temsil ediyor. Hem de tüm tarihi geleneğimizden farklı olarak.
Nasıl bir fark?
Tanzimattan bugüne kadar değişimin bütün öncülüğünü devlet yapmıştır. Devlet değiştirmiştir. Meşrutiyete geçiş öyledir. Demokrasiye geçişte de devleti temsil edenler değişim kararı almışlardır. Ama bugün devlet bu öncü ve hakim niteliğini kaybetti. Dış dinamikler ve ademi merkezi sivil güçler bugünün gündemini belirlemekte ve geleceği şekillendirmeye yönelmektedir.
Devletin ‘Kürt açılımıyla’ ilgili bir senaryosu, kurgusu yok mu yani?
Benim gördüğüm bir planı yok. 1983’ten beri ne söylüyorsa aynı noktada. Ama gittikçe işler zorlaşıyor. İktidar, devletin geleneksel söylemeni bozmak istedi. Önce “Kürt”, sonra “demokratik açılım” dedi. Ama ne içindeki belli oldu, ne de hala anlaşılabildi. İktidarın ve devletin planlamasının dışında gelişmeler oldu. İktidar bunu özgün iradesiyle değil, dış güçle telkiniyle gündeme getirdi.
Cumhurbaşkanı, MGK’dan hemen sonra Diyarbakır’a gitti. Zamanlamayı nasıl buldunuz?
Cumhurbaşkanı’nın inisiyatifinde olan bir şey değil. Bölgeyi yönlendiren güçler bu gezinin nasıl tamamlanmasını arzu ettiyse o şekilde tamamlanacak.
Kürtçe konuşması bir mesaj mıdır?
Artık aradan çok sular aktı. Bundan sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanın Kürtçe kelime söylemesinin hiçbir değeri yok. 2004’te ilk defa orada ben Kürtçe konuştum. Bu safhadan sonra Türkçe konuşmak daha iyidir bence.
Başbakan bütçede BDP’yi hedef alan sert bir konuşma yaptı. Zirvede farklı bir fikir var mı?
MGK’nın başında da Sayın Cumhurbaşkanı var. Dolayısıyla ikisinin uslübu da aynıdır. Bir farklılık yok.
“Ben ayrı devlet istiyorum”un önüne geçilebilir mi peki?
Dünyada 190 civarında devlet var sanıyorum. Ama yeryüzünde konuşulan 4 bin dil var. Uluslaşmak demek devletleşmek anlamına gelmeyebilir. Herhangi bir devleti ele aldığınızda farklı uluslardan meydana geldiğini görüyorsunuz. En tipik örneği ABD’dir. 72 millet var orada. Çok homojen gördüğümüz Avrupa devletleri de öyle. Burada en kötüsü ve en tehlikelisi, ne yaptığını bilmemektir.
Biz biliyor muyuz?
Şu an devlet cephesinde, hem siyasi partiler itibariyle, hem de diğer unsurlar itibariyle ne yaptığını, sınırlarının ne olması gerektiğini bilen ve belirlemiş kimse yok.
Peki böyle yapı sorunu nasıl çözecek?
Bu hiçbir parti ve kurumun tek başına yürüteceği iş değil. Türkiye’de kurumlar var, siyaset bunlardan biri. Yargı, diplomasi, güvenlik birimleri, üniversiteler. Bir araya gelmeleri lazım. Türkiye’nin Kürt sorunun çözememesindeki en büyük eksikliği kurumlar arasındaki güven bunalımıdır. Böyle bir ortamda işbirliğiyle devlet politikası üretmek zorlaşır. Bu konuyu görüşmek için masanın etrafında toplanan kurumlar, içtenlikle bilgi paylaşmak, güvenmek yerine, birbirlerine bakarken “Birinin ayağı kaysa da ben avantaj sağlasam” diye düşünüyor. Söylediklerime karşı çıkanlar olsa da, beni sustursalar da gerçek budur. .
Ülkenin ‘dinamik olmayanları’ olarak ortaya koyduklarınız bunu yapamazlar mı?
Şu andaki halleri modası geçmiş, eskide kalmış bir kesim görüntüsü veriyor. Değillerse olmadıklarını göstermeleri lazım. Ben ortada dinamik başka bir kesim görmüyorum. Hatta aydın olmak demek bile bu dinamik süreçlere teslim olmak anlamına geliyor Türkiye’deki pek çok aydın sanılan kişi için. Mesela sendikalar. Eskiden hak taleplerinde, eleştirel bakışın topluma yayılmasında öncülük yaparlardı. Bugün sendikacılık yok olmuştur. Tekel işçilerine sahip çıkamamış bir sendikacılık vardır.
BENCE HALK ERDOĞAN’I CUMHURBAŞKANI SEÇMEZ
Bir bölümde de ‘Sesini çıkarana Ergenekoncu yaftası yapıştırılıyor’ endişesi var?
Var ama yaptığınız işin doğru olduğuna inanıyorsanız, tehditlerden, şantajlardan yılmayacaksınız. Ama aydınlarımız, STK’larımız bu yüzden konuşmuyor diyorsanız bu tasvir ettiğim manzaradan daha vahimdir.
Konuşamayanlara hiç mi hak vermiyorsunuz?
Şöyle bir durum var; Türkiye’de öyle bir yapı, hukuki düzen kurulmuş ki, güçlüler istediklerini suçluyor. Sistem istediğinin yakasına ‘vergi kaçakçısı diye yapışıyor, istediğine ‘imar kaçaklı binada oturuyorsun’ diye yapışıyor, ‘trafik suçu işledin’ diye yapışıyor. Hiçbir kabahati olmayanı da ‘Böyle olma ihtimalin var. Sen Ergenekoncusun’ diye içeri atıyor. Ama yılmamak lazım. Türkiye’de algılamalarda bir sorun var her şeyden önce. Sürekli kasetler servis yapılıyor.
Ve herkes içerikten söz ediyor?
Aynen öyle. Bu içerik tartışması değildir. Kim servis ediyor bunları? Böyle hukuk devleti olamaz. Kim bunları çekiyor bunu konuşmalıyız.
Bugün AB ilerleme raporuna bile haksız vergi cezaları uyarıları giriyor, Economist Dergisi hibrit ülke benzetmesi yapıyor?
Gelir idaresi Kanunu çıkarken ben ısrarla vergi inceleme memurlarına sorumluluk getirilmesini savundum. Maalesef Türkiye sorumsuz yetkililer ülkesi haline gelmiştir. O kadar çok yetki sorumsuzca birilerine verilemez. Memur rastgele rapor yazacak, hiçbir sorumluluğu olmayacak. Ama sen onu düzeltmek için ömrünü vereceksin. Böyle hukuk düzeni olmaz. Çürük rapor yazan inceleme elemanları için yaptırımlar olmasını önerdim. Bizim Kemal Unakıtan’la tartışmalarımızdan biri buydu. “Hayır olmaz” dedi.
2011 seçimleri geliyor arkasından Cumhurbaşkanlığı meselesini tartışacağız?
Başbakan aday olmak isterse aday olur. Halk seçer mi seçmez mi ayrı bir konu. Bence seçmez. Başbakan aday olduğu taktirde de Cumhurbaşkanı aday olamaz. Matematik formüller böyledir.
Nasıl bir formül?
Anayasaya göre 20 milletvekilinin aday göstermesi gerekir. Başbakan’ın ‘adayım’ demesi, bütün milletvekilerinin imzasını alması durumunda Sayın Cumhurbaşkanı’nı teklif edecek milletvekili bulamazsınız. Şu tablo muhalefetin Sayın Gül’ü aday göstereceği sinyalini vermiyor. Dolasıyla Sayın Başbakan ‘adayım’ derse karşısında cumhurbaşkanı olmayacaktır.
Neden seçilemez diyorsunuz. AKP oyu Başbakan’ın karizmasıyla almıyor mu?
Kavramlar üzerinden sürekli ayrıştırırak siyaset, sürekli kavga yaptı, ötekileştirdi. Kendi seçmenini pekiştirdi, kitlesini kendisini destekler hale getirdi. Ama bu yüzde 50’yi aşmaya yetebilecek niteliğe sahip değil bence. Anayasa oylamasını parti, genel başkan oylaması olarak değerlendirmiyorum. Diğer tüm seçim sonuçlarına baktığımızda da Başbakan’ın yüzde 50’lik potansiyele sahip olmadığını görüyoruz. Karşısındaki adaya da bağlı olarak Başbakan’ın seçilme ihtimalini zayıf görüyorum.
Başkanlık sistemi olur mu?
Başkanlık sisteminden değil, sistemin yanlış kurgulanmasından endişe ediyorum. Gerçekten yürütme ile yasama, yargı arasındaki dengelerin iyi kurgulandığı, iyi kurumsallaştırıldığı bir başkanlık sisteminde vatandaşlar kendilerini özgür hissederler.
‘Mehmet Akif’ten başka şair bilmiyor’
Ankara’daki restoran olayına ilk karşı çıkan isimlerden birisiniz?
Polisin ailelerin yanındaki çocukları alma gibi bir yetkisi yok. İlgili madde ‘pavyon’ diyor. O uygulamalarda ilgililer kanuni yetkilerini aşmışlardır. Polis müdahale edecek de o çocuğun psikolojisini nasıl etkileyecek peki?
Şarabın tadını hala bilmiyorsunuz galiba?
Bilmiyorum. Hala öğrenemedim (gülüyor)
Sayın Başbakan, Mehmet Akif’ten şiirler okuyarak birlik mesajları veriyor?
Başbakanı böyle tanımlamıyorum. Bildiği başta şiir olmadığından Mehmet Akif’i okumuştur. Onu da mutlaka kıyısından köşesinden yanlış okumuştur. ‘Ama konuşmalarında çok değişik şairlere ait bilmediğimiz şiirleri okuyor’ diyeceksiniz... O metinleri kendisi hazırlamıyor. Danışmanlar hazırlayıp, oradan buradan çok eksantrik şeyler bulup getirip önüne koyuyor, camlara yerleştiriyorlar, onları okuyor. Ama böyle bir şey söyleme ihtiyacı duyduğunda önünde, camda metin olmadığında okuyabileceği başka bir şey yok. Strateji olduğunu hiç düşünmüyorum.
VATAN
SON VİDEO HABER
Haber Ara