Öneş: Özerklik projesine PKK’nın demokratik sürece katılım çabası olarak bakmak gerekir. PKK siyasi hareketi ilk kez kendi fikrini tartışmaya açıyor, eleştirileri dinliyor. Bu, tarihi öneme sahip bir başlangıç.
Eş başkanlığını siyasi yasaklı eski DTP milletvekilleri Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un yaptığı Demokratik Toplum Kongresi, geçen hafta sonu Diyarbakır’da, farklı kesimlerden isimlerin katıldığı bir çalıştayla demokratik özerklik tasarısını kamuoyunun bilgisine sundu, yani tartışmaya açtı. Bir haftadır da kesintisiz olarak tartışılıyor.
Bu tasarı, nihai hedefi ayrılmak olan bir yolda atılan ilk adım mı yoksa bölünmeden bir arada yaşayabilmek için harcanan bir çaba mı? “Demokratik Özerk Kürdistan” taslağını, ne anlama geldiğini, nasıl karşılam gerektiğini, meseleyi çok yakından ve tüm boyutlarıyla bilen, çalıştaya da katılan eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ile konuştuk. Kırk bir yıl çalıştığı Milli İstihbarat Teşkilatından 2005’te 64 yaşında emekli olan Öneş, 1989-1991 yılları arasında Diyarbakır bölge başkanlığı yaptı. Sönmez Köksal'ın müsteşarlığı döneminde psikolojik istihbarat başkanlığı görevine getirildi, MİT’in sivilleşmesi sürecinin aktörlerinden biri oldu. Öneş’in Kürt meselesi ve PKK dahil, memleket meseleleri ve çözümleriyle ilgili makale ve röportajlarını içeren Türkiye Ekseni adlı ilk kitabı Yakın Plan Yayınları arasından çıktı.
Demokratik Toplum Kongresi’nin Diyarbakır’da düzenlediği çalıştayda katılımcılar aracılığıyla Türkiye toplumuna bir demokratik özerklik taslağı sunuldu. Tartışmalar sürüyor, Türkiye’den ayrılmak gibi bir nihai hedefin bir aşaması gibi görüldüğü için de şüpheyle yaklaşılıyor.
Çalıştay’da konu tüm yönleriyle Kürt meselesi idi ama çalıştayın ikinci günü sunulan Demokratik Özerk Kürdistan Projesi tartışmalara yol açtı. Esasen demokratik özerklik kavramı 2008’den itibaren var, BDP’nin programının bir eki olarak TBMM’de de dağıtıldı, dolayısıyla medyada ve kamuoyunda da tartışıldı.
Çalıştaya siz de katıldınız. Eski bir istihbaratçı olarak gözlemleriniz neler, ‘ne’dir sunulan?
Demokratik özerklik taslağını sunarken siyasi boyutuyla, hukuki, öz savunma, kültürel, sosyal, ekonomi, ekoloji, diplomasi boyutuyla bir açıklama yapıldı. Bir ulus devlet yapılanmasının reddedildiği gerçeğine özellikle vurguladılar. Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde bir tanımlama yaptıklarını açıkladılar. Ve demokratik özerklik açıklamalarının dünyadaki pratiklerden ayrı olduğunu; ayrılık pratiğinden ayrı olduğunu; bir federasyon pratiğinden ayrı olduğunu; Türkiye’ye özgü üçüncü bir yol olduğunu ifade ettiler. Türkiye’nin bütünlüğü kavramını esas aldıklarını vurguladılar.
YENİ BİR TOPLUM İNŞASI
PKK bir süredir bunu söylüyor zaten.
Tabiî ki açıklamaları değerlendirdiğimizde bunların, Öcalan tarafından çeşitli tarihlerde açıklanmış görüşleri ifade ettiğini hatta Öcalan’ın kelimelerinin dahi buradaki metne yansıtıldığını gördük. Ayrıca açıklamalardan yeni bir toplum inşasının söz konusu olduğunu anlıyoruz. Yeni bir toplum inşa ederken devleti reddeden bir anlayışın hayata geçirildiği ifade ediyorlar fakat devlet olmadan yeni bir toplumun nasıl inşa edileceğine de cevap vermiyorlar.
ÜTOPİK AMA ÇOK ÖNEMLİ
Bu da tartışıldı mı çalıştayda?
Bu açıklamaların demokrasi kavramı ve içeriği bakımından net olmadığını, devletin, ulus devletin reddedilmesine karşın siyasi merkezin ne olduğu konusuna cevap vermemesi açısından ciddi değerlendirmeler yapıldı. Hatta ben açıklamaların ütopik olduğunu, devletin yerine ikame edilmek istenen merkezi siyasi yapının açıkça söylenmesi lazım geldiğini, bunun PKK veya isim değiştirmiş bir PKK olduğunun burada görüldüğünü, böylesi bir toplum inşasının bir otoriterlik şemsiyesini mutlak ortaya çıkaracağını, bu yapının çoğulcu demokrasi kavramıyla da ters düştüğünü, sadece Kürdistan gibi böylesine etnik bir coğrafi yapıyı şekillendiren bu yapının ayrıca bir de Türkiye’yi şekillendirme gibi bir söylemi bulunduğunu; böylesine ütopik bir yapının siyasal sorunları silah olmadan çözen bir toplumsal yapıda tartışmaya katılması ve esas büyük ana grubun da desteğini alması gerektiğini, bu tartışmalar sonucu ortak bir anlayışın TBMM’ye yansıyarak orada kabullenilmesi gibi bir süreci içerdiğini, bu sürecin de çok uzun bir süreç olduğunu, dolayısıyla ütopik olduğunu, bu durumun kabul edilmesinin mümkün olmadığı gibi bir durumu yarattığını ifade ettim. Ayrıca bir sosyalist dilin jargonun kullanıldığını, bu jargonun da klasik sosyalizme bir milliyetçilik tanımlaması sokarak sosyalizmin milliyetçiliği gibi yeni ve garip bir durumu ortaya çıkardığını ifade ettik.
KÜRTLER DE BÖYLE YAŞAMAK İSTEMEYİZ DEDİ
Kürt etnik kökenli katılımcılar nasıl değerlendirdi tasarıyı?
BDP ve DTK’de yer alan farklı görüş sahibi arkadaşlarımız da eleştirdiler öneriyi. Hatta bazı STK’lardan Kürt kimlikli arkadaşlarımız “çoğulculuğu reddeden ve otoriter bir yapıyı zorunlu kılan bir anlayışın şekillendirdiği bir yapı içersinde şahsen ben yaşamak istemem çocuklarımızın da yaşamasını istemeyiz” şeklinde fikir beyan ettiler.
Nasıl karşılandı eleştiriler, şaşkınlığa, öfkeye ya da hayal kırıklığına yol açtı mı?
Ben bir konuya daha dikkat çekmiştim. Jargon şeklinde, ütopik ifadelerle veyahut toplumun büyük kesimini rahatsız eden, örneğin Abdullah Öcalan’ın ismi kullanılarak, ona, PKK’ya referans verilerek yapılan açıklamaların ve demokrasi çoğulculuk kavramına çok ters düşen bu kavramların yeni bir anayasa yapımında dahi engelleyici olabileceğini, Türkiye’nin demokratikleşmesinde yeni engeller olabileceğini söyledik. Siyasetin toprağa daha sağlam basan bir temelde gerçekleştirilmesi gerektiğini ve tüm Türkiye demokrasisi açısından meseleye bakılması gerektiğini ifade ettiğimizde tebliği hazırlayan genç arkadaşlardan birinin: “Devletin bugüne kadarki uygulamaları bizi bu noktaya getirdi, biz toprağa sağlam bastığımız için bugüne gelebildik, insan unsurumuza güvenerek gelebildik” şeklinde bir ifadesi oldu. Ama sonra toplantı içindeki temaslarımda bir diyalog arayışının canlı şekilde bulunduğunu, hatta benimle dahi görüşmek istediklerini, deneyimlerden yararlanmak isteklerinin bulunduğunu ifade ettiler. Benim en önemli saptamam da bu: Barış talep ediyorlar, Türkiye’nin bütünlüğü konusunda çok hassaslar.
PKK DEMOKRATİK BİR ARAYIŞ İÇİNDE
Önerinin zamanlamasını nasıl değerlendirmek lazım?
Önce şunu tespit etmemiz gerekiyor: 1) Türkiye, demokratikleşme süreci dinamiği sürekli yükselen bir ülke. Demokrasisine derinlik kazandırdığı kurumsallaştırdığı bir ortamı yaratma mücadelesi içinde ve Türkiye dinamikleri küresel dinamiklerde böylesi bir sürecin yaşanması konusunda olumlu şekilde kesişmekte. 2) PKK silahlı hareketinin silahlarının sonlandırılması konusunda arayış içinde olduğu bir süreç bu süreç. Bazı tehditlere rağmen seçimlere kadar tek taraflı ateşkes gündemdedir, bu çok önemlidir. Süreç PKK’nın silahlarını bıraktırılması istikametinde gelişme göstermektedir, buna devamlılık kazandırılması önemlidir.
O halde, PKK da böylesi bir süreci yaşarken bunu çok güçlü taktiksel reflekslerle siyasete yönlendirme ve Kürt siyasetinin yaklaşan seçimlerde en etkili şekilde sonuç almasını sağlama gibi bir arayış içerisindedir. Ve yaklaşan seçimler dolayısıyla bu konu diğer siyasi partilerimiz tarafından da taktiksel şekillerde değerlendirilen bir meseledir.
Bu, seçim süreci sonuçları bakımından Türkiye demokrasi gelişim hamleleri bakımından çok önemlidir. Bir de seçim sonrası yeni bir anayasanın yapılması bakımından da tüm Türkiye’yi ilgilendiren yeni bir durumla karşı karşıyayız -ki bu yeni anayasanın nitelikleri kapsamı kapsayıcılığı ve tüm toplumsal taleplere cevap verebilir bir yapının oluşturulması; sadece Kürt meselesinin, PKK silahlı hareketinin sonlandırılması değil diğer toplumsal sorunlarımızın da çözümüne zemin hazırlayacak yeni bir başlangıcın ifadesi olacaktır.
İşte böylesi bir ortamda PKK siyasi hareketinin sözcülüğünü yapan bir grup gencin hazırladığı demokratik özerklik gibi bir programla karşı karşıya bulunuyoruz.
ÇALIŞTAY TARİHİ BİR BAŞLANGIÇ
Bunu taktiksel mi buluyorsunuz?
Taktiksel yönü de var ancak PKK siyasi hareketinin demokratik sürece katılımının arayışları olarak da, yani meseleye stratejik açıdan da bakmak gerekir.
Ben bir defa, eksiklikleri aksaklıkları veyahut da hiç olmazlıklarıyla gerçek dışı değerlendirmelerini bir kenara bırakarak, böylesi bir somut projeyle ortaya çıkılmasını önemsiyorum. Bu somut projeyle ortaya çıkılmasıyla “Ben artık demokratik süreçler içine girmek, kendimi ifade etmek istiyorum” diyen bir sesi de tüm taktiksel arayışlarına rağmen görüyorum.
Ve Türk siyasal hayatında PKK silahlı hareketinin bir legal süreç içinde, çalıştay içinde kendisine ait bir düşüncesini ilk defa tartışmaya açtığı bir toplantı. Eksik olmasına rağmen kendisinden çok farklı görüşleri birlikte barındıran bir çatı altında, eleştirileri dinlemesinin ve bunu öğrenmesinin bir önemi, tarihi bir başlangıcı olarak gördüğümü, görmek istediğimi söylemek istiyorum.
TÜRKİYE BU ARAYIŞI DESTEKLEMELİ
PKK’nın kendi muhaliflini ortadan kaldırmak konusunda ciddi bir pratiği olduğunu biliyoruz. Orhan Miroğlu’nun tehdit edilmesi, Osman Baydemir’in azarlanması son örnekler. Kendi bünyesi dışındakilerin eleştirilerine açıkken, kendi içindeki –Kürtler içindeki- farklı sesleri bastırmak istemesi, bu konuyu devletle ve Kürtler dışındaki toplum kesimleriyle tartışırken Kürtler adına tek söz sahibinin kendisi olduğunu kabul ettirmeye mi çalışmasından mıdır?
Türkiye genelinde dahi demokrasimizi vesayetten kurtarma, vesayetsiz bir yeni anayasa yapma, demokrasimizi derinlikli şekilde, evrensel değerler çerçevesinde şekillendirme kurumsallaştırma arayışı içindeyiz. Türkiye böyle bir geçiş süreci yaşarken, PKK da silahlarını gömerek demokratik sürece katılabilmenin arayışı içinde, doğru ve yanlışlarıyla birlikte böyle bir arayış içinde. Önemli olan bu demokratik sürece geçişte doğruları ortaya koymak, yanlışları eleştirmektir. Hatta Türkiye’nin genelinde bu süreci şekillendiren siyasi iktidarımızın, TBMM’nin ve siyasi partilerimizin, bu geçişteki eksikleri tamamlama, yanlışlıkları düzeltme ve olabilecek destekleri yönlendirme konusunda sorumlulukları var.
Bu metni eleştirirken, bunun demokratik sürece katılımın işareti olmasının önemsenmesi gerektiğini, eleştirilerin demokratik kriterler bakımından en açık şekilde yapılmasını ve o tarafın değişimine, demokratik sürece katılımına imkan verici şartlarda bir zafiyet yaratılmaması gerektiğini söylemek istiyorum. Türkiye büyük ve güçlü bir ülke. Türkiye siyasetçileri de bu büyük ve potansiyeli çok güçlü ülkenin demokratikleşme adımlarında böylesine geçiş süreçleri yaşayan PKK gibi Kürt siyaseti gibi yapılara da verilmesi gereken desteği vermesi gerekir.
MUHTIRA BİR HAYALKIRIKLIĞI YARATTI
Şiddetten siyasete, silahtan söze doğru bir evrilme var gerçekten de. Türkiye demokratikleşme ve Kürt meselesi gibi diğer meselelerini de çözme yönünde bir çaba gösteriyor. MHP ve CHP’nin Kürt meselesinin çözümüne katkı sunmayışı, yapıcı politika yürütmeyişi, sorun morun yok tavrı, meseleyi AK Parti ve BDP arasında bırakıyor. Ve demokratikleşme çabalarına rağmen Kürt meselesinin ancak şiddetle savaşla çözüleceğini düşünen çetin bir çekirdek de varlığını koruyor. Böyle bir süreçte BDP’lilerin iki dil açıklaması evvela TSK muhtırasıyla cevap buldu!
Türkiye demokratlarına çok önemli bir sorumluluk düşüyor. Böylesi bir süreçte Kürt siyaseti içinde de aşırılıkçılar ayrılıkçılar veya silahlı mücadelenin devamından fayda umanlar olduğu gibi Türkiye’nin genelinde de hala demokratik sürecin gelişimine, derinlik kazandırılmasına karı çıkan jakoben bir anlayışın var olduğunu görebiliyoruz. Şunu açıklıkla ifade edelim ki Genelkurmay’ın açıklaması toplumda Türkiye demokratlarında hayal kırıklığı yaratmıştır. Yaşananlardan ders alınması gerekiyor. Ayrıca Türkiye’nin potansiyele gücü gelişen demokrasi gücü öyle Türkiye’nin bölünmesi parçalanması gibi bir şeye asla hiçbir zaman imkan vermez. Türkiye’deki siyasi farklılaşma da demokratik süreçlerde, TBMM’nin kararı ve inisiyatifiyle, toplumla siyasetin bütünleşerek ortak kararlarıyla şekillenmesini sağlayacak bir yapıdadır. Onun için zaten buna toplumsal dinamiklere dayanan siyasal irade, sivil irade karar verebilir. Sivil irade dışındaki kurumsal yapıların bu tür açıklamaları topluma sadece zarar verir, bundan önce de olduğu gibi.
PKK GEÇMİŞ HATALARINI TEKRARLIYOR
Amaç sürecin sağlıklı yürümesi ise tek taraflı bir sorumluluktan bahsedilebilir mi?
Böylesine değişim yaşandığı bir süreçte toplumda bazı kavramların söylemlerin de niteliği şekli çok önem kazanıyor. Geçmişten ders aldığımız bir durumda geçmişin hatalarını da tekrarlamamak zorundayız. Mesela özerklik kelimesi, hassasiyet, ayrışma, bölünme yaratan bir kelimedir. Tartıştığımız konu özerklikten, ayrılmadan ziyade bir yerel yönetimler meselesidir. Özerklik yerine yerel yönetimler meselesinin niteliğini nasıl olacağını tartışmalıyız. Yerel yönetimler meselesini bölgesel yönetim olarak, AB kriterleri çerçevesinde şekillendirilmesinin Türkiye’ye getireceği yarar ve zararlar şeklinde tartışmamız gerekiyor. Ülkenin toplumun bütünlüğü içinde ve âdemi merkeziyetçilik yerel yönetim şeklinde ele aldığımız zaman tartışmalarımız daha seviyeli ve sağlıklı olacaktır. PKK da silahlı hareketi geçmiş alışkanlığı ve yapısını bugün demokratik sürece geçerken de tekrarlama gibi bir hatanın içerisindedir.
PKK, BDP’Yİ RAHAT BIRAKMALI
Bunu biraz açabilir miyiz?
PKK siyasetini tüm Kürtlere teşmil etme ve kendi ideolojik yapısı içinde çoğulculuğu ortadan kaldırarak bir hareketi bütünleştirme ve kendini kabul ettirme gibi bir arayışın içindedir KCK gibi yapılarla. PKK samimiyetle silahların bırakılmasına, barış şartlarının yaratılarak demokratik sürece girilmesinin koşullarını arıyorsa, otoriter çoğulculuğu reddeden yapısını terk ederek çoğulcu Kürt siyasetine imkân tanıyan ve demokratik siyasetin kriterlerini benimseyen bir arayışı kabullenme ve pratiğine geçme gibi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Zaten bu özerklik taslağı da en büyük tepkiyi o noktada aldı.
Bugün PKK’nın etkilediği kitleler üzerinde siyaset yapan bir Barış ve Demokrasi Partisi var. BDP bu kitlelerin talepleri konusunda hassasiyetini korurken ve bu talepleri hayata geçirmek isterken BDP’yi de kontrol eden bir PKK mekanizması, KCK gibi ya da başka adlar altında hayatta tutulmak istenmesi bana göre bir an evvel terk edilmesi gereken bir büyük hatadır.
BDP’nin demokratik siyasetini Türkiye partisi olarak geliştirmesini ve demokrasi kriterlerinin yükseltilmesiyle, TBMM’deki yapısıyla çözümün en önemli aktörlerinden biri olarak kabullenilmesine güçlü bir zemin yaratılması, çözüm yönünde PKK açısından da, tüm Kürt siyasetleri açısından da, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından da çok önemlidir. Demek ki PKK bugün kendi kitlesi üzerinde demokratik siyaset yapan kurumları serbest bırakma hatta önünü açmak gibi bir tarihi sorumlulukla karşı karşıyadır. Bir gerçekliği de ifade edelim: Öcalan’a da burada büyük ve tarihi bir rol düşüyor, Kandil’e de düşüyor, PKK içinde çözüm isteyen liderlik kadrolarına böyle bir sorumluluk düşüyor. Bunun görülmesi gerekiyor.
PKK KÜRTLER ARASINDA AZINLIKTA
Bunun kim tarafından görülmesi gerekiyor?
Türkiye halkının görmesi gerekiyor çünkü güven sorunu günümüzün en önemli sorunudur, hem siyasi iktidar, hem siyasi partiler hem de PKK ve diğer Kürt siyasetleri açısından. Güven yaratıcı adımlarda PKK’nın demokratik çoğulcu sisteme geçişte BDP’nin bağlı olan kollarının bağını artık mutlaka çözmesi gerekiyor.
Bunun bir temenni olarak kalma ihtimali de, riski de var sanki. Öcalan kendi sesinden başka ses istemiyor gibi görünüyor?
Bu bir temenni değil, şöyle bir gerçekliği ifade ediyor: Çünkü bugün PKK, Kürt kimliğini kullandığını varsaydığımız kitlesel tabanın üçte birine hitap ediyor. Seçimlerde aldığı oy oranı 2 buçuk 3 milyon. 20 milyonu bulduğu söylenen bir Kürt nüfusu içinde PKK esasında azınlık durumundadır. Bu kadar büyük bir tabanın talepleri zaten sivil toplum kuruluşlarıyla demokratik unsurlarla ortaya çıkmaktadır. Bunu günümüzde de yaşıyoruz, bu toplantı da yaşadık. Bu bir gerçektir.
SİLAHSIZLANMAZSA TASFİYE OLACAK
Bu gerçeği PKK görmezse ne olur?
Böylesi bir gerçeği görmeyen ve böylesi bir sürece, demokratik kurumları serbest bırakma sürecine adım atmayan PKK’yı esasında Kürt siyaseti Kürt kimlikli vatandaşlarımızın tepkileri ortadan kaldırır. Silah gücüyle, dar anlayışlı güvenlik anlayışıyla PKK sorununu nasıl çözemediysek ve derinleştirdiysek - Türkiye devleti olarak ifade ediyorum- PKK da silah kullanabilme imkan ve kabiliyetinin sonuna gelmiştir. PKK silahlı mücadelesiyle varlığını devam ettirmekte ısrar ederse aslında PKK’nın bugün çok tartıştığı tasfiyesini kendisi başlatmıştır demektir. Ama gerek Kürtlere gerek Türkiye toplumuna çok acı bedeller ödeterek. Şunu da söylemeliyim: Acı bedeller ödenmesi PKK’nın gücünü göstermiyor, elinde silah olduğu için böylesi sonuçlar ortaya çıkıyor ama Türkiye dinamikleri ve küresel gelişmeler artık PKK’nın silahlı mücadelesinin sonunun geldiğini bittiğini gösteriyor. Ancak bu bitiş Türkiye demokrasisinin derinlik kazandığı süreçle paralel gittiği, gideceği birlikte değerlendirilmelidir. Türkiye demokrasisini çağdaş değerler çerçevesinde sürdürdüğü, kesintiye uğratmadığı sürece taktiksel kısa devreli çıkarlardan uzaklaştığı sürece, PKK gibi bugün artık silahlı mücadele veren hareketlerin yaşama imkanı olmaz.
Demokrasiye kesinti yaratmaya yönelik girişimlerin yahut da sadece parti çıkarlarına dayalı yaklaşımlarla demokrasi arayışını geciktirmenin PKK’ya her zaman taze kan sağladığını da görmemiz lazım.
BDP’Yİ KAPATMAK ÇÖZÜME ENGEL
Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı, Demokratik Özerlik taslağının sunulduğu çalıştayla herhangi bir partinin ilgisi olup olmadığını tespit için bir inceleme başlattı. BDP ile bağı bulunursa kapatma davası açılacak demektir. Bahsettiğiniz süreç açısından nasıl bir sonuç doğurur bu?
Şüphesiz olumsuz bir sonuç yaratır. Tabiî ki siyasal gelişmelerle, bu gelişmelerin toplumsal uygulamalarıyla hukuku karıştırmamak lazım gelir. Bağımsız tarafsız hukukun inisiyatifini kullanarak yasaları uygulama gibi bir sorumluluğu var ancak içinden geçtiğimiz süreç siyasal bir süreç. Siyasal süreç Türkiye’nin demokrasi evrimi içinde yaşanıyor. Onun için insan için, insanın mutluluğu için, barışın sağlanması için şekillenen bir yapı ve zihniyettir. Bu nedenle bu, meseleye mevcut bugünkü hukukun dar kalıpları içinde değil hukukun evrensel değerleri ve barışı yaratıcı, insana değer kazandırıcı ve çözümün yolunu açıcı perspektiflerden bakılması gibi bir durumu ortaya çıkarıyor. Ki, yaşadığımız tecrübe parti kapatmalarla sorunun çözülmediğini, derinleştirdiğini gösteriyor. O bakımdan özellikle siyasetin dilinin değişmesi gerekiyor. Çok erken beyanlarla, hukuku da yasaları da yahut da uygulayıcılarını da harekete geçiren beyanlardan uzaklaşmamız gerekiyor.
ÖCALAN DA BİR AKTÖRDÜR
Türkiye’nin zorlanarak da olsa bir şekilde demokratikleşerek geldiği bugünkü noktanın, barış arayışının PKK tarafından bir ‘zafer’ ve ‘devlete diz çöktürme’ gibi algılandığı ve ifade edildiği bir ortamda, Öcalan’ın 2011 seçimlerine kadar olan eylemsizlik karanını Mart ayına çekme tehdidi ortadayken fotoğraf şöyle şekilleniyor: “Müzakere masasında silah var”. Bu da hem siyasi partiler hem toplum geneli açısından şüpheyi artırıyor, Türk milliyetçilerine ve savaş diyenlere de kullanışlı bir malzeme veriyor.
Barış paradigmasının ne olduğuyla ilgili şunu net olarak ortaya çıkarmamız gerekiyor: Kürt sorunu Türkiye’nin yeterli olmayan demokrasisinin çözemediği bir meseledir. Türkiye demokrasisinin yetersizliği, yanlış uygulamalar neticesinde -buna dış bağlantıları ne kadar dâhil edersek edelim- PKK terörünü yaratmıştır. Burada sorun Türkiye demokrasisine olması gerekenleri kazandırarak eşit vatandaşlık yapısının haklara cevap veren bir kurumsal yapının ortaya çıkarılmasıdır. Türkiye demokrasisine nitelik kazandırırken de muhatabımız tüm renkleriyle farklılıklarıyla, kimlikleriyle Türkiye halkıdır ve onları temsil eden TBMM’dir. Bunun içinde tüm aktörler empati ve diyalog içinde beraber hareket edilecek unsurlardır.
İMRALI’NIN TARİHİ BİR FONKSİYONU VAR
Öcalan’ın nasıl bir fonksiyonu var -ya da olmalı- bu formülde?
PKK’ya silahın bıraktırılmasında alınacak muhataplardan, aktörlerden biridir, yahut Kandil, yahut bu konuda yardımcı olabilecek PKK ile bağlantılı güç neyse o. O bakımdan Öcalan ile görüşülmektedir. Kandil ile Avrupa kanadı ile görüşmeler yapıldığını duyuyoruz, çözüm arayan tüm gelişmiş ülke pratiklerinde de görülmüş olduğu üzere.
Biz demokratik açılımlarımızı adımlarımızı PKK’ya Kürt siyasi hareketine, Kandil’e endeksleyerek atamayız. Biz Türkiye’nin, tüm farklı kimliklerini renklerini içeren tüm Türkiye insanlarının ihtiyaçlarını cevaplamak için zaten Türkiye’nin ihtiyacı olduğu için demokratik açılımı gündeme sokuyoruz. O bakımdan bu duraksamaları da PKK’yla Öcalan’la yapılan müzakerelere bağlı olarak kıyaslamamamız gerekir. Toplumun tedirginliği de sanırım bu yanlış algılamadan çıkmaktadır.
DEVLET GECİKTİ, PKK ROL ÇALIYOR
Şunu mu anlamalıyız: Devlet yapması gerekenleri; yeni sivil eşitlikçi demokratik bir anayasa yapmakta geciktiği için, yerel yönetimler reformunu yapmakta geciktiği için, Türkiye’de konuşulan başka dilleri ve kimlikleri yok saydığı, hepsini kapsayan bir hukuk oluşturmadığı için… zaten yapılması gereken bu işler PKK ya da uzantısı unsurlarca ve kendilerini ilgilendirir şekilde dar kapsamlı dile getirildiği için bu, toplumu ve siyaseti geriyor. Aslında PKK devletten rol çalıyor.
Doğrudur. Biz bugün hayatta olan yürümekte olan demokratik açılım projemizi PKK’ya endeksli olarak hayata sokamayız sokmamamız lazım. Sizin de söylediğiniz gibi zaten Türkiye’nin gelişim dinamiklerinin yürürlüğe koyduğu bir süreçte meseleye bakıp onlara toplu şekilde planlı programlı çalışmalarla, toplumsal konsensüsü sağlayacak bir çalışma birliği içinde olmamız gerekiyor.
Siyasi inisiyatif PKK’da değil TBMM’de, siyasi iktidarda ve bu sorunu çözmek isteyen siyasi partilerde olmak gibi bir gerçek durumla ihtiyaçla karşı karşıyayız. Ama bugün baktığımızda sanki siyasi inisiyatif PKK ve uzantılarında gibi. Bu gerçekçi değil, genel siyasetin eksikliğinden kaynaklanan bir durumdur.
DEVLET NE YAPACAĞINI NE KADAR BİLİYOR?
Türkiye’nin en önemli en acil meselelerinin başında geliyor Kürt meselesi. Kürt siyaseti de aslında çok uzunca bir süredir Türkiye’nin gündemini belirliyor...
Türkiye siyasetini etkileyen Kürt siyasetinin, Türkiye toplumunun ihtiyacı olan, Türkiye siyaseti tarafından zaten yapılması gerekenleri karşılamadığı için dile getirdiği bir süreçteyiz. Hükümetin o iradenin oluşumunda kararlılık ve uygulamada sürekliliği sağlaması gerekiyor. Çok iyi hazırlanmış, hedefi belli olan projeler üzerinde çalışarak.
Şu an neyin nasıl yapılacağı biliniyor mu sizce?
Şu an toplumda ne yapılacağı konusunda bir algı eksikliği var, bu Kürt siyasetini de etkileyen bir husus.
Toplumda böylesine bir algı eksikliği varsa bunun devlette de çok iyi bilindiğini söylemek biraz yanıltıcı olur.
DEVLET İLE HÜKÜMET AYRI DEĞİL
MİT dâhil güvenlik görevlileri –şüphesiz- hükümetin inisiyatifi ve görevlendirmesiyle Öcalan ile görüşüyor. Ama Öcalan “hükümete değil devlete güveniyorum” diyor. Hükümet eden siyasi partinin topluma hesap verme yükümlülüğü var ama bürokratların yok, kim olduklarını bile bilmiyoruz. Soru şu: Öcalan böyle söyleyerek ne yapmaya çalışıyor olabilir?
Meseleye Öcalan’ın baktığı gibi devlet hükümet ayrımından bakmamız yanıltıcı olur. Çünkü bu bakışta eksiklikler ve yanlışlıklar var. Devlet içinde geçmişte farklı güç odaklarının farklı yaklaşımları veya bu meseleyi kendi tekelinde görerek yönlendirmesi olabilirdi, böyle görebilirdik ama artık devlet kavramıyla hükümet kavramını ayırmamız doğru değildir çünkü devletin yönetilmesi meşru hükümetin ve TBMM’nin iradesinde şekillenmektedir. Bunda hiçbir tereddüt duymamalıyız.
Ama elbette siyasi partilerin kendi yapılarına ve tabanlarına yönelik olarak bazı taktiksel adımları olacaktır. Çünkü iktidara gelme veya koruma gibi bir hassasiyetleri de var. O yüzden uygulamada bazı gecikmeler ve ya daha farklı adımlar siyasetin tabii yapısı içindedir. Ama burada önemli olan husus; siyasetin bu toplumsal taleplerin hassasiyetini görerek taktiksel yaklaşımlardan ziyade meseleye stratejik bakması ve hele hele Kürt meselesi gibi meselelerde partiler üstü çıkarları bağdaştıran bir anlayış içinde konuya yaklaşmasıdır.
DEVLET İÇİN BAHÇELİ DE KATKI SUNAR
Barışın sağlanması için, tüm toplumun ve onları temsil eden siyasi partilerin çözüme katılması şart. Ana muhalefet ve MHP farklı bir noktada duruyor, çözüm aktörü olarak AK Parti ve BDP elini taşın altına uzatıyor görünüyor. Ama bu ikisi -bölge söz konusu olduğunda- iki siyasi rakip. Siyasi düzlemden nasıl görünüyor durum?
Son referandumda toplumun bu meselenin çözümünde çok duyarlı olduğunu, siyasete bu imkânları verdiğini gördük. Yüzde 58 gibi bir oy oranı çıktı. Hatta buna BDP’nin vasatını da kattığımızda –çözüm istediklerine şahsen inanıyorum ve inanılması gerekir- yüzde 70’e varan bir çözüm potansiyelinin var olduğunu görüyoruz. Zaten Türkiye dinamikleri silahların susturulmasını gerektiriyor, bunu sağlayacak yeni bir anayasanın yapılmasını istiyor. Konuya bu şekilde baktığımızda AK Parti ile BDP arasında, CHP ile BDP arasında bu meselenin çözümü için bir diyalog ve empati kapılarının sonuna kadar açık tutulması gerekiyor. Taktiksel yaklaşımlar sadece hedefimize ulaşmamızı geciktirir. Seçim sürecinde de, yeni anayasanın inşasında da böylesi bir demokratik koalisyonun ortaya çıkması gerek. O bakımdan CHP’deki yeni yapılanmanın -Kürt kelimesini henüz kullanmaktan çekinmesine rağmen- çözüm istikametinde değişeceğini ve o kavramların içinin önümüzdeki günlerde doldurulacağını sanıyorum.
Ya MHP nasıl girer denkleme?
MHP’nin dahi ulus devlet, millet meselesine 21. yüzyılın kavramları çerçevesinde bakması gerektiği gibi hem ulusal, hem küresel koşullarla karşı karşıyayız. O bakımdan Türk milliyetçiliğinin de Kürt kelimesi üzerindeki Türkiye’nin bütünlüğünü hiçbir şekilde tartışmayan ama farklı görüşleri de içeren bir dinamiğin içine yapıcı şekilde dahil olabilmesinin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Yakın tarihimiz Sayın Bahçeli’nin devletin çıkarları için her zaman olumlu adımlar attığını da bize göstermiştir. Sadece kavramlarda dilimizin kullanımında ve parti çıkarlarını aşan bir perspektiften olaylara bakılmasında tüm partilerimizin iş birliği yaparak, artık bir tek insanımızın dahi ölmesine tahammül etmediğimiz bir ortamın yaratılmasında katkıları olacaktır.
SAYIN GÜL YAKINDAN İLGİLİ
Halk tamam çözelim diyor, eski bir ezber kısmen bozulmuş durumda ama sorunun ne olduğu, çözümün nasıl yapılacağıyla ilgili de ciddi bir bilgisizlik, belirsizlik, tahammülsüzlük, tedirginlik söz konusu. Doğru bilgilendirme ve psikolojinin yönetilmesiyle ilgili de ciddi bir eksiklik var sanki?
Zaten demokratik açılım projesi yahut da Türkiye’nin genel anlamda demokratikleşmesinde. Meselelerin çözümünde çok önemli yer tutan şey ortak dil meselesidir. Bu ortak dil, toplumsal hassasiyetlere cevap veren bir dil olması gerekir. Bu dilin kurulmamasının çok farklı mağduriyetleri ortaya çıkardığını görüyoruz. Siyasetin bunu anlayabilmesi ve yönetebilmesi, özellikle sivil toplumla her katmanda diyalog ve empati geliştirmesi lazım. Bugün bu konuda gerekli adımların atıldığını söyleyemeyiz.
Süreci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başlatmıştı, ilgisi de devam ediyor ancak acaba daha mı aktif olmalı?
Cumhurbaşkanımızın Kürt meselesiyle çok yakından ilgili olduğunu, çok hazırlıklı olduğunu yakından biliyorum ve çok önemsiyorum. Bir şey ifade edeyim: Son çalıştaydaki havadan da sezdiğim kadarıyla; devletle çatışan insanların yani PKK mensuplarının dahi devlete bakışında bir hassasiyet var. Devletle çatışırken dahi devleti önemseyen, kutsallaştıran bir yapı var ama devletin kendisini anlamadığına, sorunlarına cevap vermediği şeklinde bir algı var.
Cumhurbaşkanımız da devletimizi en üst makamını temsil eden kişidir. Sorunlarla, bölge halkıyla yakından ilgilenmesi Kürt siyasetini yürüten yahut destekleyen kitleleri de etkileyen bir husus. O bakımdan Cumhurbaşkanımızın yılbaşında Diyarbakır’a gidecek olması çok önemli. Tüm bölge illerine sivil toplumla birebir görüşeceği konuşacağı bir planlı gezi yapması meselenin çözümü bakımından çok önemli olur.
Diyarbakır’da iç geçirerek söylemişlerdi, keşke Cumhurbaşkanımız gelse, Gazi Köşkü’nde kalsa, birkaç gününü burada geçirse diye…
Evet, birebir halkla belediyeyle sivil toplumla temas etmesi, orada sokakta vatandaşlarımızla birlikte olması önemli şeyler, insanımız bunlara aç. Sayın Başbakanımızın da Cumhurbaşkanımızın da halkla iç içe olması zaten bilinen görülen bir husus. Halkımız, bölge halkı da duygularının düşüncelerinin isteklerinin daha yakından sorulmasını bilinmesini istiyor.
MASADA YABANCI AKTÖR VAR MI?
PKK’nın varlığında, geçmişte, gelinen süreçte yabancı güçlerin aktörlerin varlığı malum. Peki ya bugün gelinen noktada, yürütülen süreçte Türkiyeliler dışında kimler var?
PKK 1980’li yıllardan itibaren yurt dışında barınma koşullarını yaratmasından itibaren, Suriye, Irak, İran’da barınması, Avrupa ülkelerinin hemen tamamında barınma şartlarının yaratılması, legal yahut illegal şekilde örgütlenmesi, bu hareketin yabancı bağlantısını, içinde bulundukları ülkeler yahut uluslar arası güç tarafından bağlantılarını bize gösteriyor. Bunları tartışmanın bir anlamı yok. 30 senelik silahlı mücadelenin Ortadoğu’daki politikayı şekillendirme konusunda PKK’yı nasıl kullandıklarını tartışmanın da bir anlamı yok. Bir gerçeklik. Bunu Öcalan da biliyor yakın arkadaşları da.
Ama tüm bu yaşanmışlık bize şu gerçeği de gösteriyor: PKK gerçeği, çözemediğimiz Kürt sorununun bir sonucu olduğu için esas vasat Türkiye vasatıdır. Türkiye temel sorunlarını bir bataklık vasatı olarak gösterirsek, bu vasat sivrisinekleri yaratmaktadır. Bu Türkiye vasatının rahatsızlıkları konjonktüre göre, çıkarlara göre bölgesel veya küresel güçler tarafından kullanılagelmiştir ve sorun çözülmezse kullanılmaya da devam edecektir.
Bu çözüm için de şartlar bugün uygundur, Türkiye potansiyeli içinde kendi iradesiyle TBMM kendi iradesiyle çözebilecek imkan ve kabiliyete sahiptir. Uluslararası konjonktür de her zaman bu meseleyi kullananlara rağmen uygun şartlar yaratmaktadır. Gecikilmemesi gerekir çünkü güç dengeleri değişebilir. Küresel ekonomik, siyasal dengeler Türkiye için en uygun zamanı yaratmaktadır. Türkiye bunu kısa vadede çözme gibi sorumlulukla karşı karşıyadır.
DAVALARA HUKUKİ DEĞİL SİYASİ BAKILMALI
KCK davasına tepki gösterenler “Hem PKK’nın silahları bırakması ve siyaset yapması gerektiğini söylüyorsunuz hem de sonra şehirde siyaset yapanı içeri alıyorsunuz. PKK silahtan başka nasıl arınacak ki” diye itiraz ediyor. Ancak sorunun silahsız çözülmesi gerektiğini savunanlar arasında da iddianameyi hazırlayan Savcı gibi düşünenler var: “KCK bir paralel devlet yapılanması içinde ve izin verilemez”. Sizce?
KCK davasına da sadece hukuki mesele olarak değil topyekun siyasi mesele olarak bakarsak, bu meseleyi doğru mecralarda, nehrin akış yönünde, yasal durumun evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde barışın gerçekleştirilmesinde yürütülmesi gerekir. Ki silaha bulaşmamış bir olayı eylemi teşvik etmemiş bir yapının yahut insanların sadece PKK düşüncesini seslendirdikleri için tutuklanması süreci engelleyen bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Doğru yönetilmesi gereken bir süreç bu.
PKK DEMOKRASİYİ İÇSELLEŞTİRMEK ZORUNDA
Kürt siyasi hareketi, Türk siyasetinde olmayan bir biçimde hep bir paralellik yaratıyor: PKK’nın yanında KCK var. BDP’nin eş başkanları var, seçilmiş belediye başkanlarının yanına birer eş başkan atandığı söyleniyor. Bu silahtan arınma sürecinde görmezden gelinmesi gereken bir şey mi yoksa zaten bu şekilde değişmek demokratikleşmek mümkün değil mi?
Bazı paradoksal durumlar var evet. PKK silahlı hareketini sonlandırmak istiyor, bunun arayışı içinde. Legal siyasete giriş arayışları yapıyor son çalıştay da bunun bir örneği. Ama bunu yaparken tüm Kürt siyasetini kuşatarak kendi kalıpları yapıları içinde meseleye bakma ve şekillendirmeye de devam etmek istiyor, KCK’sıyla, eşbaşkanlarıyla. Halbuki PKK, evrensel demokrasi kavramını içselleştirerek zihinsel bir dönüşüm yaşayarak o kavramlar içinde çoğulcu demokrasinin şartlarına uyarak bu sürece dahil olması gerekiyor. Bugün henüz açığa çıkarılamayan bir gerçeklik o.
BDP bu kitleler üzerinden parlamentoda bulunduğuna göre, şu anda da karşımızda legal hukuki başka bir aktör olmadığına göre, baskı altında olmadan, dayandığı kitlelerin sesini toplumla TBMM’de paylaşması çok önemli. Ve üzerindeki vesayetin kaldırılması gerekiyor. Biz Türkiye’de demokrasinin üzerindeki genel vesayeti kaldırırken Kürt siyaseti üzerindeki PKK vesayetinin de tüm araçlarıyla ortadan kaldırılması gerekiyor. Bugün PKK liderliğinin anlaması gereken de bu. Ancak bu değişim süreci sancılarla süren bir doğum süreci. İşte PKK bu doğum sürecine ne kadar uyum sağlayabilecek ve doğru yönetebilecek, demokrasi kültürünü hayata geçirebilecek kendisini değiştirecek? Tasfiye dediğimiz şey zaten silahlı mücadelenin ve otoriter yapının tasfiyesi meselesi. Bunda sancılar var.
MESELE BÖLGEDEN BAĞIMSIZ DEĞİL
Teşekkür ederim fakat sormadan edemeyeceğim: Eklemek ya da altını çizmek istediğiniz bir şey var mı?
Evet, Belki şunu net olarak bir kez daha ifade edelim: Özerklilik federasyon meselesini tartışırken dikkat etmemiz gereken bir husus var. Önce şunu tespit edelim: PKK’nın bugün ayrılıkçı bir hareket olmadığını, bölünmenin karşısında olduğunu ifade etmesi çok önemli. Adımımı atarken önemli bir eşiği aşmış oluyoruz. İkincisi bugün federasyon talep edenler de var, siyasi partileri de var çok marjinal olsalar da. Şimdi bu, özerklik şeklinde karşımıza çıktı.
Bu kavramları klasik demokratik düşünce içinde, ayrılıkçılık dahil normal şekilde tartışırken, bu meseleyi Türkiye’nin jeopolitik ve jeo-stratejilik yani coğrafi hinterlandı içindeki yapılarla bağlantı kurarak değerlendirmemiz gerekir. Yani bizim Ortadoğu bölgesi Kafkasları da içine alacak şekilde geniş Ortadoğu bölgesi, etnik yapısıyla, inanç farklılıklarıyla, kültürel farklılıklarıyla, mikro milliyetçiliklere de zemin hazırlayan bir yapıya sahiptir. Ayrıca bu bölge enerji kaynakları ve yolları bakımından küresel güç dengelerinin etkisinde kalmaktadır. O bakımdan bölgemizdeki çatışmaları, sürekli çatışmalar kavramı içinde göz önünde bulundurmalıyız. Türkiye’yi çevreleyen bölge sürekli çatışmalar kavramıyla değerlendirilecek bir meseledir. Çünkü dünyada barış, insan hakları kavramları öne çıksa da, çıkar çatışmaları hep önceliğe sahiptir. O bakımdan Türkiye böylesine bir bölgede, bölgesel güç, küresel aktör olurken Türkiye’nin bütünlüğü çok önemlidir. Çünkü böylesine bir bölgede bu bütünlüğü zedeleyen parçalayıcı siyasi etkiler her zaman karşımıza çıkacaktır. O bakımdan dünyadaki gelişmelere klasik yaklaşımların dışına çıkarak, Türkiye ekseni çerçevesinde ama vizyonu barış, derinlikli demokrasi olan ve dış politikamızı artık etkilemeye başlayan, bölgesinde sıfır sorunlu bir ilişkiler ağı içinde –ki nasıl tartışılırsa tartışılsın, ben bunu çok önemli görüyorum çünkü bir vizyonu ifade ediyor- Türkiye’nin ancak tüm farklılıklarıyla renkleriyle tüm ihtiyaçlara cevap veren yapısıyla bütünlüğünü koruyabildiğini ve gücünü birleştirebildiği tek sistem, ayrılıkçı imkanlara set çeken yapılar oluşturmasına bağlıdır.
O bakımdan da demokrasi kavramı önemlidir, içinin doldurulması gerekir, AB ve evrensel değerler buna imkan vermektedir. Anadolu kültürü ve toplumsal talepleri de böylesi bir yapı için bize imkan hazırlamaktadır. Siyasi çatışmaların toplumsal katmanlarda yarattığı etkilere rağmen Anadolu insanının sağduyusu, irfanı bir bütünlük oluşturmanın şartlarını yaratmaktadır. Siyasetin bunu doğru değerlendirmesi gerekiyor. Şunu da açıklıkla ifade edelim, Türkiye’deki siyasetler, hiç ayrım yapmıyorum, toplumsal taleplere yeterince cevap vermekte zorlanmaktadır. Daha nitelikli bir kurumsal yapıya kavuşmaları ve ihtiyaçlara cevap verecek hale gelmeleri tüm sorunlarımızın çözümünün anahtarıdır.
Röportaj: Fadime Özkan - Star