Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED)'nun Diyarbakır Organize Sanayi İşadamları Derneği (DOSİAD) ev sahipliğinde düzenlediği '14. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi' Dicle Üniversitesi Konferans Merkezi'nde başladı.
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, programda yaptığı konuşmada, doğuya her geldiğinde daha iyi bir insan olduğunu ve bugün burada olmaktan dolayı çok mutlu olduğunu ifade etti. Boyner, bugünkü zirvenin de konusu olan bölgesel gelişme ve iş dünyasının rolü toplantıları çerçevesinde, 2010 yılı içinde TÜRKONFED ile birlikte birçok ile gittiklerini, son yıllarda oluşturulan kalkınma ajansları modelini bölgesel aktörlerin, bölgesel politikaların belirlenmesi sürecine dahil edilmesi açısından taşıdığı önem ve oynayabileceği roller temelinde destekleyebileceklerini sıklıkla dile getirdiklerini kaydetti.
Türkiye'de bölgeler arasındaki farklar ve refah düzeyindeki eşitsizliğin, çözmeleri gereken sorunların başında geldiğini dile getiren Boyner, şöyle dedi: "Bunların, büyüme önünde oluşturduğu yapısal engel ile refah artışı üzerindeki olumsuz etkileri hepimizin kabul ettiği bir gerçek. TÜSİAD olarak tüm unsurlarıyla bölgesel gelişmişlik farklarıyla mücadele, yerelleşme, yerinden yönetim ilkeleri, bizim gündemimizin önünde. Merkezi sistemin ağırlığında bazı değişimler başlamış olsa da yerel girişimleri güçlendirmek, bölgesel ekonomiyi teşvik etmek ve kamu hizmetlerini daha etkin hale getirme hedeflerini taşıyan reform henüz istenen etkinliğe erişemedi. Bölgelerimizin yatırım ortamlarında en sık rastladığımız sorunlar, altyapı eksikliği, işgücünde vasıf uyumsuzluğu ve finansmana erişimdeki zorluklar olarak dile getiriliyor. Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınmasında ve yeni istihdam yaratan büyümeye geçişte gözümüzü dikmemiz gereken noktalardan biri KOBİ'lerimizin sağlamlığı ve büyümeye eklemlenmesi. KOBİ'ler olmadan bölgesel farklılıkları gideremeyiz. O nedenle de ağırlıklı KOBİ'lerimizin oluşturduğu bölgesel SİAD'larla kurumsal girişimleri ve etkinliklerinin artırılmasını çok önemsiyoruz.'
"SEÇİMLERE KADAR OLAN ZAMANI İYİ DEĞERLENDİRELİM"
Demokrasinin standardı yükselmedikçe refah standardının yükselemeyeceğini belirten Boyner, 'Önümüzde seçimler için 6 ayımız var. Ancak, Türkiye'nin üç böleni olarak nitelediğimiz 'din ve vicdan özgürlüğü', 'kimlik sorunu' ve 'kuvvetler ayrılığı'nı üç birleştiren haline getirmek için gerekli adımların atılması için de kaybedecek zamanımız yok. Bu bağlamda, seçimlere kadar olan süreyi, bu yeni dönemi karşılayacak atmosferi oluşturma amacıyla çok iyi kullanmamız gerekiyor. Siyasilerimizin de bu gerçeğin bilincinde olduklarını ummak istiyoruz." şeklinde konuştu.
"BÖLGE HUZURLU OLMADAN TÜRKİYE HUZURLU OLMAZ"
"Bölge huzurlu olmadan Türkiye, Türkiye huzurlu olmadan bu bölge huzurlu olmayacak. Bu sağlanmadığı sürece de refah ortamı ve yatırımların olması çok zor." diyen Boyner, demokratikleşme süreci cesaret gerektirdiğini kaydetti. Boyner, konuşmasına şöyle devam etti:
"Sürecin tüm aktörlerinin, alışılagelmiş anlayış ve kabullerini yeniden değerlendirmesi gerekir. Gerçek demokrasi kültürü, kendimizle yüzleşmemizi gerektirir. Çünkü demokrasinin özü, kendi isteklerimizi ne kadar gerçekleştirebildiğimiz kadar, farklılıklara olan saygı ve kabulde yatar. Devlet-vatandaş ilişkisini hukuk temelinde demokratik bir seviyeye taşırken, toplumun her kesiminde bu kültürün temelden benimsenmesini de önemsemek zorundayız. Burada hepimize görev düşüyor. Ailemizde, okullarımızda, mahallemizde demokrasi kültürüne engel teşkil edecek hususlar var mı? Belki biraz daha cesaretle hepimizin bu değerlendirmeleri yapması gerekiyor. Bunları yaparsak sürekli barışı ümit edebiliyorum. Silahları gömdüğümüz, mayınlı topraklara tekrar bereket getirebildiğimiz günleri hayal edebiliyorum. Trakya'dan, Ege'den, Karadeniz'den gençlerimizin buraya gezmek için, kucaklaşmak için, eğitim için, yatırım için, çalışmak için gelmesini istiyorum. Hiçbir evladımızın kendi vatanlarında birbirlerine kıymalarına, bu dağlarda şehit olmalarına, hiçbir evladımızın dağ başında, duasız, namazsız gömülmesine artık tahammülümüz yok. Geçmişin yaklaşımı, dili, bakışı ve hele hele yöntemleriyle gelecek kuramayız. Taze, sınanmamış, henüz olgunlaşmamış da olsa yeni bir yön çizmeli, yeni bir dil oluşturmalıyız. Dünyanın sunduğu örnekleri de anlamaya çalışarak çabalarımızı sürdürmeliyiz.'
"70 YIL SONRA KÜRT MESELESİNİN ADINI KOYDUK"
Türkiye'de 30 yıl boyunca, belki de geçen 70 yıl boyunca Kürt meselesine 'Kürt meselesi' dememek, meselenin insani ve vatandaşlık haklarıyla ilgili boyutlarını görmemek, Türkiye'nin birliğini ancak gönüllülük ve rızaya dayalı bir dayanışmanın sağlayacağını kavramamak için büyük gayret sarf ettiklerini anlatan Boyner, şunları dile getirdi:
"Şunca yıl tükettikten, şunca can kaybettikten, şunca kahır çektikten, bir hesaba göre 100 küsur milyar dolar harcadıktan sonra nihayet, nihayet meselenin adını koyabileceğimiz noktaya gelebildik. Akılla bulunabilecek bu noktaya bir an önce varabilmemiz için ülkesinin tüm insanlarını seven, barışı ve kardeşliği bayrak edinmiş cesur kişiler bizi uyardılar. Çabaları kulak ardı edilmekle kalmadı. Onları cezalandırdık da. Kimini hapisle, kimini sürgünle, kimini ölümle. Şiddeti reddetmeyi öğrenmek, şiddet yoluyla bu meselenin o şekilde ya da bu şekilde çözülemeyeceğini anlamak için toplumca çok ağır bir bedel ödememiz gerekti. Birbirimizi duymamak, duysak da anlamamak, anlasak da kabullenmemek sarmalına girdik. Bu arada da haram parayla servetler edinildi, güya düşman olanlar arasında çıkar çarkları kuruldu. Bunların gündem belirleme gücüyle körleştirildik. Olan bağrı yanık ailelere, şiddet kültüne kurban edilen masumlara, hayatı kaydırılan nesillere, doğru dürüst eğitimden, barınaktan, hizmetten, adaletten mahrum bırakılanlara oldu. Bu toplum, bu millet kıt kaynaklarını kalkınmasına değil, olanı reddetmeye, reddettiğini yok saymaya, yok saydığını bitirmeye, düşmanlık üretmeye ayırmak zorunda bırakıldı."