THE INDEPENDENT yazarı Johann Hari, dün kaleme aldığı yazısında iklim değişikliğini masa başında çözülecek bir konu olmaktan çok uzak olduğunu ve bugün hiçbirşey yapmayan liderlerin dünyayı banka kurtarır gibi kurtaramayacaklarını aktardı..
İŞTE O YAZI:
Johann Hari / INDEPENDENT
Dünyayı Banka Kurtarır gibi Kurtaramayacaksınız!
Hükümetler niye zahmet ediyor ki? Niye küresel ısınmaya karşı ne yapılacağını tartışmak için Cancun’a uçuyorlar? Moda bu değil artık. Küresel ısınma dünün kıyameti. Birileri her şeyin bittiğini gösteren bir e-posta göndermedi mi? Kışın nadiren de olsa kar yağmıyor mu?
Ne yazık ki biyosfer Vogue dergisini okumuyor. Küresel ısınmanın 2007’nin modası olduğunu da kimse ona söylemedi. Biyosferin bildiği tek şey, şu üç gerçek: 2010 kayıt tutulmaya başlamasından beri en sıcak yıl. 2010 insanlığın gezegeni ısıtan gaz salımlarının tarihteki en yüksek seviyesine çıktığı yıl. Ve tam da iklim uzmanlarının tahmin ettiği gibi, felaket yaratan iklim olaylarında hızlı bir artışa tanık oluyoruz: İşte karşınızda görülmemiş orman yangınlarıyla boğulan Moskova ve dörtte biri seller altında kalan Pakistan.
2008’deki ‘Büyük Çöküş’ten önce finansal sistemimize devasa istikrarsızlaştırıcı risklerin zerk edildiği uyarısında bulunan insanlar eski kafalı, kıçından sallayan sıkıcılar olarak görülüyordu. Şimdi hepimiz yıkıntıların ortasında oturmuş, ‘keşke dinleseydik’ diyoruz. Büyük ekolojik çöküş daha kötü olacak; tabiatı banka kurtarır gibi kurtaramazsınız.
İnkârcılar sahtekârlık ediyor
Cancun’da da işte bu konuşulmalı; çarpıcı bilimsel kanıtlar ele alınmalı ve acil bir plan hazırlanmalı. Dünyadaki buzun yüzde 90’ını barındıran Antarktika’da buz tabakalarının sekizi tamamen veya kısmen çöktü. En muteber iklimbilimcileri, bunun gibi gelişmelere bakarak, bu asırda deniz seviyesinde bir ila iki metrelik bir yükselme yaşanacağını söylüyor. Bu da Londra, Bangkok, Venedik, Kahire ve Şanghay gibi kentlerin, Bangladeş ve Maldivler gibi koca koca ülkelerin su altında kalması anlamına geliyor.
Ve bu, atmosferin kimyasal bileşimini değiştirmenizin etkilerinden sadece bir tanesi. Belki de yılın en ürkütücü haberi kimsenin dikkatini çekmeden gelip geçti. Bitki planktonları, okyanuslarda yaşayan ve hepimizin hayatının bağlı olduğu bir iş gören küçük yaratıklar. Dünyanın oksijeninin yarısını üretiyor ve gezegeni ısıtan karbondioksiti emiyorlar. Ancak bu yıl en önemli bilimsel dergilerden Nature, 1950’den beri okyanusların ısınması sonucu planktonların yüzde 40’ının öldüğünü açıkladı. Profesör Boris Worm, şok içinde şöyle diyordu: “Bundan daha büyük bir biyolojik değişiklik tasavvur etmeye çalışıyorum ve edemiyorum.” Bu, bir dereceden az ısınmanın sonucu. Bu asırda en az üç derecelik bir ısınmaya doğru gidiyoruz. O zaman ne olacak?
Bilimsel tartışma inkârcılarla muazzam miktarlarda sera gazı salımının dünyayı ısıtacağını kanıtlayabilenler arasında değil. Bütün büyük bilim akademileri ve alana hâkim olan bütün incelemeler küresel ısınma inkârcılığının sahtekârlık olduğunu, Akıllı Tasarım, homeopati veya HIV’in AIDS’e yol açmadığını iddia etmek gibi bir şey olduğunu söylüyor. Tek bir alçak bilimciden gelen tek bir e-posta, on binlercesini geçersizleştirmez. Hayır: Tartışma, yol açtığımız hasarın felaket olduğunu söyleyenlerle geri dönülmez bir felaket olduğu söyleyenler arasında.
Ancak hükümetler Cancun’da sıfır ivmeyle toplanıyor. Geçen yılki Kopenhag konferansı en güçlü insanlar, kendi bilimcilerinin tavsiyelerinin üstüne sifonu çekip tertemiz bir Danimarka tuvaletine gönderdikten sonra çöktü. Bu liderler hakkında arada bir ‘küresel ısınmayla ilgili bir şey yapmıyorlar’ gibi laflar ediliyor. Cancun’dan gelen haberlerin de aynı ifadelerle dolup taşacağına kuşku yok. Fakat yanlış. ‘Hiçbir şey yapmıyor’ değiller - iklim çökerten gazların muazzam oranda artmasına izin veriyorlar. Bu eyleme geçememek değil, bir eyleme, akıl almaz yıkıcılıkla karar vermek.
Kopenhag’ın çöküşü eylemdeki insanları şaşırtmadı; pasifliğe sevk etti. Geçen yıl emisyonlara hukuken bağlayıcı bir tahdit üzerine konuşuyorduk, çünkü bilimciler insan uygarlığını yaratıp idame ettiren iklimi koruyabilecek şeyin bu olduğunu söylüyor. Bu yıl neyi konuşuyoruz? Cancun’da masanın üzerinde kumdan başka ne olduğunu.
Kopenhag bile zorladı...
Neredeyse hiçbir şey yok o masada. Yoksullara, topraklarının çoğunu kuraklaştırmamız ve kalanını da sel altında bırakmamız gerçeğine ‘ayak uydurmak’ konusunda nasıl yardım edeceğimizi konuşacağız. Fakat herkes Kopenhag’daki pek az somut anlaşmadan birinden, en kötü etkilenen ülkelere 2020’den itibaren 100 milyar dolar verilmesinden çark ediyor. Bu zamanın uygun olmadığını söylüyorlar. Kim bilir, belki salların üzerinde tekrar bunun için gelebilirler.
George W. Bush’un halkla ilişkiler baş danışmanı Karl Rove bu yıl kükredi: ‘İklim bitti!’ Kastı siyasi gündemden çıktığıydı, fakat zaman içinde bu açıklama Rove’un sandığından daha gerçek ve daha lanetli olacak. İşte böyle bir bağlamda, dünyanın ekolojisine ve bizim onun içindeki yerimize dair yeni, karamsar bir çerçeve ortaya çıkıyor. Birçoğumuz ilkin James Lovelock’ın ortaya koyduğu o sıcak, yumuşak Gaia hipotezini ana hatlarıyla bilir. Dünya gezegeninin fiilen Gaia denen tek bir canlı organizma halinde işlediğini iddia eder. Hayatı sürdürebilmeye uygun bir durum yaratmak için kendi ısısını ve kimyasını düzenler. Mercan kayalıkları bulutları besleyen kimyasallar üretir, o bulutlar da onları ultraviyole ışınlarından korur. Yağmur ormanları kendi yağışlarını üretmek için su buharı gönderir. Bu süreç halka halka genişler. Hayat hayatı korur.
Şimdi kökten farklı bir teori var. Medea hipotezi gibi uğursuz bir ismi olan bu yaklaşım gittikçe taraftar kazanıyor. Profesör Peter Ward geçmişte yaşanmış büyük yok oluşlar konusunda uzman ve bunların bir silsile halinde gittiğine inanıyor. 65 milyon önce gerçekleşen meteor yağmuru hariç, tüm yok oluşların sebebi canlı mahlukların akıl almaz derecede başarılı hale gelmesi ve kendi habitatlarını yok etmeleri. 2.3 milyar yıl önce bitkiler inanılmaz bir hızla yayıldı ve muazzam miktarlarda ısıyı tutan karbondioksit çekmeye başladı. Bu da sıcaklıkta hızlı bir düşüşe yol açtı ve gezegen buz tutup kitlesel yok oluşu tetikledi.
Gaia mı Medea mı?
Ward’a göre tabiat Gaia gibi besleyici bir ana değil. Hayır: O ana Medea, yani Yunan mitolojisindeki kendi çocuklarını öldüren figür. Bu teoride hayat kendisini korumuyor, imha ediyor. Döngüsel bir kıyamet makinesi yani. Bu teori Darwin’in en güçlülerin hayatta kaldığı teorisine de bir dipnot teşkil ediyor. En güçlüler hayatta kalıyor, ta ki kendi habitatını yok edip hayatta kalmayana kadar.
Fakat 2.3 milyar önceki bitkiler ne yaptıklarını idrak edecek kadar akıllı değildi. Bizde akıl var. Yeterince sera gazı salarsak dönülmez bir değişimi tetikleyeceğimizi görebiliriz. Ward kendimizi yok etmemizin kaçınılmaz olmadığını savunuyor, zira insanlar bilinçleriyle Gaiavari bir yaklaşım geliştirebilecek ilk ve tek tür.
Cancun’da asıl mesele, yine büyük şirketleri korumaya niyetli delegelerce görmezden gelinecek. Kirli fosil yakıtlarla küresel ısınmayı şahlandırmak mı istiyoruz, yoksa enerjisini doğadan alan temiz bir gezegen mi istiyoruz? Kararlı olursak, bu hikâyenin sonunu değiştirebiliriz. Yıllar sonra, bu tercih görülür olmaya devam edecek - atmosferin bileşiminde, denizlerin kabarmasında ve büyük Antarktika buzunun çatlayıp erimesinde o tercihin tezahürünü göreceğiz. Gaia mı olmak istiyoruz Medea mı?