Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Bir Ahlak Teorisi Olarak Tasavvuf

Elimizde Hayy Kitap’ın imza attığı Sofyalı Bâlî Efendi’ye ait 7 Makam 7 Nefs isimli bir tasavvuf kitabı var. İnsanın tasavvuf kapısına geldiği zaman geçireceği aşamaları yedi makamda anlattığı kitap, klasik tasavvuf epistemolojisine ait bir kaynak.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-12-05 01:49:44

Bir Ahlak Teorisi Olarak Tasavvuf
Gönül Yonar'ın kitap kritiği;

16. yüzyıl tasavvuf tarihi açısından Osmanlı topraklarında büyük zenginliklerin olduğu dönemdir. Kendine has yapısıyla tasavvuf Orta Asya topraklarından Anadolu’ya seyahatinde yanına İslam kültürünü de alarak, Osmanlı topraklarında yepyeni bir forma bürünmüştür.

Elimizde Hayy Kitap’ın imza attığı Sofyalı Bâlî Efendi’ye ait 7 Makam 7 Nefs isimli bir tasavvuf kitabı var. İnsanın tasavvuf kapısına geldiği zaman geçireceği aşamaları yedi makamda anlattığı kitap, klasik tasavvuf epistemolojisine ait bir kaynak.

Biz kitaptaki tasavvuf mertebelerinin pek çok tasavvuf kitabında yer aldığının farkında olarak konuya bir başka noktadan değinmeyi uygun buluyoruz. Çünkü tasavvufun bir dinî disiplin haline gelmeden önce, evrenle, insanla ve doğayla bütünleşmiş bir ahlak teorisi olduğu düşüncesindeyiz.

Ahlak teorisyenliğinde Hint düşünce dünyasının kaynakları yadsınamaz. Budizm öncesi çoktanrılı dine sahip olan Hint düşünce dünyası, Vedik dönemin epik eserleriyle ahlakî normların geniş tutulduğu bir algıyı yaygın hale getirmişti. Çoktanrılı dinlerin genel özelliklerinden olan bu algı, bütün bir Hint inanç dünyasına hakimdi.

Fakat hiçbir dönemde Hint kadar çoktanrılı dini uzun süre sürdürememiş İçasya için bu sözkonusu değildir. Özellikle geniş Türk boylarının İslam ile karşılaşmadan önce tek tanrı inancının hakim olduğu Budizm’i din olarak kabul etmiş oldukları gözönüne alınırsa, tasavvufun bir ahlak teorisi olarak Türkler arasında neden bu kadar kıymetli olduğu da ortaya çıkmış olur. Osmanlı'nın 16. yüzyılındaki o zengin kültürü ortaya koyma konusundaki başarısını, Türk boylarının Orta Asya’da sahip çıktıkları ve bir ahlakî denge olarak ortaya koydukları tasavvuf anlayışına borçlu olduğunu söyleyebiliriz.

Kitabın ele aldığı sadr, kalp, ruh, sır, havf, kürsî, mutlak hafî ve sırr-ı hafî makamlarının evrensel dengede insanın yapısını oluşturan temel unsurları nasıl karşıladığını gördüğümüz zaman bu anlayışın klasik tasavvuf anlayışının çok ötesinde olduğunu da anlamış oluruz.

Şöyle ki, sadr tasavvufi terminolojide İslam’ın makamı olarak algılanır. Nefisle kalp arasında bulunan sadr, kalple nefsin buluştuğu alanı temsil eder. O halde amaç bir şeyin köküdür, dalları değildir. Burada sadr sözcüğünün evrenin kozmolojik dengesiyle olan uyumunun tasavvufa yansıdığı rahatlıkla görülebilir. Tasavvuf, bunun farkında olarak konuyu şu şekilde ilerletir: “İnsanoğlunun kalbinde yedi budağı olan bir heva ağacı vardır. Bu budakların her biri bir tarafa yönelmiş durumdadır. Biri göze, biri dile, biri kalbe, biri nefse, biri halka, biri dünyaya ve biri de ahirete bakar. Ayrıca her bir budağın meyveleri de vardır. Göz tarafındaki budağın meyveleri töhmet ve şehvettir. Dil tarafında bulunan budağın meyvesi boş konuşmak ve dedikodudur…” Yalnızca sadr sözcüğü özelinde bile tasavvufun bir ahlak teorisi olarak kozmik dengenin en önemli unsuru olan insanı ve onun psikolojisini içine alan argümanlar ortaya koyduğunu görebiliriz. Bu yönüyle tasavvuf bir dini disiplin olarak dar alana sıkıştırılmamalıdır.

Bunun gibi kitapta diğer makamların da evrenin genel dengesini ve insanın psikolojisini kapsayan uzantıların olduğunu hayretle görmekteyiz. Bu işaretler tasavvuf terminolojisine girerek menkıbelerin ve sair külliyatın epistemolojisini de oluşturur. Mesela nefs ile kalp makamı arasında bir berzahın bulunduğundan bahseden tasavvuf kişinin bir tarafının nefse, diğer tarafının da kalbe dönük olduğunu söyler. Bu, insanın beşer yönüyle melek yönünün doğal seyir içerisinde ne kadar olağan karşılandığının göstergesidir. Yine enteresan bir nokta olarak da sadr makamının yıldızının Ay olarak gösterilmesidir. Ay’da ne türden özellikler varsa, sadr makamında da o türden özellikler olduğu düşünülür. Ay’la ilgili son bilimsel verilerin ortaya koyduğu şey, insan anatomisindeki birtakım yapıların ve elementlerin Ay ile özdeş sonuçlar ortaya koyduğudur. Ay-İnsan arasındaki ilişkiyi kalp üzerinden yorumlamayı deneyen tasavvufun sosyal bilimler alanına büyük fayda sağlayacağı, ancak önyargıların kalkması ile mümkün olacaktır. Çünkü tasavvuf hala bir dini disiplin olarak algılanmaktadır.

Yazının tamamını okumak için bu linki kullanabilirsiniz.

Kitapla ilgili teknik bilgileri görmek için bu linki kullanabilirsiniz.

Haber Ara