Kentlilerin Dini Olarak İslam
İslam devletleri, en güzel kent örneklerini ortak insanlık mirasına armağan ettiler. Oysa ki geçtiğimiz yüzyılda ne olduysa Müslümanlar köylere hapsoldular.
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-11-29 05:43:35
Türkiye toplumu son yirmi yılında keskin bir dönüşüm yaşadı. Bu dönüşümün dinamiklerinden biri de göç. Ne var ki İstanbul sermayesi ve Ankara bürokrasisi kırsal alanlardan gelen göçün, kentin etrafına toplanan kalabalıkların kentlerin surlarından içeri girmesini pek istemediler. Surların dışından gelen bu isyan, siyasi akımlar aracılığıyla kent sakinlerine geçici olmayan bir rahatsızlık verdi. 97'de mola hakkını kullanan kentlerin eski sahipleri peşi sıra kapıları açmak zorunda kaldılar.
Bu dönüşüm sürecinde değişimin hızını yakalayanlardan oldu dindarlar. Ramazan'da Caz Festivali, tesettür defileleri, İslamî kafeler, otomobil direksiyonlarında başörtülü kadınlar ve daha nice örnekler. Müslümanlar klasik kemalist algıyı epey hırpaladılar. 90'lı yılların ortasında "Buraya da mı geldiniz?" korkusuyla yaşayanlar, şimdi "Bari buraya girmeyin!" ricasıyla sesleniyorlar. Pekala, bu yaşananları nasıl okumak gerekir? İslam için ilerleme mi yaşanıyor, yoksa İslam, kimi müslüman yazarların feryatlarına kulak kabartacak olursak gerçekten dejenere mi oluyor? Yoksa Türkiye Müslümanları İslam'ı özüne uygun mu yaşamaya başladılar.
Medine, Müslümanlar için özel bir kent. İslam'ın toplumsal hayata etkide bulunarak varlığını ifade ettiği ilk yerleşim alanı. Kelime anlamı olarak da medeni olan, kent manasını taşıyor. İslam'ı bir toplumsal örgütlenme modeli olarak var eden ayetlerin çoğu Medine'de vahyedildi. Peygamberin ölümünden sonra kurulan İslam devletleri, en güzel kent örneklerini ortak insanlık mirasına armağan ettiler. Osmanlı şehir mimarisini anlatmaya gerek var mı bilmem? Oysa ki geçtiğimiz yüzyılda ne olduysa Müslümanlar köylere hapsoldular. Bu yüzyılda ne oldu ülkemizde? "Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş derin bir kültürün ferdiyken; Taliban, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir vahşetle ortaya çıktı. İkisi de Müslüman ise aradaki fark nedir?" Yazarımız Mehmet Altan bu soruyla yola çıkıyor. Bir zaman sonra kafasında, notlarında ve köşe yazılarında birikenler bir kitaba dönüşüyor: Kent Dindarlığı.
Sosyolojik bir analizin ihtiyacıyla yola çıkan yazarımız tarihselci yöntemi esas alıyor. Bu bağlamda işe, kent kavramını incelemekle başlıyor. Kentin tarihsel oluşumu ve medeniyet durakları ele alınıyor. Sonrasında kitabın geri kalanına temel olacak bir sosyolojik ayrıma gidiyor;
Kent: Renklidir, çeşitliliği kurumsallaşarak içerisinde kurar ve korur.
Köy: Tek renklidir, ötekine yabancıdır ve düşmanlaşmayı esas alır. Muhafazakardır. Akraba bağları güçlüdür.
Ülkemizde yaşanan güncel siyasal meselelerin temelinde bu ayrışmayı arayan yazar, bir yandan kırsal dindarlık diye nitelendirdiği algı yapısını, diğer yandan Müslümanların sağlıklı bir modelle kentileşmesine mani olan Kemalist politikaları eleştiriyor. Altan, kentli dindarlığın gelişmesi gerekliliğinden yana bir tavır almış. Bunu kanıtlamak için veri toplama çabasında. Örneğin, dinin bilime engel olmadığı yönünde tespitini güçlendirmek için çeşitli tarihsel örnekler sunuyor. Fakat burada olumlu örneklerini genel olarak Hristiyanlıktan veriyor, belki de verebiliyor. Tüm dinleri tek bir potaya koyup klasik laikçi yaklaşıma cevap vermeye çalışıyor. Oysa ki, Türkiye'de ki laikçi cephenin özünde Hristiyanlıkla ilgili bir sorunu yok.
Yine yazarımız, elimizdeki kitabın içeriği ve kalınlığına oranla birkaç iddialı tespitte daha bulunuyor: İslam'ın laiklikle herhangi bir sorunu olmadığı, samimi bir müslümanın AB'yi hedef seçeceği, İslam'ın siyasetle ilişki kurmasının (siyasal İslam) dine zarar vereceği yöndeki iddiaları çok daha uzun tartışmalara layık. İddiaların doğruluğu, yanlışlığı üzerine bir kanaat getirmek için ayrı çalışma alanları belirlemek ve bu alanlarda yoğunlaşmak daha yerinde olur. Kaldı ki Mehmet Altan, bu kitabında bu iddialı tespitlerinde okuyucuyu ikna etmek çabasında değil. Eserin esas amacı yeni bir sosyolojik kavram olan "kent dindarlığı" ile neyin kastedildiğinin anlaşılması.
"Kent Dindarlığı", iki hedefli bir eleştiri metni. Eleştirinin birinci muhatabı olan Kemalistlere çok sert bir tutumu var yazarımızın. Modernleşme projesinin başarısızlığının bütün faturasını kestiği Kemalistleri, toplumu cami-kışla ikilemine hapsederek hem toplumun gelişmesine mani olmakla hem de siyasal İslam'ı güçlendirmekle suçluyor. Eleştirinin ikinci muhatabı olan Müslüman dindarlara daha dostane bir yaklaşım sergileniyor. Bunun nedeni iktisatçı yazarımızın Müslümanlardan küresel sistemde kendilerine etkili bir yer edinmeleri beklentisine sahip olmasıdır. Din görevlisini bir inanç entellektüeli olarak göreve çağırıyor yazar. İmam hatiplerin yeniden yapılandırılmasıyla camilerden başlayacak bir kültürlenme hareketinin toplumsal örgütlenmemizi geliştirerek yenileyeceği inancındadır. Her kültür hareketinin birinci hedefi yeni bir entellektüel sınıf yaratmak, ikinci hedefi ise temel metinleri kitlelerin anlayabileceği şekilde yeniden basmaktır. Mehmet Altan da ikinci öneri olarak Kuran mealinin yeni bir dille basılıp halk katmanlarına dağıtılmasını öneriyor. Böylece toplum cami-kışla ikileminden sıyrılıp "kent dindarları" sınıfını oluşturmuş olacak. Fakat dinin siyasallaşması ve baskıcı, sakat kemalist modernleşme anlayışı bu sınıfın oluşmasını geciktirmiş, siyasal hayatın normalleşmesini engellemiştir.
Altan'ın aklındaki "kent dindarı" son bölümde betimleniyor. Bu prototip insan merkezli düşünen, entellektüel bilgiye değer veren, sanatla ilgilenen, kadının toplumsal hayattaki yerini önemseyen, farklılıklara saygı gösteren, dinini kavga aracı olarak kullanmayan, Alevileri hor görmeyen ve en önemlisi Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini kendi hayat meselesi haline getirmiş insan tipidir. "Kent dindarı", dinin insan için olduğunu unutmaz.
Eserin Ekler Bölümünde ise Mehmet Altan'ın bu kitap fikrinin oluşma sürecinde Sabah ve Star Gazeteleri'nde kaleme aldığı konuyla ilgili köşe yazarları var. Toplam 190 sayfa olan kitap Timaş Yayınları tarafından basılmış. Altan'ın köşe yazarlığı vesilesiyle kazandığı yalın dil bu kitabına da yansımış. Zor bir konu, anlaşılır bir dille ele alınmış. Bu sayede Altan sorularına daha fazla kimseyi ortak kılmayı başarıyor. Zira kitabın ardından elimizde çokca soru kalıyor. Örneğin "Kent Dindarlığı" bize İslam'ın nasıl olduğunu mu anlatıyor, yoksa Altan'ın arzu ettiği bir İslam modeli mi mevcut? Kitap, Altan'ın aklındaki Müslüman prototipine sosyolojik alt yapı aramak gayesinde mi, yoksa öz kaynağına bağlı olarak Müslüman kimliğinin tahlili bu metne mi denk düşüyor? Son sözü olmayan bir kitap.
Kaynak: okudumyazdim.net
Kitapla ilgili teknik bilgileri görmek için bu linki kullanabilirsiniz.
SON VİDEO HABER
Haber Ara