Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oldukça keskin bir şekilde bölünmüş Lübnan’a gerçekleştirdiği ziyaret, son beş gündür bölge için başlıca haber konusu oldu.
Bu ziyaret pek çok nedenden ötürü önemliydi. Bunlardan en önemlisi bu ziyaretin Türklerin, Arapların sorunlarına artan ilgisini göstermesiydi. Ankara’nın yakından izlediği meselelerden biri de eski Başbakan Refik Hariri suikastı konusunda yapılan Birleşmiş Milletler soruşturması nedeniyle Lübnan’da yaşanan siyasi kriz.
Söz konusu kriz, Lübnan’daki hassas güç dengesini tehdit etmeyi sürdürüyor ve pekala bir başka iç savaşa daha yol açabilir.
Hariri suikastında parmağı olduğu iddiasıyla BM Lübnan Özel Mahkemesi’nde suçlanması beklenen Hizbullah, her kim olursa olsun, üyelerinden herhangi birini tutuklamaya çalışanın “elini keseceği” tehdidinde bulundu.
Çoğunlukla Hizbullah ile ittifak kuranlar olmak üzere diğer taraflar, Hariri’nin oğlu Sa’ad tarafından idare edilen hükûmete ve Sa’ad’ın Batı yanlısı koalisyonuna, mahkemeyi gayri meşru hale getirmek ve Lübnan’ı bir başka çatışmadan korumak için BM Mahkemesi ile işbirliği yapmayı kesmesi çağrısında bulundu.
Erdoğan, “Lübnan’da savaşa ilişkin herhangi bir işaret belirirse, Allah korusun, Türkiye ve bölgedeki diğer ülkeler, bu savaşı önlemek için ellerinden ne geliyorsa yapacaklardır” dedi.
Lübnan deneyimi, 1990 tarihli Taif Anlaşması ve 2008 tarihli Doha Anlaşmalarının da işaret ettiği gibi, ülkenin her zaman hasım taraflar arasındaki anlaşmazlığın dışarıdan arabuluculukla giderilmesine ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Bu bir kural olmamalı. Lübnanlılar başkalarının kendi iç işlerine karışmalarına artık izin vermemeli. Lübnanlıların kronik siyasi sorunlarının çözümünde dış oyunculara başvurmaya eğilimleri, belli bölgesel güçlerin Lübnan’ın iç işlerinde artan bir etkiye sahip olmalarına yol açıyor. Çok şükür ki Türkiye bu oyunculardan biri değil. Ankara tarafsız bir arabuluculuk öneriyor, ki böyle bir teklif kabul edilebilir. Dolayısıyla Erdoğan’ın ziyareti önemlidir.
BYEGM