Bir Cuma günü... Tarih 14 Kasım 1980... İstanbul Süleymaniye Camii'nde muhteşem bir kalabalık... Avrupa ve Türkiye'nin dört bir yanından gelen, hüzünlü, gözü yaşlı ama vakur insanlar... Kalabalık, caminin avlusundan taşmış, Esnaf Hastanesi'ne kadar uzanıyor... Yetişemeyen binlerce kişi yollarda kalmış... Şehzadebaşı, Fatih, Süleymaniye çevresinde trafik tamamen durmuş... Herkesin dilinde dualar tekbirler... On binlerce seveni, belki de yüzünü hayattayken bir kez bile görmedikleri, elini sıkmadıkları Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi'ye son görevini yerine getirmek için toplanmış; onun "Görmez misin ki, yağmur ne kadar çok yağarsa yağsın, tanecikleri hemen birleşir. Nehirler meydana gelir. Barajlar dolar. Enerji santrallerini işletir, araziyi sular" diyerek yaptığı 'birleşin' çağrısının tecellisi olmuştu.
KAFKAS MUHACİRİ MÜTEVAZI BİR SEYYİD
13 Kasım 1980'de Hakk'ın rahmetine kavuşan Kotku Hocaefendi, Türkiye'nin siyasi, sosyal, iktisadi hayatı ile tasavvuf ve İslam'a bakışında derin izler bıraktı. Vefatından 30 yıl sonra bile canlılığını koruyan bu izler, onun sevgi, hoşgörü ve sabırla ilmek ilmek ördüğü bir mücadelenin eseriydi. Kafkas muhaciri bir aileden gelen Kotku Hocaefendi, 1897'de Bursa Türkmenzade Çıkmazı'ndaki baba evinde dünyaya geldi. Soyadı kanunu çıktığında aldığı soyadının 'mütevazı' manasına geldiği nüfus cüzdanına not edildi. Dedeleri Hazar Denizi kenarındaki Azerbaycan'daki Şirvan'a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha'dan gelmişlerdi. Hazret-i Peygamber (SAV) sülalesinden bir Seyyid'di. Mehmed Efendi bu durumu talebelerine "Sülalemiz Hz. Ali'ye bağlandığını babamdan dinlerdim" diyerek nakletmiştir.
GÜMÜŞHANEVİ DERGÂHI'NDA YETİŞTİ
Birinci Dünya Savaşı'nda henüz 18 yaşındayken askere çağrılan Kotku Hocaefendi, Osmanlı'nın ağır kayıplar verdiği Suriye cephesinde savaştı. Cephede hastalıklar atlattı. Görev yaptığı birliğin Suriye'den çekilmesi üzerine binbir güçlükle İstanbul'a dönebildi. İstanbul'da kaldığı sürede çeşitli dini toplantılara, özel derslere ve camilerdeki vaazlara katıldı. Bir cuma namazını Ayasofya Camii'nde kıldıktan sonra, valilik karşısındaki Fatma Sultan Camii yanında bulunan Nakşibendiyye'nin Halidiye koluna bağlı Gümüşhanevi Dergahı'na giderek büyük mutasavvıf Dağıstanlı Şeyh Ömer Ziyaüddin Efendi'nin öğrencisi oldu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in de hocası olan Gümüşhanevi'nin sohbet ve derslerine katılarak tasavvuf yolunda ilerledi. Beyazıt, Fatih, Ayasofya Camii ve medreselerindeki derslere katıldı. Bu sırada hafızlığını tamamladı. Dönemin ünlü alimi ve mutasavvıfı Hacı Hasib Efendi'den kıraat ve fıkıh icazeti aldı.
KİŞİLİĞİ VE SOHBETLERİ KİTLELERİ ETKİLEDİ
Ziyaüddin Hocaefendi'nin yönlendirmesiyle birçok kasaba ve köyde imamlık ve hatiplik yaptı. İslam'ı, tasavvufu ve Peygamber'in sünnetini anlattı. Hocaefendi, ileride kitleleri etrafında toplayacak, 'ağzından hikmetler dökülüyor' dedirtecek sohbetleri için temel oluşturan bu görevlerde hitabet yeteneğini de geliştirdi. 1958'de Fatih'teki İskenderpaşa Camii'ne atanan Mehmed Zahid Kotku, vefatına kadar burada görev yaptı. Vaazları ve her pazar ikindi namazından sonra Ramuzü'l-Ehâdis'ten yaptığı hadis sohbetlerindeki üslubu ile insanların dikkatini çeken Hocaefendi, küçük bir grupla çıktığı yolda kitleleri etrafında toplamaya başladı. Kendisine gösterilen ilginin nedeni sadece insanların iç dünyasına seslenen sohbetleri değildi. İnsanları davet ettiği Kur'an ve Peygamberimiz'in sünnetini hayatının her anında uygulayan Hocaefendi, kişiliği ile de bir çekim merkezi oldu. Tanımayanların bile ilk görüşlerinde sevgi ve saygı duyduğu mütevazı hali, herkese selam vermesi, güler yüzü ve eğitim metodu gittiği her yerde etrafında bir halka oluşmasını sağlıyordu.
ZOR DÖNEMDE ZOR SINAV
'İslam' kelimesinin irtica ile bir tutulduğu zor bir dönemde, Kur'an ve Sünnet'i insanlara anlatmayı görev edinen Hocaefendi, 27 Mayıs 1960, 21 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahalelerinin neden olduğu siyasi kaos ortamına rağmen hizmet anlayışından ödün vermedi. En kritik dönemlerde bile, aralarından cumhurbaşkanı, başbakan, siyasetçi, bürokrat ve akademisyenler çıkan takipçilerine yol gösteren bir kutup yıldızı gibi hareket ederek, sevgi ve hoşgörüyle her kesimden insanı bir araya getirmeyi başardı. Türkiye'nin kamplara bölündüğü bir dönemde birlik ve beraberlik mesajı vermeyi ihmal etmeyen Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi sohbetlerinde sık sık şöyle diyordu: "Görmez misin ki, yağmur ne kadar çok yağarsa yağsın, tanecikleri hemen birleşir, toplanırlar. Derken dereler, nehirler meydana gelir. Neticede bunlar barajları doldurur. Enerji santrallerini işletir, araziyi sular, şehirlerin elektriğini temin ederler."
YOLDA KALANLARA DÖNÜŞ PARASI VERDi
Her yönüyle örnek aldığı Peygamberimiz'in ümmetine gösterdiği titizliği ve düşkünlüğü, Hocaefendi de etrafındaki insanlara gösteriyordu. Vefatından sonra yerine bıraktığı Merhum Prof. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendi onun eğitim metoduyla ilgili şu tespitte bulunuyor: "Talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmazdı. Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışır, ilk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı."
Prof. Dr. Orhan Çeker ise Kotku Hocaefendi'nin öğrencilerinin her türlü ihtiyacıyla ilgilendiğini şu sözlerle dile getiriyor: "Talebelerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Yine bir sefer İstanbul seferi yapmıştık. Konya'dan gelen arkadaşlarımız arasında para sıkıntısı çekenler vardı, oraya vardık, gerekli ziyaretleri yaptık. İskenderpaşa'da bizi misafir ettiler. Oranın işleriyle ilgilenenlerden biri, elinde bir demet parayla içeri girdi. Meğer Hocaefendi merhum bizim sayımızca her birine birer tane verilmek üzere yüzer lira göndermiş ki, o zaman için geliş-gidiş parası zaten 46 liraydı."
Batı toplumu nefsinin esiridir
Hocaefendi sadece İslam, Kur'an sünnet ve tasavvuf gibi konularda değil, dünyanın gidişatı ve devletlerin durumuyla ilgili herkesin anlayabileceği sadelikte değerlendirmelerde bulunuyordu: "Çin ve Rusya'nın yıkılması da pek uzak değildir. Tarihte, esaret idarelerinin uzun sürdüğü görülmemiştir. Sürdüğü takdirde insanlığa acımaktan başka elimizden bir şey gelmez... Lakin hürriyet sahibi olan ve bir de dininden bahseden Amerika ve Avrupa'nın çılgın ve şımarık halkı, ister zengin, ister fakir olsun hepsi nefislerinin esiridir."
Ünü Türkiye'yi aşmıştı
Mehmed Zahid Efendi, ölümünden önce şiddetli ağrılarına rağmen sohbetlerine devam etti. 1979 senesi yazında uzunca bir süre kalmak niyetiyle gittiği Hicaz'dan 1980'in Şubat ayında ağır hasta olarak döndü. Kısa bir süre sağlığı düzelse de Peygamberimiz'in kabr-i şerifini ziyaret ettikten sonra Kasım 1980'de ağır hasta olarak İstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de dualar, Yasin'ler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde ruhunu teslim etti. Hocaefendi'nin etkilediği kitleler sadece Türkiye ile sınırlı değildi. Bu nedenle vefatı İslam dünyasında da büyük üzüntüye yol açtı. Suudi Arabistan (Mekke, Medine), Mısır ve Kuveyt gibi birçok İslam ülkesinde gıyabında cenaze namazı kılındı.
Kaynak: Yeni Şafak