Dolar

34,8719

Euro

36,7287

Altın

3.040,58

Bist

10.123,70

Türkiye'nin artık ihtiyacı yok

Financial Times'ın ardından şimdi de The Age Gazetesi Türkiye'nin gücünün kendisine ve bölgesine yeteceğini, Avrupa kapısında daha fazla sürünmeyeceğini yazdı

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-11-12 11:45:15

Türkiye'nin artık ihtiyacı yok

Avustralya'da İngilizce yayımlanan Gazetelerden The Age'in ünlü yazarı Eric Ellis, Türkiye hakkında yaptığı gözlemlere dayanarak, yetkililerin diledikleri takdirde Avrupa'dan vazgeçip gücü ve bölgedeki ilişkileri ile ola devam edebileceğini yazdı. İşte Eric Ellis'in bu konudaki görüşleri:

--Güçlü Bir Ekonomisi ve Asya ile İlişkileri Olan Türkiye, AB'nin Bir Parçası Olmaya İhtiyaç Duymayabilir--

Avrupalı mı? Asyalı mı? Her ikisi mi? Yoksa hiçbiri mi? Bu oldukça eski bir soru, hem kültürel hem dinî hem coğrafi hem de ekonomik anlamda. Avustralya ve onun yükselişteki Asya'yı kucaklamasına ilişkin de birçok soru gündeme getirilebilir.

Bu sorunun cevabı zor bulunur ve çok çetrefilli. Ancak bir gününüzü İstanbul'un ışıldayan yeni finans bölgesi Levent'te bulunan alışveriş merkezi harikası Kanyon'da geçirirseniz bu soruyu yeniden düşünmek zorunda kalırsınız. Gösterişli mağazalarına bakıp bir değerlendirme yapıldığında Kanyon, Avrupa modasının son noktasında bulunuyor ancak verdiği his biraz da Los Angeles modasını yansıtıyor.

Okyanus ötesi perakende satışlar yapılsa da Kanyon'un pek de yansıtmadığı tek etki İslam. Hâlbuki müşterilerin birçoğu Müslüman. 20'li yaşlarındakiler sivri topuklu ayakkabılarıyla yahut parmak arası terlikleriyle başörtülü büyükannelerini L'Occitane, Oliver Peoples ve Agent Provocateur mağazalarına sürüklüyor. Kanyon'a kendini kaptırınca Türkiye'nin yüzde 98'inin Müslüman olduğunu ve klişeleşmiş ön yargıları unutmak oldukça kolay oluyor. Dahası Türkiye İslamcı olarak tanımlanmaktan kaçınmayan ancak sekiz yıllık iktidarında Kanyon gibi yerlerin inşa edildiği bir parti tarafından yönetiliyor.

Gelibolu kahramanı Mustafa Kemal Atatürk'ün 1920-1930'daki yönetiminden bu yana modern Türkiye şeklen ve usulen Avrupalı olmayı arzuluyor. Türkiye AB'den önceki kuruluşlara ilk olarak modern Avrupa'yı birleştiren Roma Anlaşması'nın iki yıl sonrasında, 1959 yılında başvurdu. Ancak o zamandan bu yana Türkiye, beyhude bir şekilde sabrederek mücadele veriyor.

Türk ekonomisinde pek sorun yok gibi görünüyor. IMF, G-20 üyesi Türkiye'yi dünyanın en büyük 17. ekonomisi olarak açıkladı. Türkiye 1 trilyon dolarlık üretimiyle AB'nin 27 üyesinin beşinden daha büyük bir ekonomiye sahip. Gayrisafi millî hasılasıyla Türkiye ekonomisi, beş yıllık AB üyesi Bulgaristan ve Romanya ile üç eski Sovyet Baltık ülkesinin ekonomisinden daha büyük.

İstanbul Türkiye'nin Gayrisafi millî hasılasının (GSMH) yaklaşık yarısını sağlıyor ve ayrı bir devlet olsaydı ekonomisi dokuz AB üyesininkinden büyük ve kişi başına düşen GSMH'si de Almanya ve Fransa'nınkiyle aynı olacaktı. Ayrıca burada ciddi paralar dönüyor. 2008'de Forbes İstanbul'u dolar milyarderlerinin en gözde beş şehri arasında Moskova, Londra ve New York'tan sonra dördüncü sıraya koydu.

Türkiye geçen yıl 2008 mali krizinin ardından tökezledi ama GSMH'sinin bu yıl ilk çeyrekte yüzde 11.7 oranında artması ve ilk yarı yılda yüzde 10.3'lük büyüme sağlamasının ardından çok az Avrupa ekonomisi onun coşkusunu yakalayabildi. Türkler Avro Bölgesi'ne girmeye sabırsızlanırken Avrupa'nın ekonomik var olma sebebini tehdit eden onlar değil, tam aksine PIGS ekonomileri denilen Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya.

Aslında sabırla Avrupa'ya kabul edilmeyi bekleyen Türkiye'den uzakta, üyeliğinin AB'ye, Türkiye'ye olduğundan daha fazla avantaj sağlayacağı ve Türkiye'nin yeniden çekiciliğini kazanarak Avrupa'nın doğudaki yükselen piyasası olacağı yönünde güçlü bir argüman var. Daha çok 1990'ların sonlarında alıp yürüyen Amerikan "yeni ekonomisi"nin ABD'yi Asya, Rusya, Meksika ve de Japonya'daki erimeden koruması gibi. Bu, ailesinin bankacılıktan otomotiv ve kimya sanayiine kadar uzanan şirketlerinin mirasçısı olan 45 yaşındaki şık Suzan Sabancı Dinçer gibi sanayicilerin görüşü. Kendisi "AB Türkiye'yi üye olarak almalıdır çünkü heyecan ve büyüme katacak." diyor.

Görünürde bir Atlantik düşüncesi olan AB'nin doğusuna yeni üyeler eklemesi bu argümanı daha da güçlendiriyor. Türkiye, anlamlı bir şekilde -küresel eksenin hızla eğildiği- Asyalı olduğu iddiasında bulunan tek "Avrupalı" varlık. Türkçe Çin'de bile konuşuluyor. Asya'nın birçok hırslı bölümü gibi yeni ve canlı hisseden, eski bir ülke.

Türkiye AB'ye girme çabalarında uzun süredir Avrupa'ya göre hareket ettiği için adeta fiili bir AB ülkesi gibi işliyor. Avustralya için Asya neyse, ticaretinin yüzde 75'ini Avrupa ile yapan Türkiye de Avrupa için o. Mali sektörü Avrupa standartlarına bağlı. Bankacılık varlıklarının Arupalı finans başkentlerinden kontrol edildiği göz önüne alındığında bu şaşırtıcı değil. Çok sayıda dil konuşuluyor ve demokratik bir ülke olarak yasaları, altyapısı, kuralları ve demokrasisi Avrupa'ya eğilimli.

Siz Brüksel'in yerinde olsanız bu ülkenin nesini beğenmezsiniz? Kimse dile getirmeye cesaret edemese de dinini. Görünürde ekonomik bir varlık olsa da AB bir Hıristiyan klübü. Eğer girerse Türkiye tek Müslüman üye olacak ve 74 milyonluk nüfusu ile 82 milyonluk Almanya'dan sonra gelecek. Bu, birçok Avrupalıyı ürkütüyor. Seçmenleri serbest göçe ve refah politikalarına karşı olan özellikle de Hollanda, Avusturya, İsveç ve Danimarka gibi yerlerde. Göçmenler refahı takip etme eğilimindedirler ve Batı Avrupa Küresel Mali Kriz sonrasında çamura batmışken Türkiye büyür ve gelişirse uzun vadede hareketinin Batı'ya değil Doğu'ya olması daha mantıklı.

Bu, Türklerin kendileri için de doğru olabilir. Popüler ve sabırsız Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB'ye katılım konusundaki tavrını yavaş yavaş sertleştiriyor.

The Age Gazetesi
BYEGM

 

Haber Ara