Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

‘Yeni Osmanlı fikrinden ilham alınmalı’

Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf Yeni Osmanlı fikrini değerlendirdi

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-11-09 12:27:33

‘Yeni Osmanlı fikrinden ilham alınmalı’

Son kitabı “Çivisi Çıkmış Dünya” yayınlandıktan sonra Amin Maalouf, yaşadığı Yeu adası ve Paris dışında fazla seyahat etmese de, dünya bu arada çok değişti. Lübnan kökenli Fransız yazar bu sürede bazı hastalıklarla uğraştı. Bir de İspanya’nın Nobel’i olarak bilinen Asturias Ödülleri’ni bu yıl edebiyat dalında o kazandı. Newsweek, Maalouf ile Paris’teki evinde konuştu.

Bir buçuk yıl önceki görüşmeden beri Türkiye daha çok dikkatinizi çekti mi?

Evet. Evde aileme ait bazı kâğıtları bulduğumda, büyükbabamın yazdığı çok heyecan verici notlar gördüm. Kendisini bir Osmanlı vatandaşı olarak görüyordu. Sonra babamın doğum kâğıdını buldum, Türkçe’ydi. Türkiye benim tarihimde ve bütün kitaplarımda var. Ama iç politikasını iyi bilmiyorum. Dışarıdan, Yakındoğu basınını okuduğumda –ki düzenli olarak yapıyorum bunu- Türkiye’yi, Erdoğan’ı, Türkiye’nin Lübnan, Suriye, Ürdün gibi bölge ülkeleriyle yeni ilişkiler kurduğunu çok açık görüyorum.

Başbakan Erdoğan her platformda Gazze ablukasından bahsediyor. Ablukanın bitmesi gerektiğini söylüyor. Bu ısrar Batı’ya itici geliyor mudur?

Hayır. Sorun çözülene kadar bunu söylemek çok normal. Gazze ablukası kabul edilemez bir şey. Bir halkı bir yere kapatmak, dünyayla ilişkilerini kesmek, yardım veya başka bir şey için olsun dışarıdan gelenleri engellemek çok küçük düşürücü ve haklı görülemez bir tutum. Gazze halkına böyle davranılması için hiçbir sebep yok. Bir gemi geliyor diye bu kadar çok gürültü çıktı, halbuki bu çok doğal biçimde gerçekleşmeli, kim isterse istesin Gazze’ye gelebilmeliydi. Gazze’de yaşayanları, onları yönetenleri sevmeyebilirsiniz ama bunlar bütün halkı bu şekilde sefil biçimde yaşamaya zorlamak için gerekçe olamaz.

Türkiye’nin yüzünü Doğu’ya döndüğü söyleniyor.

Dünyanın bütün coğrafyalarıyla ilişki kurmak kadar doğal bir şey olamaz.

Türkiye’nin daha muhafazakâr hatta “İslamcı” olmasından da endişe edenler var.

Soğuk Savaş mantığına göre Türkiye, Batı ittifakının üyesiydi. Ama Soğuk Savaş bitti. Bugün aynı mantıkla hareket edemeyiz. Türkiye başka dünyalara giriyor ve bu kendi yeteneği. Avrupa’yla olduğu kadar Ortadoğu’yla ilişki kurması normal. Çünkü bu bölgeyle çok eski bir ortak geleneği var. Bugün dünyada hiçbir ülke Çin’le ilişki kurmaktan uzak duramaz. Bunları ideolojik yönelme olarak görmüyorum. Her hükümetin bir gün yapacağı bir şey, gereklilik.

Araplar açısından bakarsak…

Ürdün’den yeni gelen bir arkadaşım, her yerde Türk bayrağı gördüğünü söyledi. Müslüman dünyada ihtiyaç duyulan şey, başarılı olmuş bir örneğin ortaya çıkmasıdır. Ekonomik refah, demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi konularda iyi örnek sergileyen bir ülke.

Başbakan Erdoğan geçenlerde “Araplar ve Türkler kardeştir” dedi, çok tartışıldı.

Bunu tekrar tesis etmek çok önemli. 400 yıl Osmanlı egemenliğinde yaşadık. Ben, ne zaman bir sorun olsa “işte Osmanlı’nın yüzünden” denen bir Lübnan’da büyüdüm. Osmanlı’nın oradan ayrılışından 60 yıl sonra bile “bakın işte yürümüyor, Osmanlı yüzünden” deniyordu. Sanıyorum Türkiye’de de I. Dünya Savaşı’nda kendilerini terk eden Araplara karşı bir güvensizlik var. Bunları aşmak, bir şeyleri yeniden oluşturmaya başlamak önemli. 

Türkiye’nin yeni politikasını nasıl yorumlarsınız? Yeni Osmanlı mı, yeni hilafet mi?

Romancı olduğum için, şimdi politik bir kurgu yapacağım… Biraz da dedemin düşlerinden ilham alarak… Biliyorsunuz 20.
yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorlu-ğu’na bağlı pek çok ülkede uyanmış bir umut vardı. Özellikle de 1907-08’e doğru. Sanırım büyükbabamın hayalindeki şey de, Osmanlı’nın “halife sultan” tarafından yönetilen bir imparatorluktan anayasal bir monarşiye dönüşmesiydi. Başında anayasal bir kralın/padişahın olduğu (işi elçileri kabul etmek, parlamentoyu törenle açmak olan sembolik bir kral), kadınların ve erkeklerin katıldığı özgür seçimlerin yapıldığı; Osmanlı coğrafyasından, bugünkü Türkiye’den, Arap ülkelerinden, Balkanlar’dan, Yunanlardan, Ermenilerden, imparatorluktaki bütün insanların çokuluslu bir parlamentoda buluştuğu bir ülke... Böyle bir gelişme imparatorluğun dağılmasıyla yaşanan parçalanmaya tercih edilirdi. Bu parçalanmadan Türkiye iyi sıyrıldı çünkü Atatürk’ü vardı. Atatürk gerçek bir devlet kurdu, ülkeyi modernleştirdi… Ama imparatorluğun geri kalanında yaşananlar bir faciaydı. Hâlâ pek çok problem çözülmedi, hâlâ gerçek devletler, milletler kurulamadı, hâlâ Yakındoğu I. Dünya Savaşı’nın sonundan beri kendini arıyor ama bulamıyor ve burası aynı zamanda gezegende en büyük çatışmaların yaşandığı yer.

Bu yüzden o döneme bir özlem var…

Şunu biliyorum ki David Ben Gurion (İsrail’in ilk başbakanı) Osmanlı parlamentosunda milletvekili olmanın hayalini kurardı. Hatta bir keresinde, Osmanlı parlamentosunda bir Yunanlı vekilin kalkıp Lübnanlı bir vekile İlyada ve Odysseia’yı Arapça’ya çevirdiği için teşekkür ettiğini anlattı. Bence her kökenden insanın olduğu böyle bir parlamentoyla, yaşanan parçalanmadan çok daha iyisini yapabilirdik. Tabii tarihi yeniden oluşturamayız. Ama bir gün bağları yeniden kurabiliriz. Yeni hilafet fikriyse biraz sert. Halifenin rolü sultanınkinden farklıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu ikisi birleştirildi. Biraz Batı’daki Papa ve imparator gibi. Bugün bu anlamda bir halife tayin edemeyiz. Bu yüzden yeni bir halife fikri benim için bir şey ifade etmiyor. Buna karşın Osmanlı ülkesinde var olan bağları yeniden inşa etmek fikri gerçekçi.

NEWSWEEK / KÜRŞAD OĞUZ

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara