Kürt tarihinin en önemli eseri Türkçe’de
Çanakkale, Filistin, Irak, Suriye, Balkan ve Kafkas cephelerinde savaşmış olan ünlü Osmanlı subayı Mehmet Emin Zeki bey’in kaleme almış olduğu “Kürtler ve Kürdistan Tarihi”, Kürt meselesini anlamak isteyen aydın, akademisyen, siyasetçi, sanatçı ve düşünürlere çok önemli bilgiler sunuyor.
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-11-09 14:09:34
Kürt tarihinin en önemli eserlerinden biri olan “Kürtler ve Kürdistan Tarihi” Nubihar yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabın yazarı Mehmet Emin bey ise Çanakkale, Filistin, Irak, Suriye, Balkan ve Kafkas cephelerinden savaşmış olan bir Osmanlı subayı… 1880-1948 yılları arasında yaşayan ünlü Kürt şairi, edebiyatçısı, tarihçisi ve siyasetçisi Mehmet Zeki bey, çok iyi bildiği Osmanlıca, Farsça, Arapça, Almanca, Rusça, İngilizce ve Fransızca’daki tüm kaynakları tedkik ederek bu kitabı vücuda getirdi. Kürtler ve Kürdistan tarihi konusundan başyapıtlardan biri olarak kabul edilen bu değerli kitabın, bu alandaki büyük bir boşluğu dolduracağa benziyor. Kürt meselesinin tartışıldığı bir dönemde yayımlanan bu eser, ayrıca “açılıma” yeni bir boyut kazandıracağa da benziyor. Türkler ve Anadolu hakkında da çok önemli bilgiler ihtiva eden 800 sahifelik bu kitap, Kürt tarihi konusunda 1597 yılında Bitlis Hükümdarı Şeref Han tarafından kaleme alınan “Şerefname’den sonra en önemli eserlerden biridir. MEHMET ZEKİ BEY’İN KİTABA YAZDIĞI ÖNSÖZ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Bu kitabı nasıl yazdım Türkiye'de “Osmanlı” kavramı bütünüyle ortadan kaldırılıp yerine "Türk" ve "Turan" kavramları kullanılmaya başlandığı andan itibaren, ben de Türk olmayan her Osmanlı vatandaşı gibi doğal olarak Türklerden ayrı bir ulusal kimliğin bilincine vardım. Bu bilinç, beni coşkulu ve duyarlı bir ulusçuluğa ve ulusal nitelemeleri ön plana çıkarma eğilimine yöneltti. Ne var ki, mensup olduğum ulusun kökeni hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Çünkü o güne kadar, hiçbir şekilde Kürt ulusunun tarihini araştırma, tarihsel bulguları değerlendirme gibi bir düşünce uyanmamıştı zihnimde. Ne eğitimim esnasında, ne de daha sonraki dönemlerde böyle bir ihtiyaç duymamıştım. Bunun "Osmanlılık" kavramının, Osmanlı devletine bağlı halkları ve etnisiteleri kapsayacak anlamda kullanılmasından başka bir nedeni yoktu ve kuşkusuz, bu durum, başka uluslara mensup olan her birimizi bir bakıma birleştirmişti. Zaman zaman kendime şöyle sorduğum oluyordu: Acaba Kürt ulusu hangi kökenden geliyor? Hangi eserleri meydana getirmiştir ve nasıl bir tarihe sahiptir? Ne yazık ki, bu sorulara tatmin edici cevaplar bulamazdım. Sonunda bazı Kürt liderlerine ve alimlerine başvurma gereğini duydum. Özellikle bunların ikisi, tarih biliminde üstad sayılıyordu. Birisi karışık bir rivayete ve zayıf bir ravi zincirine dayanarak Kürtlerin kökenini Kahtani sülalesinden Kurd b. Amr'a bağladı. Ötekisi de Kürtlerin "Casad" adlı bir cinin soyundan geldiğini ileri sürdü. Bu saçma sapan cevaplar karşısında gerçekten üzüntü duydum. Bunun üzerine, bu güç meseleyi araştırmaya, bu tarih bilmecesini kendi başıma çözmeye karar verdim. O sıralarda İstanbul'da bulunuyordum. Bu durum, çalışmaya başlamak için iyi bir fırsattı. Resmi görevimden arta kalan boş vakitlerimi, bu önemli konu üzerinde etütler yapmaya ayırdım. 1910 yılında araştırmaya başladım ve ilk önce, İstanbul'daki halk kütüphanelerini gezdim. Bu dönemde bilimsel verileri ayıklamaya, araştırma yapmaya ve etüt etmeye ayırdığım vakit gerçekten dardı. Üstelik her yıl altı aydan daha fazla bir süre, sınır komisyonundaki görevim dolayısıyla İstanbul dışına çıkardım. Ancak yine de bu çabalarımdan son derece yararlı sonuçlara vardığımı belirtmeliyim. Örneğin 1912 yılının sonu itibariyle yüzlerce esere ve çok sayıda tarihsel kaynağa ulaşıp değerli metinler ve görüşler derlediğim gibi, bir o kadar da notlar aldım. Sonra kader, resmi bir görev dolayısıyla 1913 yılında beni Avrupa'ya yöneltti. Bu ziyaretim esnasında birçok kütüphaneyi, sahafları Almanya'da ve Fransa'da değerli eserlerin korunduğu müzeleri gezme fırsatını buldum. Bu sırada, eşi bulunmayan kitaplarla karşılaştım ve bu değerli kaynaklardan Kürtler ve Kürdistan hakkında önemli bilgiler topladım. Aynı zamanda oryantalistler ve istatistik uzmanları tarafından Kürtler ve yurtları hakkında kaleme alınan onlarca kitap satın aldım. Avrupa'dan döndükten sonra, aradan uzun bir zaman geçmeden I. Dünya Savaşı patlak verdi. Dolayısıyla tarihsel etütlerimi ve bilimsel araştırmalarımı sürdüremez oldum. Savaş sona erince İstanbul'a geri döndüm ve araştırmaya, elde ettiğim bulguları ayıklayıp değerlendirmeye koyuldum. Özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra, konuya ilişkin olarak çıkan kitapları taradım. Ardından notlarımı ve farklı yerlerden derlediğim bilgileri belli bir düzen içinde yazmaya başladım ve iki yüz sayfa kadar da yazdım. Üzerinden çok zaman geçmemişti ki, yazdıklarım 1919 yılında, kurban bayramında, ben evde bulunmadığım bir sırada, mahallemizde meydana gelen büyük bir yangın sonucu yandı. Bu yangında, evim de yanmıştı. Döndüğümde bir de ne göreyim: Konuya ilişkin olarak hazırladığım döküman ve yazdığım notlar tamamen yanmış! Altı yıllık çalışmamın sonuçları, bilimsel veriler, velhasıl bütün emeğim kül olmuştu. Doğrusu bu beklenmedik felaket tüm umutlarımı bitirdi... Beni dayanılmaz acılar ve karamsarlıklar denizine gark etti... Hayatımdaki en büyük idealimi gerçekleştirmeye ilişkin tüm umutlarım bir kez daha suya düştü. Bu olayın üzerinden 10 yıl geçti ki 1929 yılında bir gün Bağdat Parlamento kütüphanesinde İslam Ansiklopedisi'ne gözüm ilişti ve incelemek, etüt etmek üzere ödünç aldım. Bu eserin, 1905 yılından beri yazılmaya başlanan değerli ve sahasında yeni bir eser olduğunu farkettim. Ansiklopedi, dünyaca ünlü uzmanlardan ve stratejistlerden oluşan bir bilim konseyi tarafından hazırlanıyordu ve henüz tamamlanmamıştı. Özellikle son derece yararlı olan ikinci ciltteki bir madde dikkatimi çekti. Kürtler ve Kürdistan'dan söz eden bu madde, dünyaca ünlü müsteşrik (doğubilimci) Vladimir Minorsky tarafından kaleme alınmıştı. Ben de konuyu tekrar tekrar etüt ettim. İki üç kez inceledim ve aşkla, şevkle üzerinde yoğunlaştım. Bu etütler ve incelemeler, geçmişte kalmış olan idealimi hatırlamama neden oldu. İdealimi gerçekleştirmek üzere, büyük bir iştiyakla yeniden işe koyuldum ve işte o anda, Tarihin Eski Devirlerinden Günümüze Kürtler ve Kürdistan kitabını yazmaya karar verdim. Bu çalışmam, İslam Ansiklopedisi'nde yer alan değerli araştırmayı esas alacak ve o tarzda sürdürülecekti. Arzumu gerçekleştirmek bağlamında adı geçen ansiklopedide, Kürtler ve Kürdistan'la ilgili olarak yer alan değişik maddeler halindeki her türlü bilgiyi Kürtçe’ye tercüme etmekle işe başladım; ardından büyük bir titizlikle, adı geçen kitapta konumuzla ilgili değişik maddelerin sonunda verilen indekslerdeki tüm kaynak eserleri edinmeye çalıştım ve o eserlerin bir kısmına ulaştığım gibi, araştırmam esnasında, konuya ilişkin başka eserler de tespit ettim. Bunun yanında, konuyla ilgili kaynakları araştırma bağlamında değerli yardımlarıyla katkıda bulunan bazı dostları da burada anmalıyım: Irak Tarihi Eserler Dairesi müdürü Sr. Sidney Smith'in yol göstericiliğinden ve değerli bilimsel katkılarından büyük ölçüde yararlandığım gibi, değerli eserini ve başka mevzulara ait nitelikli eserleri sunarak da bana yardımcı oldu. Bunların yanında ayrıca, Kürdistan üzerine yaptığı araştırma ve incelemelerin özetini içeren bir makale de yayınladı. Ben de isimlerini bu eserimin sonunda indeks halinde sunduğum kitap ve kaynaklar üzerindeki etütlerimi tamamladıktan sonra, 1930 yılının başlarında dokümanları toplamaya ve telif etmeye başladım. Çünkü o sırada herhangi bir resmi görevim bulunmadığı için sürekli çalışma yapma imkânını buldum. Yaklaşık olarak bir yıl süren kesintisiz bir çalışma ve sürekli bir emek sonucu, kitabın ilk cildini -Kürtler ve Kürdistan Tarihinin Özeti- ve ikinci cildin bir kısmını -Kürt Devletleri Tarihi- tamamladım. Bunun yanında bir de Tarih-i Suleymaniye ve Meşahir’ul-Ekrad adlı kitaplarımın bir bölümünü de tamamladım. Bu arada bazı arkadaşlarım ve dostlarım; bu eserlerimi Arapça veya Türkçe olarak yazmamı tavsiye ettiler. Fakat ben öyle yapmadım. Eğer öyle yapsaydım, bu davranışım uygun ve tutarlı olmayacaktı. Çünkü bir Kürt yazarın bizzat Kürtler için yazdığı Kürtler ve Kürdistan tarihini kendi ulusunun dilinden başka bir dille yazması yakışık olmazdı. Gerçi daha önce büyük bilgin Şeyh İdris-i Bitlisi el-Kurdî, Osmanlı Sultanı Bayezid için Osmanlı Devletinin tarihine ilişkin Heşt Beheşt ("Sekiz Cennet.” Sekiz Osmanlı Sultanının menkibelerini içerdiği için bu ad verilmiştir.) adlı eserini Fars dilinde yazmıştı; ancak onun böyle yapmasının bir sakıncası yoktu ve ondan dolayı ayıplanamaz da. Çünkü onun yazdığı ulusal bir tarih değildi. Ancak bunun yanında Emir Şeref Han Bitlisi el-Kurdî'nin, Kürtler hakkındaki Şerefname adlı eserini Farsça olarak yazmış olmasının bana göre hiçbir mazereti olamaz. Çünkü onun çalışması, herkesten önce Kürt toplumunun ulusal tarihidir. İşte bu yüzden ben eserimi Kürtçe kaleme aldım ve bunu yaparken de yazım ve imla kuralları bağlamında iki temel noktayı göz önünde bulundurdum: 1- Kürtçe kelimeleri konuşulduğu gibi yazdım. Kürtçe'de yer alan Arapça ve Farsça kelimelerde de yazım açısından hiçbir değişiklik yapmadan kullandım. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi: Buna hakkım yoktur. İkincisi: Okuyucular için böylesi daha kolay olur diye düşündüm. 2- "Ya" harfini izafet kesresi yerine; "ha" harfini de mutlak olarak "fethe" yerine; zamme yerine de "waw" harfini kullandım ve bunların yerine başka harfler koymak istemedim. Ayrıca, Kürtçe’de "lam" ve "ra" harflerinin değişik mahreçleri bulunmaktadır, ancak karinelerden ve kelimelerin cümle içindeki yerlerinden bunları anlamak mümkün olacaktır. Hem Kürt ulusunun tarihine ilişkin bu eserimin, noksanlıklardan ve kusurlardan uzak olduğunu da iddia etmiyorum. Tam tersine, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Türkçe ve Farsça olarak yazılmış iki yüz elli kitabın taranıp incelenmesinin, etüt edilmesinin sonucunda kaleme alınmış olan bu kitapta büyük noksanlıkların bulunduğunu düşündüğüm gibi; bu konunun hala araştırılmaya, incelenmeye şiddetle muhtaç olduğuna ve bu eksikliklerin giderilmesinin gerekli olduğuna da inanıyorum. Bu kitapla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: Bu eser araştırmacı Kürt gençleri, Kürt aydınları ve bu konuya önem veren Kürt okurları için bir çekirdek konumundadır. Bu eseri incelemeleri ve büyük bir titizlikle eleştirmeleri gerekir; ta ki eksikliklerini tamamlayabilsinler, kapalı noktaları açığa kavuşturabilsinler. Aslında çok çaba sarfettim: Eski Kürt tarihi konusunu canlandırmak için büyük emekler verdim. O kadar ki, araştırmalarımı defalarca yeniledim, tekrar tekrar kaynakları taradım ve tam dört kere, yeni baştan çalışmaya başladım. Nihayet, eserim bu şekliyle ortaya çıktı. Bunun dışında sanıyorum ki, ben az bulunur eserler ve değerli çağdaş keşifler aracılığı ile bu önemli konuyu diriltmeyi, gündeme getirmeyi başardım. Şayet bu konuda tam olarak başarılı olamamışsam, bu benim suçum değildir. Aksine daha çok eldeki belgelerin bundan fazla bilgi vermemelerinden kaynaklanan bir durumdur. Bununla beraber tarih bilimcilerinin çabalarının ve istatistik örgütlerinin faaliyetlerinin yakın bir gelecekte, birçok değerli eseri gün yüzüne çıkaracağına, bunların Kürtlerin ve Kürdistan'ın eski tarihine ilişkin araştırmalara ışık tutacağına yönelik ümidim son derece güçlüdür. Bazen insanlar -haklı olarak- Kürtler ve Kürdistan'a ilişkin olaylar ve olgular arasında, hatta tarihsel olaylar kısmında bile ahenk ve bağlantı bulunmadığını düşünebilir. Bunun nedeni, Kürt halkıyla ilgili özel bir araştırmanın bulunmamasıdır. Evet, birçok Doğu ve Batı kaynaklarında, Kürtler ve Kürdistan tarihinin bazı bölümleri ele alınmıştır. Arada bir, tarihsel ilişkiler ve koşullar dolayısıyla bazı Kürt ileri gelenlerinin durumlarına ve onlara ilişkin haberlere değinilmiştir; ancak söz konusu haberler ve olaylar arasında ahenk ve bağlantı yoktur. Çünkü bunlar, şuraya-buraya dağılmış kırıntılar ve düzensiz saçıntılar, eksik rivayetler ve yarım yamalak haberlerdir. Buna örnek olarak şunu gösterebiliriz: İbn Esir'in el-Kamil adlı tarih kitabında "Cafer" adında bir Kürt büyüğünden söz edilir. Cafer'in "Dasin" Dağında, Abbasi halifesi M’utasım'ın ordusunu iki defa yenilgiye uğrattığı belirtiliyor. Ama bu Kürt büyüğünün aslı, nereden geldiği, yaşadığı ortam ve durumu hakkında herhangi bir bilgi verilmiyor. Aynı şekilde, ünlü tarihçi İbn-i Miskeveyh, Tecaribu'l-Umem adlı eserinde, Ahmed ed-Dahhak adında bir Kürt büyüğünün, Suriye'de Rumlarla savaşan İbn Samsama komutasındaki Mısır ordusunda yer aldığını, Mısır ordusunun Rumlar karşısında yenilgiye uğradığını, bu sırada adı geçen Kürt büyüğünün atını dolu dizgin düşman saflarına sürdüğünü, safları yararak ordunun başkumandanına ulaşıp onu öldürdüğünü ve bu hareketinin Rumların dağılmasına, Mısırlıların 992 yılında zafer kazanmasına sebep olduğunu anlatır. Ünlü tarihçi bunları anlatır, ama bu gözü kara kahramanın nereden geldiği, akıbetinin ne olduğu hususunda en ufak bir bilgi vermez. Sözün özü: Gerek Doğu ve gerekse Batı kaynaklarında, Kürt tarihiyle ilgili olarak yer alan bilgiler az değildir; ancak bu bilgiler düzenli ve derli toplu değildirler. Belki ben konumum itibariyle bu bilgilere yeterince ulaşamadım. Ancak titiz bir araştırmacının gecesini gündüzüne katarak bu alandaki eksiklikleri giderecek, konuyu gereği gibi açıklığa kavuşturacak bilgilere ulaşması imkânsız değildir. Hiç kuşkusuz, günümüz gençlerinin yerine getirmeleri gereken büyük bir hizmettir bu. Bu arada ben, kitabın Kürtçe baskısından elde edilecek geliri, bilimsel çalışmalarını takdir etmek, bu tür faaliyetleri sürdürmesini teşvik etmek için "Yaneyî Serkewtin" derneğine bağışlıyorum. İmkânları sınırlı olan bu bilimsel dernek için kayda değer bir katkı olacaksa eğer, bu beni sevindirir. İnşaallah bu kitabın ikinci cildini de yayınlayacağım. Ardından, Tarih-i Süleymaniye ve Meşahiru’l-Ekrad adlı eserlerimi de peş peşe çıkaracağım. Bu eserlerin, ulusumun entelektüelleri ve yazarları arasında telif ve tercüme faaliyetlerine ivme kazandırmasını diliyorum. M. Emin Zeki Beg Irak Hükümeti Eski Bakanı 15 Mart 1931 MEHMET EMİN ZEKİ BEY KİMDİR? Mehmet Emin Zeki bey, h. 1297/m. 1880 yılında Süleymaniye kasabasında doğdu. Babası, adı geçen şehrin doğusuna düşen Guvisra mahallesi sakinlerinden Hacı Abdurrahman Bey’dir. İlköğrenimini o tarihte eğitimin Fars dili ile yapıldığı Mela Abdulaziz medresesinde yapan yazar, daha sonra 1892 yılında o dönem bölgenin ilk ve tek resmi ilkokuluna yazıldı. Burada tam bir sene eğitim gördükten sonra, 1893 yılında eğitime kapılarını açan Askeri Rüştiye'nin ikinci sınıfına geçti. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra 1896 yılında Bağdat'daki Askeri İdadiye'ye girdi ve orada üç yıl eğitim gördü. Ardından İstanbul'daki Harp Akademisine yazıldı ve Yüksek Harp Akademisini birincilikle bitirdi. Hemen ardından 1902 yılında Bağdat’taki 6. Orduda görev almak üzere ataması yapıldı, bundan bir yıl sonra da Devlet Emlak Dairesine mühendis olarak tayin edildi ve bu görevini Meşrutiyetin ilanına kadar sürdürdü. Daha sonra kendi isteği doğrultusunda merkezi Edirne'de bulunan 2. orduya atandı. Buraya giderken uğradığı İstanbul'da Harita Teftiş kuruluna üye seçildi, h. 1325/m. 1907 yılında bu kurulla beraber İstanbul ve çevresi için düzenlenen harita işlerinde görevlendirildi. Aynı şekilde bir yıl sonra da topoğrafi subayı olarak Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan arasındaki sınırı belirleyen kurulda görev aldı. Bu kurulda tam iki sene hizmet verdikten sonra bir seneliğine Türkler ile Rusya arasındaki Kafkasya sınırını belirlemek için özel bir kurulda çalıştı. Ancak Balkan Savaşı patlak verince cephede görev almak için başvurdu ve h. 1330/m. 1912 yılında isteği kabul edilerek Çatalca cephesinin 5. fırkasına Erkan-ı Harp, yani Kurmay General olarak atandı. Bunu takip eden senede bir grup subayla beraber askerlikle ilgili bazı meseleleri görüşmek için Fransa'ya gönderildi ve yaklaşık bir sene orada kaldı. Ardından 1914 yılında tekrar Rusya sınırını belirlemekle görevli olan kurula katıldı ve sınırları belirledikten sonra kurulla beraber Tiflis'e gitti. Ancak bu arada Rusya ile Osmanlı Hükümeti arasında savaş patlak verdi, o da savaşın başlamasından bir buçuk ay sonra İsveç üzerinden İstanbul'a döndü. Çok geçmeden 1. Tümen komutanı olarak (Erkan-ı Harp) atandı ve bir müddet bu görevde kaldı, bu sırada Ayestefenos'da açılan bir pilot kursuna üç ay süre ile iştirak etti. Bu eğitimden sonra 1. Dünya Savaşı’nın ikinci yılında (Eylül 1915) binbaşı rütbesine terfi etti ve o günkü adıyla “Irak ve Yöresi Genel Komutanlığı” olan Irak'taki orduya Erkan-ı Harp olarak (Ordu Komutanı) gönderildi ve aynı senenin 2 Teşrini’l-Evvel tarihinde ordunun Selman-ı Pak/Tisfun’daki karargâhına ulaştı. Burada Genel Kurmay Başkanlığının emri ile “Kurmay” sınıfına terfi edildi ve Irak’taki 6. Ordunun kurulmasına kadar bu ordunun “Harekât Başkanlığı” görevini sürdürdü. Bu esnada Kut el-Amare yöresindeki Selman-ı Pak, Dolapça, Şeyh Sa’d ve Kelal savaşlarına katıldı. Daha sonra Halil Paşa komutasında 6. ordu kurulunca istihbarat şubesi başkanlığına getirildi ve Bağdat'ın düşmesinden sonra ordu komutanlığı ile beraber Musul'a döndü, bundan bir süre sonra da izinli olarak İstanbul'a gitti. Bu gelişmelerden sonra 1 Temmuz 1917'de Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki 7. Ordunun Erkan-ı Harp Reis Muavinliğine (Kurmay Başkan Yardımcısı) görevine getirildi ve bu ordu ile Halep'e gitti. Ancak Ordu Komutanı m. Kemal Paşa’nın ayrılıp 7. Ordunun komutanlığına Fevzi Paşa'nın atanmasından sonra M. Emin Zeki bu defa ordu ile Filistin cephesine katıldı ve 28 Teşrini’l-Evvel (Ekim) 1917 yılında Halil kentine geçti, burada Kudüs, Nablus ve Halil yörelerindeki savaşlara katıldıktan sonra da Eylül 1918'e kadar bu bölgelerde kaldı, ancak hemen ardından bu defa Kafkas cephesindeki 3. Orduya atandı ve 20 Teşrini’l-Evvel'de İstanbul'da bu orduya fiilen katıldı, ardından aynı senenin sonunda Harp Tarihi dairesinde görevlendirildi. M. Emin Zeki Beg, -kısa aralıklarla tavzif edildiği bazı görevleri saymazsak- 24 Temmuz 1923 yılına kadar bu görevde kaldı, sonra da Bağdat'a döndü. Irak cephesinde bulunduğu esnada 13 Şubat 1332 yılında gümüş liyakat madalyası, 21 Nisan 1332 yılında Harp madalyası, Kânun-i Sani 1933 yılında Almanlara ait Haç Nişanı (ikinci dereceden) ile ödüllendirildiği gibi, Filistin'de de yine 1 mart 1918 yılında birinci dereceden Haç Nişanı, 7. Ordu komutanlığını üstlenen Mustafa Kemal Paşa’nın önerisi ile kendisine ikinci defa Gümüş İmtiyaz Madalyası ve Miralay rütbesi ile, Teşrini’l-Evvel 1917'de de Avusturya hükümeti tarafından verilen Harp madalyası ile ödüllendirildi. Osmanlı Ordusunda görevli olduğu süre içinde yazmış olduğu eserler: 1-Osmanlı Ordusu, Bağdat baskısı, yıl 1324. 2-Osmanlı Esfarı Hakkında Tetkikat (Osmanlı Savaşları Hakkında İncelemeler), 1336, İstanbul. 3-Irak'ı Nasıl Kaybettik, 1336, İstanbul. 4-Harb-ı Umumide Osmanlı Cepheleri Vakayii, 1337 Irak. 5-Irak Seferi ve Hatalarımız, 1337 İstanbul. 6-Selman-ı Pak Meydan Muharebesi ve Zeyli, 1337 İstanbul. 7-Bağdat ve Son Hadise Ziyai, 1339 İstanbul. 8-Irak Tarihi Harp Muhtasarı (bir kısmı), 1339 İstanbul. Ayrıca yayınlanmayan birçok eseri daha var. Mesela Kut el-İmara Hücum ve Muhasarası adındaki kitabı iki ciltten oluşuyor. Bu kitap Londra'da bulunan “Savaş Tarihi Kütüphane”sine hediye edilmiştir. M. Emin Zeki, Irak'a dönmesinden bir kaç gün sonra Askeri okula müderris olarak atandı ve yapılan imtihanı başarıyla verdikten sonra Irak ordusuna girdi. 1924 yılının sonunda Askeri okula yönetici olarak atandı ve Eğitmen Yarbay (Miralay) olarak görevini sürdürdü. 24 Teşrin-i Sani 1925 senesinde İskân ve Ulaştırma Bakanlığına getirildi. Bu görevi de Abdu’l Muhsin Bey Sadun ile Cafer Paşa el-Askeri hükümetleri bakanlığında 1927 yılın ortasına kadar sürdürdü ve aynı yıl Ağustos ayının 6’sında Eğitim Bakanı oldu. 18 Kânuni Sani 1928 yılında ise bu görevden ayrıldı ve 15 ay sonra Süleymaniye'den milletvekili seçildi. 28 Nisan 1929'da Savunma Bakanı, aynı senenin 19 Eylül ayında da Ulaştırma Bakanlığına getirildi. Yine aynı yıl içinde (14 Teşrin-i Sani) bu görevden ayrıldı, ancak dört gün sonra aynı göreve dördüncü defa tekrar getirildi ve 22 Mart 1930 yılında bu görevinden de ayrıldı. 2 Temmuz 1931 yılında I. ve II. Nuri Said Paşa döneminde ise Ekonomi ve Ulaştırma Bakanlığına getirildi, ancak 2 Teşrin-i Sani 1932'de bu görevden de ayrıldı. 25 Mart 1933 yılında ise Ekonomi ve Ulaştırma Bakanlığında müdür olarak atandı. Ardından aynı senenin 12 Eylül ayında kısa bir müddet için Sulama Genel Müdürü olarak atanan M. Emin Zeki Beg, bu görevden sonra eski makamına tekrar geri döndü. Ancak bu görevden de 8 Eylül 1934 yılında ayrıldı, fakat 3 Mart 1935 yılında tekrar Ekonomi ve Ulaştırma Bakanı oldu ve ardından aynı sene Haziran ayının 16’da bakanlıktan ayrıldı. Fakat çok zaman geçmeden yine aynı sene içinde üçüncü Haşimiye hükümeti döneminde sekizinci defa Ekonomi ve Ulaştırma Bakanlığına getirildi ve 9 Teşrin-i Evvel 1936 yılında hükümetin, Askeri baskı neticesinde düşmesinden dolayı bakanlıktaki görevinden ayrıldı. Muhammed Emin Zeki, son dönemlerinde Kürtler ve Kürdistan hakkında iki ciltlik bir eser yazdı ve Kürtçe yazdığı bu eserine Xulasayekî Tarîxî Kurd û Kurdistan (Kürtler ve Kürdistan'ın Kısa Tarihi) adını verdi. Bu kitabın I. cildi 1931 yılında, II. cildi ise 1937 yılında neşredildi. Ayrıca Kürtlele ilgili iki kitap daha yazdı. Bunlaran birisi, Meşahiru’l Ekrad (Kürt Ünlüleri), diğeri ise Süleymaniye Tarihi ve Yöneticileri’dir. Bu son eseri de 1939 yılında Bağdat'ta Kürtçe olarak kaleme alınmıştır. 1942 yılında rahatsızlığı nedeniyle emekliye ayrılan Mehmet Zeki bey, 10 Temmuz 1948 yılında vefat etti. Zeki beyin naşı Süleymaniye’de bulunan Tel Seyvan mezarlığına defnedildi.
KİTABA TÜKENMEDEN ULAŞMAK İÇİN Kitabın Adı: Kürtler ve Kürdistan Tarihi Yazarı: Mehmet Emin Zeki Beg Yayınevi: Nûbihar Yayınları Mütercimler: Vahdettin İnce, Mehmet Dağ, Reşat Adak ve Şükrü Aslan Yayım Tarihi: Kasım / 2010-11-09 Tel: 0212- 519 00 09
SON VİDEO HABER
Haber Ara