Takvim yaprakları 25 Ekim’i gösterirken, PKK’nın Eylül başında tek taraflı ilan ettiği bir aylık eylemsizliğin bitmesine sayılı günler kalmışken, İmralı’da hükümlü bulunan Abdullah Öcalan ile ilgili devlet görevlileri görüşme halindeydi. Gündem: Eylemsizliğin uzatılması ve PKK’nın silah bırakması. Öcalan’ın da şartları vardı: Kendi durumu, PKK üst yönetimini bekleyen akıbet, seçim barajının düşürülmesi, KCK Davası ve yeni anayasa. Üç buçuk saat süren görüşmenin ardından Öcalan yine o bildik dili kullandı: “Görüşmeler devam etmez, netice alınmazsa aradan çekileceğim.” 31 Ekim Pazar günü yani eylemsizliğin son günü sabah saat 10.40’ı gösterirken Taksim Meydanı’nda bir canlı bomba patladı. Terörist öldü. 15’i polis, 17’si sivil toplam 32 kişi yaralandı.
Ertesi gün, 1 Kasım’da PKK’ya yakın diye bilinen internet sitelerinde İmralı’da 45 dakikalık ikinci bir görüşme yapıldığı savunuldu. Aynı gün Kandil eylemsizlik sürecini Haziran 2011’de yapılacak genel seçimlerin sonuna kadar uzattığını ilan etti. Öcalan, görüşmelerin müzakereye dönmeye başladığını, İmralı’ya giden eski milletvekili Aysel Tuğluk aracılığıyla duyurdu. Karşılıklı ne tür vaatlerde bulunulduğuysa şimdilik pek açık değil.
İstanbul’un kalbinde patlayan bomba ve onlarca insana zarar veren terör eyleminin yankıları sürüyor. Zira çok daha büyük bir felaket yaşanabilirdi, eylemcinin çantasında 2.5 kiloluk A4 patlayıcıdan oluşan ikinci bir bomba daha vardı. Polis minibüsüne girmek isterken fark edilince teröristin pimi çekemediği ve bombanın dışarıdan patlatıldığı da konuşuluyor. Genç adam, 2004’te, henüz 18 yaşındayken PKK’nın dağ kadrosuna katılan, Van’ın Gürpınar nüfusuna kayıtlı Vedat Acar. Altı yıl boyunca dağda eğitim gören Derwîş kod adlı Acar, Behçet hastası olduğu için geri alanlarda görev almış. Bombacının kimliği ve PKK’daki mazisi hakkında pek çok bilgi ortaya çıksa da, saldırının bizzat PKK tarafından mı yoksa PKK içerisindeki bir grup tarafından sürece darbe vurmak amacıyla mı yapıldığı sorusu zihinleri meşgul etti, hâlâ da ediyor. Oysa karşımızdaki fotoğraf belki o kadar da bulanık değildir.
Taksim’deki saldırıdan dört gün sonra, sorular ayyuka çıkmaya başladığında eylemi Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) üstlendi. Hemen ardından PKK saldırıyı kınayarak TAK’a sözde “eylemlerine son ver” çağırısı yaptı. TAK ismini Türkiye kamuoyu ilk kez duymuyordu. 2005’te Kuşadası’nda 5 turistin öldüğü bombalı saldırı, 2007’de Ankara Anafartalar Çarşısı’nda 9 kişinin ölümüne yol açan patlama, Haziran 2010’da İstanbul Halkalı’da askeri personeli taşıyan servis aracına düzenlenen bombalı saldırı üstlendikleri eylemlerden bazıları. Ancak hem PKK’nın hem de TAK’ın iddia ettiği gibi bu iki örgütün birbirinden tamamen bağımsız olduğuna inanmak saflık olur. Hakkâri’de görev yapan (güvenlik nedeniyle adının açıklanmasını istemiyor) terörle mücadele uzmanı, “TAK’ın 2005’te bizatihi Öcalan’ın talimatıyla, örgütün çatışma yanlısı kanadını temsil eden Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan tarafından kurulduğunu” söylüyor. Uzmana göre, “TAK örgütün bir alt birimi, görevi de gerektiğinde kötü polisi oynamak.”
Eski PKK’lı Şükrü Gülmüş de “PKK’da telkinler sonucu kendini patlatacak insan da, kirli eylemleri üstlenecek taşeron yapı da çok” diyor. “İmralı’daki görüşmelerde elinin güçlenmesi için, 30 yılda ilahlaştırılan Öcalan’a Kürt davasına inanmış gençleri kurban ediyorlar” yorumunu yapıyor Gülmüş. Terör uzmanı de benzer görüşte: “Öcalan ve Kandil’in makul çizgide olduğu, bunlarla uzlaşılmaması halinde ileride ülkenin daha büyük tehlikeyle karşılaşabileceği imajı oluşturulmak isteniyor. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme taktiği bu.”
Devletler terör örgütleriyle şiddeti sonlandırmak uğruna görüşmeye başladığında, saldırılar olması sadece Türkiye’ye has bir durum değil. İspanya’da Bask sorununun çözümü için 1968’den bu yana silahlı mücadele sürdüren ETA da ateşkes bitimlerinde veya uzatmalarında eylemler yapıyordu. 2003’ten bu yana cana kast etmek yerine tehdit amaçlı maddi hasarlı eylemler yapsa da, ETA da zaman zaman yine sivilleri hedef alıyor. Örneğin 2006 yılındaki ateşkesin uzatılma görüşmeleri sırasında, Madrid Barajas Havaalanı’nda meydana gelen patlama iki kişinin ölümüne neden olmuştu.
Elbette PKK yönetiminde gruplaşmalar da var ama Öcalan’ın çizgisinin dışına çıkacak ölçüde görünmüyor. İçeride tartışmaların yaşandığı biliniyor. Bunlar gün yüzüne çıktığındaysa, kopmalar yaşanıyor. 2004 yılında Nizamettin Taş, Halil Ataç, Kani Yılmaz ve Osman Öcalan ile birlikte 600’e yakın kişinin kopması bunun en somut örneği. Kopanların çoğu şiddetin ve silahın çözüm getirmeyeceğini savunarak yollarını ayırdı. Şahinler-Güvercinler, Köylüler-Şehirliler, Kandilciler-Harkukçular, Bayıkçılar-Karayılancılar gibi çeşitli kanatlardan bahsetmek mümkün. Ama bugüne dek örgütten ayrılan 4 binin üzerindeki militan, PKK’nın tehdidi ve baskısı altında.
Farklı grupların varlığına karşın, mesele Öcalan ve Kürt sorunu olduğunda örgütün tüm kanatlarında ağız birliği hâkim. Dağdaki gençler de hâlâ Öcalan’a tapar şekilde yetiştiriliyor. Orada sadece Öcalan’ın kitapları, mahkemedeki savunmaları, yeni gelen mektup ve mesajları okunuyor. Haziran 2010’da Kandil’de görüştüğüm örgütün dört numaralı ismi Mustafa Karasu, “Burada Apo fedailerini yetiştiriyoruz” demişti. Bu gençler istendiğinde birer canlı bomba olarak şehirlere gönderiliyor. Emniyet kayıtlarına göre 2005-2006 yıllarında, PKK bağlantılı 20 canlı bomba eylemcisi yakalandı, 2009’dan bu yana da pek çok kişi patlayıcı maddeyle yakalanarak etkisiz hale getirildi.
“APO’nun Ayetleri” adlı kitabın yazarı, eski PKK üst düzey yöneticisi Selim Çürükkaya da örgütten ayrılan hiçbir grubun kendi başına Taksim’de eylem yapabilecek imkân ve kabiliyete sahip olmadığını söylüyor. “İster TAK ister başka bir yapı, kişi ya da örgüt PKK’dan ayrılan herkesi hain olarak görür” diyor Çürükkaya. Eğer TAK bağımsız bir yapı olsaydı, PKK, bu gruba ‘ihanet şebekesi’, ‘önderliği istismar eden kirli çete’ veya ‘taşeron örgüt’ damgasını ilk günden itibaren vurabilirdi. Böyle olmadığı gibi lider ve amaç birliği vurgusu bile yapılıyor. Sloganları da birebir örtüşüyor. İnternet sitelerine göz gezdirmek bile işbirliğinin tespiti için yeterli.
PKK saldırıları ya sadece reddediyor ya da “alandaki timimiz kendi inisiyatifiyle yaptı” gibi tatminkâr olmayan açıklamalar yapıyor: 2009’un sonunda Tokat Reşadiye’de 7 askerin şehit olduğu, Haziran’da İskenderun’da Deniz Kuvvetleri’ne yönelik 6 kişinin hayatını kaybettiği ve Batman’da, önceleri PKK’nın silahlı mücadelesine sıcak bakarken yakınlarda sivil siyaseti destekleyen Raman aşiretinden bölgenin 4 ileri geleninin öldürülmesi olaylarındaki gibi.
Kürt sorununda tarihi bir dönemeç yaşanıyor. İlk kez her şey bu kadar açık ve net konuşuluyor. Hatta barışa şans verme adına şaşırtıcı öneriler de geliyor. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, “çözüme katkı sağlayacaksa, PKK’ya ‘terör örgütü’ denmeyebilir” dedi. Ancak PKK ikili oynuyor olabilir. Bir taraftan eylemsizlik kararlarıyla barış mesajları verirken, diğer taraftan şiddeti yüzde yüz bitirmekten kaçış için sanki farklı yollar deneniyor.
Ama devletin Kürt sorununu çözmek için başlattığı görüşmeler de İmralı’yla sınırlı değil ve bu belki de PKK’nın kafasını karıştırıyor. Iraklı gazeteci Hemin Aziz, son üç ayda MİT yetkililerinin biri Süleymaniye, diğeri Kandil’de olmak üzere iki kez PKK’lılarla görüştüklerini iddia ediyor. Yeni kanlı eylemlerin yaşanmaması için devletin PKK’nın karanlık yüzüne daha fazla ışık tutması şart.
NEWSWEEK / ADEM DEMİR
NEWSWEEK / ADEM DEMİR