Dolar

34,9424

Euro

36,6354

Altın

2.975,32

Bist

10.125,46

Abdülhamid Han’ın dini ilimler mektebi

YEDIKITA dergisi Kasım ayında da yine özel araştırma dosyaları ile dopdolu olarak okuyucularının karşısına çıkıyor...

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-11-04 11:06:09

Abdülhamid Han’ın dini ilimler mektebi
Haber Merkezi / TİMETURK

Osmanlı medreseleri başlangıçtan Tanzimat’a kadar oldukça sağlam bir yapıya sahipti. Buralarda sadece sarf, nahiv, mantık, meâni ve dinî ilimler değil; matematik, astronomi, tıp ve fen bilimleri gibi değişik sahalarda ilimler de öğretilmekteydi. Fakat zamanla medreselerden teknik ve fen ilimlerinin kalktığı görülmektedir. Medreseler, Kara ve Deniz Mühendishanelerinin açılması, Tıphâne’nin kurulması, yavaş yavaş mekteplerin açılmaya başlamasıyla birlikte sadece Arabî ve dinî ilimlerin tahsil edildiği birer eğitim müessesesi haline gelmiştir.

Aslında zamanın getirdiği bir kaçınılmazlık, devrin değişmesinin sebep olduğu bir vazife taksimi denilebilecek bu yapıda medreselerin çağa ayak uyduramadığını söylemek doğru değildir. Zira 18. asırla birlikte Osmanlılar, askerî ve teknik bakımdan gözle görülür bir şekilde zayıflamaya başlamışlardır. Medreselerde okutulan teknik ve fen dersleri ise bu ilimlerin önceki asırlardaki seviyesini yansıttığından tabii olarak artık müfredat programlarından çıkarılmıştır. Diğer taraftan yukarıda da işaret ettiğimiz bu yeni açılan mühendishane ve mekteplerde, modern fen ve teknik ilimlerin okutulması, artık medreselerin 19. asra kadar getirdiği bu ilimleri bir el değiştirme, devir-teslim gibi bu yeni açılan müesseselere bırakmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla medrese münhasıran teknik ve fen ilimlerini okutan müesseselerin ortaya çıkmasıyla müfredatında yer alan bu ilimleri bu yeni müesseselere devretmiştir. Şu hakikati de hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir ki bu yeni okulların ilk hocalarının çoğu, teknik dersleri kuvvetli müderrislerdir.

Bu değerlendirmelerden sonra Osmanlı medreselerinin 19. asırda ve bilhassa Tanzimat’tan sonraki vaziyetleri de belirginleşmiş oluyor. Medreseler Arapça sarf ve nahivle birlikte mantık, Arap edebiyatı ve dini ilimlerin okutulduğu müesseseler haline geldi.


19. Asırda Medreselerde Okutulan Dersler

19. asırda eğitim sisteminde meydana gelen bu değişikliklerden sonra ortaya çıkan yapıda medreselerde okutulan derslere bir göz atalım ve Sultan Abdülhamid’in projesini bundan sonra inceleyelim.

Bu devirde medreselerde okutulan dersleri tetkik ettiğimizde ağırlıklı olarak sarf, nahiv, mantık ve kelam ilimlerinin ön plana çıktığını görmekteyiz. Tefsir, hadis, fıkıh ve bu üç ilmin usulleriyle alakalı (Usul-i Tefsir, Usul-i Hadis, Usul-i Fıkıh) dersler ise çok az miktarda okunuyor ve bunların öğrenilmesi daha ziyade talebelerin şahsî gayretlerine bırakılıyordu. Bu ise İslamî ilimlerin özü olan bu dersleri yeterince öğrenemeyen birçok din âliminin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Nitekim bu yıllarda medreselerde öğrenim gören ve bu müesseselerden yetişen biri olan Bereketzâde İsmail Hakkı, medreselerde asıl üzerinde durulması gereken ilimler dinî ilimler olduğu halde Arapça sarf-nahiv, eski usul mantık ve felsefe ile vakit geçirildiğinden şikâyet etmektedir. Ona göre medreselerde yeterli miktarda alet ilimleri okutulduktan sonra tefsir, hadis, fıkıh gibi ‘âli derslere yönelmek gerekmekteydi.

1873 yılında ulemadan 14 kişi tarafından, medreselerde bir süredir şerh ve haşiyelere fazla ağırlık verilerek tahsil süresinin gereksiz yere uzatıldığı, böylece talebelerin zihinlerinin boş yere meşgul edildiğinden şikâyet edilerek hazırlanan bir raporda, şu derslerin okutulması teklif ediliyordu:

Sabah dersleri olarak; Emsile, Binâ, Maksûd, İzzî, Avâmil, İzhâr, Kâfiye, Molla Câmi, İsagoci, Kavl-i Ahmed, Fenâri, Tasavvurât ve Tasdîkât, Şerh-i Akâid, Kadı Mîr ve Celâl.

İkindi dersleri olarak; Halebî, Mültekâ, Muhtasar-ı Meanî, Mir’ât, Mutavvel ve Tavzih.

Tatil dersleri olarak; Tefsir, Hadis (bu iki ilimden kitap ismi verilmemiş), Fıkıh’tan Dürrü’l-Muhtar veya Dürer; vaz‘, münazara ve beyan ilimlerinden Vaz‘iye, Hüseyniye, Velediye, Ferîde ve Alâka. Ayrıca matematik, hat ve yazı yazma ilimleri de tavsiye ediliyor ve sarfa yeni başlandığı zaman Ta‘lîmü’l-Müteallim okunmasının iyi olacağı söyleniyor.

Bu programda tefsir, hadis ve fıkha ancak tatil dersleri arasında -o da talebenin vaktini zayi etmemesi tenbih edilerek- yer verilmektedir. Görüldüğü gibi mevcut durumdan şikâyet edilerek yeni bir program teklif eden bu rapordaki dersler arasında dinî ilimler son derece azdır ve bunların tahsili için tatil günleri tavsiye edilmektedir.

O devirde medreselerde okunan ilimlere dair bilgi veren diğer eserler de incelendiğinde, aslında aşağı yukarı aynı derslerin okutulduğu; tefsir, hadis, fıkıh gibi esas dinî ilimlere fazla zaman kalmadığı ve bu derslerin öğrenilmesinin talebenin kendi gayretine bırakıldığı anlaşılmaktadır. Böyle şahsî gayretleriyle o devirlerde Osmanlı medreselerinden yine büyük âlimler çıkmaya devam etmişti. Cevdet Paşa, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Elmalılı Hamdi ve Ömer Nasuhi Efendiler gibi son devirde yetişen büyük âlimler de hep medreseden çıkmışlardı fakat; yetişmelerinde şahsî gayretlerinin rolü daha ön plandaydı. Ama medrese mezunlarının geneline bakıldığı zaman, İslamî ilimler noktasından zayıf ve yetersiz bir medreseliler ve ulema sınıfı ortaya çıkıyor, bu ise bazı tenkitlere yol açıyordu.

İşte vaziyet bu merkezde iken 1884 yılı sonlarında, bilhassa Tanzimat’tan sonra ihmal edilen medrese eğitimini canlandırmak maksadıyla Sultan İkinci Abdülhamid Han sadece dinî ilimlerin okutulacağı bir mektep projesinin hazırlanması için emir vermiştir.

Sultan Abdülhamid Han’ın bütün Osmanlı ülkesinde hummalı bir faaliyetle açtırdığı ve cidden yüksek seviyede bir eğitimin verildiği mekteplerden çıkanlar karşısında medrese talebelerinin zayıf kalmamaları, onların da kendi sahalarında oldukça donanımlı bir seviyede bulunmaları için bu mektebin kurulmak istenmiş olması muhtemeldir.

Diğer bir açıdan baktığımızda ise bu mektep projesine şu sebeple teşebbüs edildiğini de düşünebiliriz: 19. asırla birlikte ve bilhassa Tanzimat’tan sonra eğitim sistemi zayıflayan medresenin artık istenilen sayıda ve seviyede âlimler yetiştirememesinin önüne geçmek ve arzu olunan derecede bilgisi kuvvetli bir ulema sınıfını yeniden ortaya çıkarabilmek.

Padişahın Dinî İlimler Mektebi Projesi

Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın kurmak istediği mektebin ismi “Ulûm-ı Dîniye (Dinî İlimler) Mektebi” idi. Sadrazam Küçük Said Paşa tarafından 20 Aralık 1884 (2 Rebiulevvel 1302)’te, Mabeyn’e gönderilen tezkirede, padişahın Gedikpaşa semtinde bir mektep inşasına karar verdiği ve bu mektebe dair kaleme alınması emredilen nizamname müsveddesinin padişaha takdim edilmek üzere gönderildiği ifade edilmektedir. Burada dikkati çeken nokta bizzat Sultan Abdülhamid’in bu projeyi gündeme getirmesi ve bu hususta bir nizamname (tüzük) kaleme alınmasını emretmesidir.

Hazırlanan nizamname altı bölüm (fasıl) ve on bir maddeden oluşmaktadır. Bu nizamname çerçevesinde bu mektep hakkında şu bilgileri verebiliriz.

Padişahın himayesi altında kurulan Dinî İlimler Mektebi’nin tahsil müddeti beş sene olacaktı. Leylî yani yatılı olan okulun öğrenci sayısı ileride arttırılmak üzere 250 olacaktı. Bu durumda her sene için 50 talebe düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Burada eğitim göreceklerin 22 yaşından küçük, 35 yaşından büyük olmamaları icap ediyordu.

Bu mektebe kabul edilecek talebelerin, İstanbul ve vilayetlerde bulunan medreselerde sarf, nahiv, mantık ve meânî tahsil etmiş ve temel fıkhî bilgileri görmüş olması, bunu isbat etmek üzere de ellerinde Ders Nezareti tarafından verilen bir şahadetnamenin bulunması şart koşuluyordu. Mektepte şu dersler okutulacaktı: Kelâm, Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Tefsir, Usûl-i Tefsir, Hadis, Usûl-i Hadis, Arapça tercüme ve yazı usulü.

Mektepte tahsil müddetlerini tamamlayan talebeler, çıkacak padişah iradesiyle tayin edilen ve ders nazırının başkanlığı altında oluşacak heyetin huzurunda imtihana tabi tutulacak ve tahsillerinin mükemmel olduğu anlaşılanlara şahadetname (diploma) verilecekti. Şahadetname almaya hak kazananların istihdam edilecekleri mevkiler ve maaşları daha sonra belirlenecekti. Mektepte okuyan talebeler aynı tarzda elbise giyeceklerdi. Disiplin kurallarına aykırı hareket eden ve tahsilde kusur gösteren talebeler hakkında gerekli işlemler yapılacaktı.

Medreselerin işleyişinde ortaya çıkan aksaklıklara, ilmiye sınıfının hal-i hazırdaki gidişatının düzensizliğine bir dur demek isteyen padişah, ulema zümresine taze kan vermek maksadıyla işte böyle bir mektebin kurulması için teşebbüste bulunmuştu. Tefsir, hadis, fıkıh gibi İslamî ilimler gece gündüz burada kalan talebelere beş yıl boyunca tedris edilecek,  ciddî ve zorlu bir imtihandan geçmedikçe, ilmî dirayetini ispat edemedikçe kimseye diploma verilmeyecekti. Böyle bir eğitim müessesesinden ne derece büyük âlimlerin; fakihlerin, muhaddislerin, müfessirlerin çıkacağı bir düşünülmelidir. Fakat mektebin inşa edileceği yer bile belirlenmiş olduğu halde padişahın bu projesinin gerçekleşemediği anlaşılmaktadır.

Sultanın Bu Projesi Ne Zaman ve Ne Şekilde Hayata Geçti?

Sultan Abdülhamid Han’ın bu mektep projesinin ne gibi sebeplerle hayata geçirilemediğini bilemiyoruz. Ancak padişahın, münhasıran dinî ilimlerin okutulduğu bir müessese kurmak düşüncesini tatbikten vazgeçmediği, sadece bir müddet ertelediği anlaşılıyor. Nitekim cülûsunun 25. yıldönümünde, 31 Ağustos 1900 tarihinde kesintisiz olarak Dârülfünûn (üniversite) açıldığı zaman, bünyesinde bulunan üç şubeden (fakülte) biri Ulûm-ı Âliye-i Dîniye idi. Bu şubenin yapısını incelediğimizde Dinî İlimler Mektebi ile aşağı yukarı aynı olduğunu görüyoruz. 18 yaşından yukarı olanların kabul edildiği Dârülfünûn-ı Şahane’nin, Ulûm-ı Âliye-i Dîniye şubesinin süresi 4 yıldı, öğrenci sayısı 30’du ve ders programı şöyleydi: Tefsir, Hadis, Usûl-i Hadis, Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Kelam, Tarih-i Din-i İslam. İlk sene yani 1900 yılında buraya kabul edilen 30 talebenin 10’u Hukuk Mektebi’nden, 20’si de medrese talebelerinden oluşuyordu.

Görüldüğü gibi Ulûm-ı Dîniye Mektebi ile Dârülfünûn’un Ulûm-ı Âliye-i Dîniye Şubesi arasında fazla bir fark görülmemektedir. Bir-iki ders dışında okunan dersler bile aynıdır. Sultan Abdülhamid’in himmetiyle açılan bu fakülte II. Meşrutiyet’in ilanına kadar (1908) muntazaman faaliyet göstermiştir.

Abdülhamid Han’ın hal‘inden sonra bazı aksaklıklarla beraber öğretime devam eden fakültenin 1912 yılında ismi Ulûm-ı Şer’iye Şubesi olarak değiştirildi. Ders programı yoğunlaştırılan şubede bir üniversitede olması gerektiği üzere bölümler teşkil edilmeye başlandı. 1914 yılında ise müessese, ait olduğu yere yani medreselerin bünyesine dönmüştür. Şöyle ki:

Eylül 1914’te, medrese eğitimini canlandırmak için yapılan düzenlemelerde bir neticeye varılmış ve Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri kurulmuştu. İstanbul’da bulunan medreselerden tedrisata elverişli olanlar ayrılarak tamamı tek bir medrese sayılmış ve İslam hilafetinin merkezinde bulunduğu için de bu isim verilmişti. Başlangıçta Tâli Kısm-ı Evvel, Tâli Kısm-ı Sâni ve Âli olmak üzere üç bölüm halinde açılan bu medreselerin bir yıl sonra dinî ilimlerde ihtisas yapmak isteyenler için Mütehassısîn kısmı da faaliyete geçmişti. İşte Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri’nin açılması üzerine Dârülfünûn’un Ulûm-ı Şer‘iye Şubesi, bu medreselerin Âli kısmına devredilerek lağvedilmiştir.

Talihin garip bir cilvesidir ki medreselerin kavuştuğu bu yeni ve güzel yapı, tam da Devlet-i Aliyye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girdiği yıllara rastlamıştı. Savaş yılları, mağlubiyetler ve sonrasında meydana gelen hadiselerle birlikte Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri, 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılmıştır.

Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri’nden her türlü sıkıntıya ve savaş yıllarına rağmen büyük İslam âlimleri yetişmiştir. Son devrin önde gelen âlimlerinden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) bunlardandır. Dâru’l-Hilâfe’nin Âli kısmından 1916 yılında mezun olduktan sonra bununla iktifa etmemişler, Mütehassısîn Medresesi’ne devam ederek 1919’da birinci derece ile buradan da mezun olmuşlardır.

Sultan İkinci Abdülhamid’in 1884 yılında tefsir, hadis, fıkıh gibi dinî ilimlerin mükemmel şekilde tahsil edilmesini sağlamak gayesiyle kurulması için teşebbüs ettiği ve sonrasında farklı isimlerle hayata geçirilen bu müesseseler, günümüzde İslamî ilimler alanında yüksek seviyede eğitim veren kurum ve kuruluşlar için örnek alınabilecek özelliklere sahiptir. İzahtan varestedir ki fen, teknik, tıp gibi sahalardaki ilimler sürekli bir değişme ve gelişme halindedir fakat vahye dayanan İslamî ilimler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. ıı

 

DİNİ İLİMLER MEKTEBİ NİZAMNAMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM: Esas maddeler hakkındadır

Birinci madde: Halife hazretlerinin himayesi altında olmak üzere Dinî İlimler Mektebi isimli bir mektep kurulmuştur

İkinci madde: Dinî İlimler Mektebi’nin tahsil müddeti beş senedir

Üçüncü madde: Dinî İlimler Mektebi yatılı olup talebesi ileride arttırılmak üzere iki yüz elli kişidir

İKİNCİ BÖLÜM: Kabul şartları hakkındadır

Dördüncü madde: Dinî İlimler Mektebi’ne kabulün şartları aşağıdaki maddelerden ibarettir:

İlk Olarak: Yirmi iki yaşından küçük ve nihayet otuz beş yaşından büyük olmamak

İkinci Olarak: Tahsile mani olacak hastalıklardan sağlam olduğu tıbben tasdik edilmiş olmak

Üçüncü Olarak: Büyük veya küçük bir suç ile mahkûm ve kötü hal ile meşhur olmadığı Bab-ı Fetva Ders Nezareti tarafından tasdik edilmiş olmak

Dördüncü Olarak: İstanbul ve vilayetlerde bulunan medreselerde sarf, nahiv, mantık ve meânî tahsil etmiş ve temel fıkhî bilgileri görmüş olduğuna dair Ders Nezareti tarafından elinde şahadetname bulunmak

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Okunacak dersler hakkındadır

Beşinci madde: Dinî İlimler Mektebi’nde aşağıdaki dersler okutulacaktır:

Kelâm

Fıkıh

Usûl-i Fıkıh

Tefsir

Usûl-i Tefsir

Usûl-i Hadis

Hadis

Arapça tercüme ve yazı usulü

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Dinî İlimler Mektebi’nin imtihan usulü ve mezun olanların istihdamları hakkındadır

Altıncı madde: Dinî İlimler Mektebi’nde tahsil müddetlerini tamamlayan talebeler izinle çıkacak padişah iradesiyle tayin edilen ve ders nazırının başkanlığı altında toplanan bir heyet huzurunda imtihan olunarak tahsilleri mükemmel olduğu sabit olanlara şahadetname verilecektir.

Yedinci madde: İmtihan usulü hususi nizamname ile belirlenecektir.

Sekizinci madde: Dinî İlimler Mektebi şahadetnamesine sahip olan zatların tayin edilecekleri ilmiye hizmetleri, ileride şeyhülislam tarafından belirlenip padişah iradesiyle icra mevkiine konulacak nizamnameye tabi olacaktır.

Dokuzuncu madde: Dinî İlimler Mektebi’nden şahadetname alarak çıkan ve ileride hususi nizamname ile belirlenecek imtiyazlara sahip olacak olan zatlara Maarif tahsisatından ayrıca maaş tahsis edilecek ve bu maaşların miktarı da hususi nizamname ile tayin edilecektir.

BEŞİNCİ BÖLÜM: İdare heyeti ve muallimler hakkındadır

Onuncu madde: Dinî İlimler Mektebi’nin idare heyeti bir müdür, bir maarif müdürü, bir muhasebeci ile birer dâhiliye, ders ve sandık memurundan oluşup mektebin gerektiği kadar mubassır ve hademesi de bulunacaktır.

ALTINCI BÖLÜM: Teferruat hakkındadır

On birinci madde: Dinî İlimler Mektebi talebeleri aynı tarzda elbise giyeceklerdir. Mektebin disiplin kurallarına aykırı hareket eden ve tahsilde kusur gösteren talebeler hakkında gerekli muameleler hususi talimat ile belirlenecektir.

YEDİKITA DERGİSİ 27. SAYI, KASIM 2010- SELMAN SOYDEMİR


Kaynak


Haber Ara