Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Başörtüsü Tartışmalarının Perdeledikleri…

Düşünün, bu tartışmaların hayhuyu içerisinde neleri gözlerden kaçırdık, nelerin içini boşalttık ve neleri ıskaladık!...

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-11-01 00:34:38

Başörtüsü Tartışmalarının Perdeledikleri…
Nihat Nasır*

30 yıldır Türkiye başörtüsünü tartışıyor. Aslında tartışan Türkiye değil de, statüko müdafileri ve muarızları… Halk, bütün bu tartışmaları sadece seyrediyor ve her defasında kafası biraz daha karışıyor.   Çok açık bir biçimde ifade etmeliyim ki, mezkûr tartışmalar çok önemli hakikatleri perdelemekten öte hiçbir işe yaramıyor ne yazık ki… Dilerseniz neyi, nasıl perdelediğini tahlil edelim birlikte.   Birinci perdeleme, yasağı savunanların gizli itirafıyla vücut buluyor. Tıpkı bir zamanlar Amerika’daki ırkçı ‘beyazlar’ gibi (ne tuhaf, Türkiye’de de kendisine ‘Beyaz Türkler’ diyen bir grup var), kendilerine benzemeyenlerin haklarını ve hatta varlıklarını yok sayan bu statüko müdafileri, yasağı savunurlarken aslında itiraf edemedikleri bir cürümlerini de zımnen ifade etmiş oluyorlar.   İşin tuhafı meselenin bu yönünü yasakçıların önüne koymak da kimsenin aklına gelmiyor. Bundan yıllar önce ‘Gerçek Hayat’taki, ‘Zulmedenler Korkak Olur!’ başlıklı bir yazımda bendeniz bu hususa dikkat çekmiş ve fakat maalesef beklediğim yansımayı bulamamıştım. Bu vesile ile bir kez daha hatırlatmak istiyorum.   Efendim, yasakçıların söylemlerinde perdelenen ve gözlerden kaçırılan gizili itiraf şudur. Dikkat edilirse yasağı savunanlar her vesile ile şöyle diyorlar: ‘Eğer başörtüsü serbest olursa, ellerine geçirdikleri ilk fırsatta başı açıklara baskı uygularlar!’   Temel argümanları özetle bu… Peki, neden bu kanaate sahipler? Olmamış bir şey hakkında nasıl bu kadar kesin yargılı olabiliyorlar?! Haklarında böyle düşündükleri insanların kalplerini yarıp baktılar da o yüzden mi böylesine eminler?!...   İşte bu sözde kaygı, aslında benim ‘gizli itiraf’ diye tesmiye ettiğim iddianın ete kemiğe bürünmüş halidir, şöyle ki:   Şuan, statükodan aldıkları güç ve cesaretle başkalarının hak ve özgürlüklerini kısıtlayanlar yahut kısıtlanması gerektiğini savunanlar, yasağın kalkması ve başörtülülerin eline fırsat geçmesi halinde kendi zorbalıklarının bir benzerine muhatap kalacaklarını düşünüyorlar. Yani, ‘biz onlara zulmediyoruz, öyleyse, onlar da bize zulmederler!’ diyorlar aslında. Anlayacağınız, tavırlarının böylesine rijit olmasının yegâne sebebi, karşı tarafa yaptıkları zulümden kaynaklı bir endişe…   Zira tüm zulmedenler, ‘korkaktırlar’ ve bu korkuları onları acımasız yapar! Bu korku, trajik bir biçimde kişiyi tahmin edilenin de çok ötesinde, acımasızlıkla birlikte, saldırgan da yapar ne yazık ki…   ‘Güç onların eline geçerse bizim başımızı zorla kapatırlar’ diyenler, aslında, niyet okumaktan ziyade kendi davranışlarını baz alarak böyle davranıyorlar. Böylelikle de kendi zulümlerini zımnen tescil etmiş oluyorlar…   Diğer perdelemeye gelince… Failler ne yazık ki, İslâmî diye nitelenen camianın mensupları… Yani bizler…   Düşünün, bu tartışmaların hayhuyu içerisinde neleri gözlerden kaçırdık, nelerin içini boşalttık ve neleri ıskaladık!... Gözden kaçırdığımız hiç kuşkusuz, inanan insanların ‘takva’ kaygısının yerini vülgarize edilmiş ‘şekle’ bıraktığı gerçeğidir…   Kızlarımızın bir kısmının başları örtüldü ama bu ‘başörtüsü’ vesilesiyle sahih bir tesettürden fersah fersah uzaklaşıldı! Örnek istemeyin lütfen, yazmaktan hicap ediyorum!   İbadet ve ‘mehafetullahın’ içini boşalttık bu tartışmaların gölgesinde!... Herhangi bir alandaki serbestlik için İslâmî değerlerin büyük bir kısmı feda edildi adeta. Getirdiğimiz her argümanın, karşı tarafın hoşnutluğunu sağlayacak, onları memnun ve mutlu edecek bir mahiyette olmasına hususi bir ihtimam gösterdik. Her tartışmada biraz daha eğdik, büktük ve deforme ettik… Bugün elimizde kalan ‘başörtüsü’ yıllar önceki mahiyetinden ve anlamından ne kadar da uzak değil mi?...   Yoksa ben mi çok bedbinim?...       Iskaladıklarımızı mı soruyorsunuz? İki soru soracağım ve bunun üzerinde ciddi ciddi düşünmenizi talep edeceğim izninizle. İlki şu: Başörtüsü tartışmalarına başladığımız günden bu yana vardığımız noktada İslâmî değerlere ilişkin hassasiyetlerimiz ne âlemde acaba?   Ve ikincisi: İffetimizin sembolü gözbebeğimiz olan kızlarımız, yaşadığımız o makûs sürecin akabinde, ‘Cennet anaların ayakları altındadır!’ hadis-i şerifinde anlamını bulan ‘mübarek annelik’ müessesesi fikrine ne kadar yakınlar?... Ya da annelik, onlar için cazip bir tercih midir sizce?   Sizler cevaplar üzerine düşüne dururken, yazıyı şu tespitle noktalayalım dilerseniz… Gözden kaçırdıklarımızın, içini boşalttıklarımızın ve ıskaladıklarımızın yekûnu, tastamam ‘kaybımıza’ eşittir maalesef!     Hülasa: Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik ve dönüp ardımıza baktık ki bir de ne görelim?... ‘Bir arpa boyu yol gittik!’ diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz… O, masalların klişesi…   Aldığımız mesafe (yoksa kaybettiğimiz irtifa mı demeliydim?), ‘yitirdiklerimizle doğru orantılıdır’, dersek yanılmış mı oluruz?     *Gazeteci-Yazar.  [email protected]

Haber Ara