Yükselir, bir annenin feryadını dillendirir: "Biz evlatlarımızı zorunlu vatan görevi diye askere gönderiyoruz ama bazıları subay eşlerinin hizmetçiliğini yapıyor. Saçlarını boyuyor. Evlerini temizliyor. Orduevlerinde düzenlenen kadınlar matinesinde kâh müzik yapıp eğlendiriyor, kâh mutfakta yemek yapıp masaya servis ediyor! Aralarında bebeklerinin altını değiştirtenler, 'gel çocuğuma biraz eşek ol, üzerine binsin' diyenler bile varmış! Ben bunu bir anne olarak reddediyorum ve Genelkurmay'dan bu uygulamaya bir an evvel son vermesini istiyorum. Kusura bakmasınlar ama subay eşleri bu keyfi hizmetleri illaki almak istiyorlarsa, bir zahmet bunu kendi bütçelerinden karşılasınlar!" Terhis olan bir askerse şunları der: 'Askerliğimi Fenerbahçe Orduevi'nde emekli bir orgeneralin yanında yaptım. Bir keresinde eşi hanımefendi alışverişe yollamıştı. Ama yanlış marka deterjan aldım diye poşetleri kafama indirmişti! Biliyor musunuz asker dönüşü annemden ne rica ettim? 'Anne sakın beni bir daha alışverişe yollama!' Sevilay Yükselir bunlara şunu ekler: "Doğrusunu isterseniz ben şahsen o çocuğun anasının yerinde olmak istemezdim. Olsaydım herhalde Fenerbahçe Orduevi'nin önüne dikilir, o meşhur emekli generalin eşinin yolunu gözler, yakalayınca da, 'Yahu çocuğumun tırnağına zarar gelecek diye ödüm patlıyor. Sen kimsin ki kalkıp kafasına poşet indiriyorsun!' diye hesap sorardım! Vallahi billahi yapardım! Hatta bütün anaların yüreğine bir çağrıda bulunur, o kapının önünde, 'Biz bu çocukları paşa karılarının hizmetçisi olsun diye doğurmadık!' diye bas bas bağırır, memleket çapında ses getirecek eylemi koyardım!" (20 Ekim 2010) Yükselir sonraki bir gün de bunu aktarmış: "Arkadaşım aşçı olarak gittiği askerde iki günde bir paşanın eşinin köpeğinin dişlerini fırçalamış. Şimdi kendi dişlerini fırçalayamıyor. Çünkü çocuğa nefret gelmiş! diyor. Koptum yahu! Bu kadar da olmaz. Yalandır, dedim. Ama değilmiş..." (27 Ekim 2010)
Normal bir ülkede ortalığı ayağa kaldıracak bir köşe yazısı. Mesela neler olurdu? Genelkurmay ilgili şahısları bulur, soruşturmalar açılırdı. Suistimali görülenler cezalandırılır, özürler dilenirdi. İddialar yalansa –ki inşallah öyledir- olay mahkemeye intikal ettirilir... Çünkü bir orduyu bu tür olaylardan daha fazla ne yıpratabilir? Ama ülke Türkiye olunca ne yalanlama, ne soruşturma ne de özür! O zaman şunu düşünmek zorundayız. Demek ki bu tür olaylar bireysel suistimaller değil. Demek ki o kadar yaygın ve kabullenilmiş bir durum ki kimsenin kılı kıpırdamıyor. Maalesef böyle. Kim çevresinde askerlik yapmış birilerini kurcalasa benzer olayların adiyattan olduğunu görüyor. Önceki gün Star gazetesinde TSK'da görev yapan asker sayıları yer aldı ve yalanlanmadı. Habere göre 'Muharip görevler üstlenmeyen, silahlı ve fizikî eğitim yapmayan 65 bin er, işçi sayılabilecek statüde 500 tesiste görev yapıyor. Sosyal hizmet tesisleri olarak anılan tesisler; orduevi, tatil kampı, havuzlu ve restoranlı tesisler, subay ve astsubay restoranları ve gazinodan oluşuyor. Bu tesislerde erler, rütbeli personele hizmet sunuyor. Ayrıca lojmanlarda da çok sayıda er bu tür işlerde istihdam ediliyor.'
Düşünebiliyor musunuz 'hizmetli' gibi görev yapan 65 bin asker birçok ülkenin toplam asker rakamından fazla. İnsanların bayraklarla donanmış konvoylarla, tören ve şenliklerle vatan hizmetine gönderdikleri çocuklar vatan hizmeti diye orduevlerinde garsonluk yapıyor. Hayatlarının en verimli çağında güya vatani hizmet diye subaylara hizmetçilik ediyor. Komuta kademesi bu çarpıklığı görmezden gelemez. Teröre karşı profesyonel birliklere geçildiği halde hâlâ gençlerin vatani görev tanımıyla hiçbir ilgisi olmayan işlerde kullanılmasının gerekçesi ne olabilir ki? 470 bin er-erbaş hangi savaşı yapıyor? Bu, iddia edildiği gibi 360 general kadrosunun bir gereği mi?
Soğuk Savaş döneminden kalma ve dört bir yandan dış tehditlere göre şekillenmiş bir ülke için tasarlanmış 360 general, 50 bin subay ve toplamda 750 bini aşkın -bilgi değil bilek gücüne dayalı- bir ordu yapısı hangi modern kıstasla açıklanabilir? Koskoca İngiltere'nin tüm ordusu profesyonel ve yalnızca 175 bin askerden ibaret. Neredeyse bizim ordunun beşte biri. Orduda reform yapmamak ve tamamen profesyonel bir orduya geçmemekte ısrar etmek artık insanları askerlikten soğutan bir sebep haline geldi. Geçtiğimiz yıl gazetelerde ilginç rakamlar –bu da yalanlanmadı- yer almıştı. "Doğu ve Güneydoğu'da son 20 yıl içinde, emekli ve muvazzaf generallerden birinin bile çocuğunun askerlik yapmadığı, yapanların ise ya İstanbul, Antalya ve İzmir üçgeninde yaptığı ya da çürüğe ayrıldığı tespit edildi." (Bu listede Genelkurmay 2. Başkanı Org. Aslan Güner başta oğlu olmak üzere 9 kişiyle, Tümgeneral Ahmet Yavuz 4 isim ve iki çürükle yer alıyor.) Bu hacimdeki bir orduya sahip olmanın beraberinde bu tür suistimalleri getirmemesi mümkün mü?
Kırmızı kitabın tartışıldığı, kırmızı çizgilerin yenilendiği bir ortamda en can alıcı soru şu: TSK'da reform cesaretine sahip, ülkesini düşünen generaller ne zaman 'Yazık şu halkın vergisine ve insan gücüne. Artık kendimizi yenileyip fevkalade modern ve profesyonel bir orduya geçmeliyiz.' diyecekler? Aksi halde bazı generallerin tek gaye-i hayalinin yalnızca bir yıldız daha takabilmek olduğu imajı pekişecek. PKK ile savaşta başarılı olamayan bazı generallerin AYİM'de terfi savaşı vermesi görüntüsünde olduğu gibi.
Sonuç olarak dünya değişirken hatta Türkiye değişirken TSK'nın değişimle savaşı ve statükoyu koruma gayreti sürdükçe daha uzun yıllar bedelli ve tek tip tartışması yapar, ülkenin ekonomik kaynaklarını ve genç nüfusunu boş yere berhava ederiz.
Kaynak: Veysel Ayhan / Zaman