Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Başka bir açıdan Cumhuriyet

Cumhuriyet, kuruluşunun 87. yılında yenilenmekle ideolojik dogmaları arasında yol ayrımında. 87 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, Halkıyla kavgaya devam mı edecek yoksa halkın zenginliğiyle yeni bir atılım mı yapacak?

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-10-29 12:59:59

Başka bir açıdan Cumhuriyet



BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER/ TIMETÜRK

87. kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, 1. Dünya savaşında yenilen ve sonrasında dağılan Osmanlı İmparatorluğunun ardından oluşan travmanın eseri olarak kurulmuştu. Bu travmanın pratik sonuçları ise insanını yukarıdan aşağıya doğru yeni bir kimlik çerçevesinde “yeni baştan yaratmayı” hedef edinmiş politikalar oldu. “Türk” “Batılı” ve “Seküler/Laik” karakterli ideal vatandaş’ın “yaratılması” için yürürlüğe konan Cumhuriyet devrimleri Cumhuriyetin temel karakteristiğini “altı ok” ile simgeleştirdi.

Kemalist Cumhuriyet’in resmi ideolojisi kendisini Fransız Devriminin Anadolu versiyonu olarak görüyordu. Bu sebeple Osmanlı Sultanlığına karşı bir fiili bir mücadele verilmemesine ve aksine Batı’ya karşı bir mücadele verilmesine rağmen Cumhuriyet, Tıpkı Fransız Devriminin krallık ve din karşıtı tüm söylemini Osmanlı ve Hilafet karşıtlığı üzerinden tekrarladı.


Fransız resim sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilen yağlı boya tablo olan “Halka Yol Gösteren Özgürlük”, Fransız romantik ressamlarından Eugene Delacroix tarafından yapılmıştı. Tablonun taklidi ise Cumhuriyet’in ideolojik sanatına Zeki Faik İzer'in "İnkılap Yolunda" tablosu olarak yansıyacaktı:



Türkiye Cumhuriyeti, 87 yıllık dönem içerisinde devletin bekâsını “Komünizm-Kürtçülük-İslamcılık belasından korumak için İstiklal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler; toplu katliamlar, terbiye etme ve kıyım seferleri, kirli savaşlar, darağaçları, sokak infazları, gözaltında kayıplar, hapsetmeler gibi yöntemlere başvurdu.


87 yıllık Cumhuriyetin ürettiği kendine ait bir “değer” ve insanlığa kattığı önemli bir “buluş” bulunmuyor. Cumhuriyet resmî ideolojisinin ülkede saltanat yanlısı bulunmamasına rağmen Osmanlı’ya karşı olan menfî tavrının ise tarihsel süreç içerisinde reforma tabi tutulduğu da bir gerçek. Buna rağmen halen Türkiye toprakları üzerinde yaşayan farklı kimliklere karşı devletin mesafeli tutumu Cumhuriyet’in “yenilenmesi” gerekliliğini ortaya koyuyor. Gayri-müslim azınlıkların hakları, Kürt sorunu, İslâmî yaşam tarzı üzerindeki baskılar ve komşularla olan savaş konseptinin dünyanın değişen dengeleri ile değişmesine karşı halen direnen bir bürokrasinin ve askerî vesayetin varlığı da aşikâr…



Cumhuriyet’in Otuzlu yıllarda donuklaştırılan ideolojisinin ortaya çıkarttığı tablo ise Dünya standartlarına mukayese edildiğinde iç açıcı değil:


Türkiye’nin 36 yılı sıkıyönetimle geçti.

Türkiye insanı tam 25 yıl 9 ay 18 günü sıkıyönetimle, 19 yılını ise Olağanüstü Hal ile geçirdi. Bu rakamlar birleştirildiğinde cumhuriyetin yarısına denk geliyor. Yani resmi rakamlar ışığında cumhuriyetin yaklaşık 45 yılı olağandışı koşullar altında yaşanmış oldu. 2002’de 24 yaşında olan bir insan ise hiç olağan gün yüzü görmemişti. Türkiye’de 12 değişik olay yüzünden sıkıyönetim uygulamasına geçilmiş. Bu olaylar, Şeyh Said ayaklanması, Menemen provakasyonu, 2. Dünya Savaşı, 6-7 Eylül Olayları, öğrenci gösterileri ve 27 Mayıs, Aydemir olayı, 15-16 Haziran işçi olayları, 12 Mart, Kıbrıs müdahalesi, Irak İç Savaşı, yaygın şiddet hareketleri ve 12 Eylül Darbesi. 12 Eylül Darbesi ile ilan edilen ve 1987 yılına kadar süren sıkıyönetimin bazı illerde kaldırılması ve Kürt sorununun PKK Terörüyle daha da kangrenleşmesi ile Olağanüstü Hal uygulaması


Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hallere neden gerek duyulduğunu 1931 yılının Başbakanı İsmet İnönü şöyle açıklıyor: “Bir olay olduğunda önce mülki idare ikna edecek, ihtar edecek, tembih edecek sivil güvenlik güçlerini ve Jandarmayı kullanacak, olayları bastıramazsa o zaman askeri birliklere başvuracak. Asker müdahale edince de kendi yöntemlerini acı da olsa kullanarak olayları önleyecek.”



Şeyh Said İsyanı (1926-1927): Resmi rakamlara göre 5 bin 10 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 2 bin 231’i mahkum edilirken, 420 kişi idam edildi. Birçok insan da mecburi iskana tabi tutuldu.

Menemen Provakasyonu (1931): Resmi rakamlara göre 300’ün üzerinde insan tutuklandı. Akıbetleri öğrenilemedi.

Dönemin kanaat önderlerinden Şeyh Esad Erbili, Menemen provakasyonuyla bir ilgisi olmamasına rağmen cezalandırılmıştı.



Dersim Katliamı (1938): Resmi Cumhuriyet İdeolojisi belirttiğimiz üretmeye çalıştığı “Türk, Batılı ve Laik” karaktere aykırı ne varsa mücadele ediyordu. Bu sebepledir ki Dersim iline yönelik havadan ve karadan başlattığı topyekün saldırıyla Devletin resmi açıklamasına göre Devlet, Tunceli’de kayıtlara geçen resmî ‘ölü’ sayısını 6 bin 868 sivil olarak açıkladı. Katliamı yöneten kişi, daha sonrta bu “başarılı iş” sebebiyle madalya alacak olan, Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçendi…


Katliamın yöneticisi Sabiha Gökçen, Manevi Babası Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte

6-7 Eylül olayları (1955-1956): Binlerce insanın gözaltına alınması ile sonuçlanan sıkıyönetim Başbakan Adnan Menderes tarafından İstanbul-Ankara treninde karar verilmiş ancak Bakanlar Kurulu karar için 5 gün sonra toplanabilmişti.



Öğrenci gösterileri ve 27 Mayıs üzerine (1960-1961): “Bugün İstanbul’da tahrikler ve önceden yapılmış tertipler neticesinde vuku bulunmuş olan müessif hadiselerin yatıştırılması sırasında, devlet kuvvetlerine karşı vaki mukavemet hareketinin amme huzur ve asayışını ihlal edecek istidat göstermesi” gerekçesiyle Başbakan Adnan Menderes 28 Nisan 1960 günü sıkıyönetim ilan etmişti. Bu dönemde yine her zamanki gibi kurulan Tahkikat Komisyonu ilk iş olarak siyasal partileri kapatmış, siyasi faaliyetler yürüten örgütlerin kurulmasını yasaklamıştı.

Bu sıkıyönetimin ilanından sonra yapılan 27 Mayıs Darbesi ile o zamanın DP yöneticileri idam edilerek ülke yine “Kardeş Kavgası”ndan kurtarılmıştı. Darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi (BMK), 235 general ve 5 bin subayı re’sen emekliye ayırmış, ‘Ağaların Doğu Anadolu’daki etkisini kırmak’ gerekçesi ile Kürt önde gelenlerinden 55’i batıya sürgün edilmiş, 147 öğretim görevlisi de üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılmıştı.


15-16 Haziran İşçi olayları (1970): 15-16 Haziran 1970’deki işçi direnişlerini o zamanın Başbakanı Süleyman Demirel bir ayaklanma olarak değerlendirmiş ve İstanbul, Kocaeli ve Gebze’de bir ay süre ile sıkıyönetim ilan etmişti. “Bu olaylar ve tertibin bir tahrikin mahsülüdür. Tertip ve tahriçki DİSK’tir” diyen zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu, DİSK’i hakların ve hürriyetlerin düşmanı ilan etmişti. Olaylar sırasında resmi açıklamalara göre 3 kişi ölmüş 42’si ağır 92 kişi yaralanmıştı. Birçok sendika yöneticisi gözaltına alındı.


12 Mart (1971-1973): Muhtıranın ilerici, reformcu ve kansız bir darbe olarak niteleyenlerin arasında Türkiye solunun çeşitli kesimleri de vardı. Ancak gelişmeler beklenen sonucu vermedi. İdamlar arka arkaya gelmeye başladı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilirken, Mahir Çayan ve arkadaşlaı ise Kızıldere’de öldürüldü. Birçok insan tutuklandı, işkencelerden geçirildi. 


1973-1980 dönemi Kıbrıs Müdahalesi, Irak İç Savaşı nedeniyle ilan edilen sıkıyönetimin dışında Ecevit, Sadi Irmak ve Demirel dönemi sıkıyönetimleri ile geçti.



12 Eylül 1980 Askeri Darbesi: “Asmayıp da besleyelim mi?” anlayışı ile ülke yönetimine el koyan generaller, Kemalizm’in yeni döneme uygun formatını tahkim etti. Darbe sonucu tutuklanan ve gözaltına alınan bir çok insan işkenceler sonucu öldürülürken, birçok insanın akıbeti konusunda da bugün dahi sağlıklı bilgilere ulaşılamadı. Darbe sonucu bütün siyasi partiler, demokratik kitle kuruluşları, dernekler kapatıldı. Parti liderleri bir süre gözaltında tutuldu.

Olağanüstü Hal Dönemi:

PKK’nın 1984’te başlattığı silahlı eylemlerden sonra Türkiye Cumhuriyeti Güneydoğu Anadolu’da Olağanüstü Hal uygulamasına geçti. 2002’ye kadar onlarca kez uzatılan Olağanüstü Hal’in getirdikleri gizlenen savaşın öyküsü oldu. İnsan hakları raporlarına geçen rakamlar OHB’nin somut halini verebilir:

Gözaltında ölüm ve yargısız infaz sonucu binlerce kişi katledildi. 17 binin üzerinde insan ‘faili meçhul’ katledildi/kaybedildi. 4 bin köy yakılıp, yıkılırken, milyonlarca insan zorla göçettirildi. Devletin resmi rakamları 40 binin üzerinde insanın savaşın her iki cephesinde yaşamlarını yitirdiklerini söylüyor. Halen binlerce insan cezaevlerinde.

Onbinlerce insan gözaltına alındı, yüzlerce gazeteci, yazar, yayıncı, sendikacı tutuklandı. Gazeteler, dergiler toplatıldı, yayınevi, gazete ve dergi binaları ile partiler basıldı, bombalandı. Siyasi partiler kapatılırken, milletvekili öldürüldü. DEP’in kapatılması ile milletvekillerinin milletvekillikleri düşürülerek, cezaevine konuldu. 28 Şubat Dönemi:




Cumhuriyet’i ve Laikliği koruma bahanesiyle Türkiye’nin seçilmiş başbakanını istifaya zorlayan Askerî vesayet, devirdiği hükümet sonrasında iktidara getirdiği sözde demokratik ara rejim hükümeti döneminde bir çok bankanın içinin boşlatılmasına ve ülkenin derin bir ekonomik krize girmesine sebep oldu. 28 Şubat döneminde İslâmî yaşam tarzını seçen bir çok bireyin insani hak ve özgürlükleri baskı altına alınırken bunun en somnut örnekleri İmam Hatip Liselerinin 8 yıllık kesintisiz eğitimle önlerinin tıkanması, Kur’an Kurslarının kapatılması ve Üniversitlerde uygulanan Başörtüsü yasağı oldu.



Türkiye şimdi 87. Yılında sürekli sorun üreten bir resmi ideolojiyle hesaplaşıyor. Cumhuriyeti, halkın tüm kesimleriyle barışık, farklılıkları birer zenginlik olarak gören yeni bir anlayışla yenilemenin imkanlarını arıyor…

Haber Ara