Tirajı günde 143 bin olan Les Echos gazetesinin 27 Ekim 2010 tarihli sayısında yayımlanan Jean-Marc Vittori imzalı haberde şunlara yer verildi;
Avrupa'nın kapılarında küçük bir Çin var. Türkiye, 2009 yılının yarısından 2010 yılının yarısına üretimini yüzde 10 arttırdı. Böylece Çin'den sonra dünyanın en büyük ilerlemesini kaydetmiş ülke oldu. Türkiye, diğer ülkelere göre krizden daha erken çıktı. Zaten kriz, Türkiye'yi fazla etkilemedi. İç piyasası yakında Avrupa'nın en yoğun nüfuslu ülkesi Almanya'nın nüfusunu geçecek. Birliğin üçte biri kadar olan yaşam seviyesinde tam bir patlama yaşanıyor. On yıldan kısa bir süre içerisinde gelirler yarı yarıya arttı. Avrupa bir numaralı müşterisi olmaya devam etse de ihracatçıları, Yaşlı Kıta'daki gerilemeyi telafi etmek için Asya, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Afrika'da yeni alıcıların arayışına girdiler. Kamu borcu on yıldan kısa bir süre içerisinde yüzde 75'ten yüzde 40'a geriledi.
Enflasyoncu baskılar hâlâ mevcut ancak Merkez Bankası bunları kontrol altında tutuyor. Ticari açık söz konusu ancak ülke bu açığı sermayelerini geri getirerek ve vaatlerle dolu hedeflerle yatırımcıları kendisine çekerek karşılıyor. Yetkililer ülkeyi yaklaşık on yıl önce derinden sarsan mali krizden ders çıkardılar. Demokrasisinin ise daha da sağlamlaştığı görülüyor.
Yıllar boyunca Avrupa'nın Türkiye'ye ilgisinin ardında sadece jeopolitik maksatlar ve Washington'un, Tel-Aviv ile zorlu bir hale gelen ilişkilerine rağmen Ankara ile ilişkileri sıkı tutma gayretleri vardı. Türkiye, Avrupa kıtasının Doğu'daki doğal kapısıdır. İran ile İsrail-Filistin konusunda, Rusya ve Kazakistan'daki dev kaynaklarla enerji güvenliği konusunda, hatta Hıristiyan dünyası ile İslam dünyası arasındaki ilişkilerde Boğaz'ın kıyılarından geçmeden ilerleme kaydetmek zor gibi görünüyor. Ancak bugün Türkiye artık sadece bir siyasi hedef değil, aynı zamanda bir ekonomik hedef haline de geliyor. Avrupalıların bunun eninde sonunda farkına varmaları gerekecek.
Nicolas Sarkozy her zaman için Türkiye'nin yirmi yılı aşan bir süredir talep ettiği AB üyeliğine karşı çıktığını söylemiştir. Tutumunu vurucu bir cümlede toplamıştır: "Türkiye Avrupa ile birliktedir ve Birlik'te olma istidadı yoktur.". Dün diplomatik anlamda risk alıyordu. Yarın ise bölgenin en dinamik ülkesine kapıyı kapatarak ekonomik anlamda bir risk alacaktır. Her iki tarafı da tatmin edecek bir işbirliği düşünmenin zamanı henüz geçmedi. Veya hâlâ laik bir Cumhuriyet olan Türkiye'yi Birliğe dahil etmenin yollarını araştırmanın da zamanı geçmedi. Nicolas Sarkozy bunun için seçilmedi. Ancak bu mesele, Cumhurbaşkanlığının sertliğini koruduğu ancak üç ay içerisinde bir süzgece dönüşen vergi kalkanının devam etmesi kadar önemli bir mesele haline geldi.
BYEGM