Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), 1924 yılında, Genelkurmay Başkanlığı ile aynı dönemde kuruldu. Bugün yüzbinin üzerinde din görevlisini yöneten, Başbakanlık’a bağlı bir kamu kuruluşu. Kuruluş yasasında görevinin İslam dininin ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek olduğu yazıyor. 7.5 yıldır görevde
Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yedi buçuk yıldır yürütmekte olan Profesör Ali Bardakoğlu’na ilk sorum, Diyanet’in genel idare içinde yer alan bir kamu kurumu olmasının laik devlet ilkesine aykırı olup olmadığı oldu. “Bir ülkenin tarihini bilmeden bugününü anlayamayız diyerek” söze başladı Ali Bardakoğlu. Osmanlı döneminde vakıfların şeyhülislamlık makamına bağlı olduğunu ve mali olarak bağımsız bu kuruluşun esas olarak dini cemaatleşmenin koordinasyonu ve denetimini yaptığını belirtti. “1924 sonrasında ise cemaatle para irtibatı kesildi. Cumhuriyeti kuran irade bilinçli yaptı bunu. Böylece aynı hizmeti veren insanlar arasında eşitsizliği de önlemiş oldu. Bugün DİB’in geldiği nokta, bir bakıma kendi verdiğimiz şeklin sonucu.”
“DİB laik olabilir mi?”
“Diyanet’in dinlere eşit mesafede bir kurum olması mümkün değil, tabiatına aykırı. Devlet laik olur ama DİB kanunda kendine verilen görevleri yapmak zorunda. DİB için İslam hak dindir, diğer dinler de öteki dindir. Vatikan’dan da tüm dinlere eşit mesafede olmasını beklemek saçmadır. Buna karşılık, DİB laiklik ilkesini zedeleyecek tavırlardan, açıklamalardan kaçınmak durumundadır. Bizim için laiklik, DİB’in hayatiyeti için son derece önemlidir.”
“Bugünkü çarpık veya sorunlu durumun alternatifi laiklik içinde yok mu” soruma, Ali Bardakoğlu net bir yanıt veriyor: “Çözüm dini kurumun otonom olmasını sağlamak. Türkiye bana göre buna hazır. Türkiye, AB sürecinde. Hâkimlere, HSYK’ya yöneticilerini seçmeleri konusunda güveniyoruz. Din görevlilerimiz de en az hâkimler kadar güvenilirdir. Bütün din görevlilerimizin kendi teşkilatını, kendi yöneticisini seçmesinde bana göre hiçbir risk faktörü yoktur.”
Bu özerkliğin mali planda da gerçekleşmesi gerekmiyor mu? Ali Bardakoğlu, yeni anayasa tartışmalarında Diyanet’in konumunun tartışılması ve değişmesi gerektiğini vurguluyor: “Diyanet’in bu görüntüsünü bizim yeni dünyaya, Avrupa’ya anlatmamız mümkün değil.
Bana söz kalmadı
100 bin personelin, maaşını devletten aldığı bir kurumun bağımsız olduğunu anlatamıyoruz. Kendi kaynaklarına sahip bir özerk kurum olmalıdır.” Bu öneriyi dile getiren Diyanet İşleri Başkanı olunca bunu yirmi yıldır savunan bana diyecek bir şey kalmıyor.
‘Sivil toplumun en sivil kurumuyuz’
Bardakoğlu, Diyanet İişleri Başkanlığı’nın bugün bile fiilen tam bir kamu kuruluşu olmadığını, ‘sivil toplumun en sivil kurumunun’ kendileri olduğunu söylüyor.
YÖK’ten sivil mi?
Doğrusu pek anlamıyorum. “Bununla neyi kastediyorusunuz, örneğin YÖK’ten daha mı sivilsiniz?”
“Toplumun en uç noktasına kadar her yerde görevlimiz var. İnsanlarla bir aradalar. İnsanlara ben devlet memuruyum diye tepeden bakan kişiler değiller. Biz topluma din dayatmıyoruz. Topluma din açısından yeni bir şekil verip bu elbiseyi giyeceksiniz demiyoruz. Diyanet, dini bilgi neyse ona göre hareket eder. Siyasetle, -iktidar olsun, muhalefet olsun- paralel veya ters düşme gibi bir kaygıyla hareket etmez. Artık sosyal alanda din görevlilerimizin de elini taşın altına koymasını istiyoruz.”
Kanaat önderliği Dolayısıyla eleştirdiğim ‘kanaat önderliği’ konusuna giriyoruz. “Toplum, herkesin kanaat önderi olmasına razı da bir din görevlisinin topluma rehberlik etmesine mi karşı? Eğer öyleyse kaldıralım bu sistemi bütünüyle” diyor. Din görevlilerinin isteyen herkese ‘gönül doktoru’ gibi çalışması gerektiğini ilave ediyor. Köylerde öğretmenlerle din görevlilerinin bugüne kadar neden beraber çalışamadığını soruyor. Böylece sıra Diyanet’in dini açıdan niteliğine ve Alevilikle Diyanet ilişkisini konuşmaya geliyor.
“Diyanet İişleri Başkanlığı ne Sünni kurumudur ne de Hanefi” diyor Bardakoğlu. Elbette şaşırıyorum. “Sivil tabiatı icabı hangi topluma hizmet ediyorsa, din görevlimiz onların istekleri doğrultusunda çalışır. Biz temel ahlak ve ilahiyat ilkelerini vurguluyoruz.”
Bu ahlak ve inanç prensiplerinin Sünniliğe göre belirlenmediğini belirtiyor. “Farklı inanç gruplarının kendi inanç ve ritüellerini icra etmesine engel olmuyoruz. Mevlevilerin semalarını yönetmiyoruz ya da öncülük etmiyoruz. Alevilerin, Bektaşilerin cem ayinlerini yönetmiyoruz. Diğer inanç gruplarına da karışmıyoruz. Biz diyoruz ki İslam’ın ortak paydası budur.”
Misyonerlikle mücadele konusu: Biz bunu aştık
Sohbet sırasında tartıştığımız kimlik tanınması taleplerini eleştirmek çoğunluğu temsil edince belki daha kolay. Bu nedenle kendisine birkaç yerde dile getirdiği, “72 milyonun Diyanet’i olmak, toplumu kuşatıp, kucaklamak istiyoruz” sözlerinin anlamını sormaya başlıyorum ki sözümü kesiyor: “Anladım” diyor. “Bu, bir yayılmacılık politikası değildir. Biz Türkiye’de Hıristiyanların da Diyanetiyiz. Ama Hıristiyanları önünde sonunda Müslüman yapacağız anlamında değil. Bizim Panislamizm gibi bir yayılmacı hedefimiz olmadı. İnsanları oldukları gibi kabul ediyoruz. Hıristiyanlığı, Y ahudiliği dışlayarak, eleştirerek, ikinci sınıf vatandaş ilan ederek, onların burada ne işi var demiyoruz. Diyemeyiz zaten, onlar bizim asli unsurlarımızdır. Dinleri kendi mantık silsilesi içinde tutarlıdır. Onların da dini Hak dinidir. Hıristiyanlığı Hıristiyanlar anlatsın, Yahudiliği Yahudiler. Hıristiyan dini konusunda düzgün bilgiler veren bir kurum olmak istiyoruz.”
Peki ya misyonerlik faaliyetlerine karşı mücadele? Diyanet yayınları arasında son baskısı 2005’te yapılan ‘Hıristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri’ kitabını soruyorum. “Hıristiyanlar kendilerini anlattıklarında bu misyonerlik faaliyeti olarak damgalanmıyor mu?” “Biz bunları aştık” diye yanıtlıyor Ali Bardakoğlu. “Başkasını yasaklayarak değil, kendi işimizi yaparak yol almak istiyoruz.” Bu misyonerlikle mücadele politikasının yakın tarihe kadar ne kadar etkili olduğunu ve sonuçlarını hatırlatıyorum. Ali Bardakoğlu, sivil bir kurumun başkanı olmaktan çıkıp, ‘kendisinin hiçbir zaman olmak istemediği’ni ifade ettiği “657’e tabi bir devlet görevlisi” olarak konuşmaya başlıyor: “Biz misyonerlik faaliyetlerinin uluslararası siyasetin aracı olmasını doğru bulmuyoruz. Ülkelerin misyonerliği kullanarak yayılmacılığını, hatta gizli sömürgecilik faaliyetleri yürütmesini, iç işlerine karışmasını doğru bulmuyoruz. Bu anlamda misyonerlik faaliyetlerinin dünya barışını ve dinlerin barışını zedelediğini söylüyoruz.” Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının görev alanına giren böyle bir iç ve dış tehdit algısının neden Diyanet’e görev yüklediğini sormaya vaktim yetmiyor...
"Evrim teorisi okullarda öğretilebilir mir?" sorusuna yanıt:
Bir kuram olarak öğretilebilir
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısından misyonerliğe, mali ve idari özerklikten inanç konularına kadar birbirinden farklı alanlarda konuştuğumuz Profesör Bardakoğlu’nun ‘evrim kuramı’, Darwin, Darwinizm tartışmalarına ilişkin değerlendirmesini de merak ediyordum. Bu konuya girme imkanı da bulduk. Evrim kuramının eğitimde kullanılmasını, ders olarak okutulmasını nasıl karşıladığını sordum. ‘Hakikat olarak değil, bir kuram olarak öğretilebilir’
Bardakoğlu yanıt olarak, bunun hakikat gibi değil ama bir kuram olarak öğretilmesine karşı olmadığını belirtti: “Evrim teorisini, Darwinizmi bir ideoloji olarak değil, böyle düşünenler de var gibi ele almalı. Hiçbir zaman dinle evrim kuramı karşı karşıya getirilmemeli. Zaten bir din değil.” “Bir dindar” diye devam etti, “Bir bilgi dinle çatışınca dini esas alır. Dindar için yüce Yaradan’ın verdiği bilgiler esastır.”
‘Dini bilgi hiçbir zaman bilime engel değil’
Galileo zamanında bir dindar için dini bilgi dünyanın tepsi gibi olması ve güneşin etrafında dönmemesi değil miydi? “Dini bilgiyi din adamları oluşturursa, kendi bölgelerinin kendilerine tayin ettiği her bilgiyi dini bilgi olarak verirler” diye yanıtladı sorumu.
Şöyle devam etti: “O yüzden İslamiyet dini bilgi üretmeyi Kuran’a ve peygambere bıraktı. Ogün bugündür dini bilgi hiçbir zaman gelişmenin, bilimin önünü kapatmadı, aksine onların ulaşamadığı alanlara ulaştı. Dini bilginin amacı sizin daha çok elektrik üretebilmenizi, daha iyi tedavi olmanızı sağlamak değildir. Bu dar alanımızda olup bitenin geniş ve metafizik açıklamasını yapmaktır.”