Bütün zorluklara rağmen Bosna-Hersek’i bağımsız bir devlet yapmayı başaran, en zor anında halkının bir “Baba” gibi etrafında kenetlendiği, derin bilgi birikimiyle “Bilge İnsan” adı verilen Aliya İzzetbegoviç, ölümünün 7. yıldönümünde ülkesinde özlemle ve dualarla anılıyor. Fikirleri sebebiyle hapishanelerde yatan, halkı katledilirken, ülkesi cehenneme çevrilirken, dünya, yaşanan katliamlara sessiz kalırken Aliya İzzetbegoviç, ordusuna, “onlar gibi olmayın” emrini veriyordu.
Yaşadığı bütün zorluklara rağmen Bosna-Hersek’i bağımsız bir devlet yapmayı başaran, en zor anında halkının bir “baba” gibi etrafında kenetlendiği, derin bilgi birikimiyle “Bilge İnsan” adıyla anılan Aliya İzzetbegoviç, ebediyete intikalinin 7. yıldönümünde ülkesinde özlemle anılıyor.
Fatih Sultan Mehmed’in 1463 yılında Bosna-Hersek’i fethi ile kısa sürede kitleler halinde İslam’ı kabul eden Boşnaklar, Osmanlı’da buldukları huzuru ve güveni Türklerin bu topraklardan 1877-78 Berlin Antlaşmasıyla çekilmesiyle kaybetti. Bu tarihten sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçası olan Bosna-Hersek, sırasıyla Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve ardından Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetleri idaresi altında kaldı. Bu idareler altında Boşnaklara yapılan zulüm ve katliamlar nedeniyle çok sayıda insan ülkesinden göç etmek zorunda kalırken, kalanları ise çok daha kötü günler bekliyordu.
Ancak Boşnaklar hiçbir zaman iki seçenekli durumlara razı gelmediler ve hep bir “üçüncü yol” buldular. Bu üçüncü yol ise onların ayakta kalabilmesi, tarih sahnesinden silinmemesi için inançlarına ve bağımsızlıklarına sarılmaları oldu. 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı ve 1992-1995 yıllarındaki savaşta nüfusunun önemli kısmı katliamlara maruz kalan Boşnaklar, şimdi dünya sahnesinde tanınan bir bağımsız devletlerine ve bayraklarına sahip olmanın gururunu yaşıyor. Zor ve büyük acılar sonucu kazanılan bu özgürlüğün mimarı olarak, “Bilge İnsan” diye anılan Aliya İzzetbegoviç görülüyor.
“İslam Manifestosu”
Aliya İzzetbegoviç, 1970’li yıllarda yayınladığı “İslam Manfiestosu (Bildirge)” ile Cezayir’den Bosna’ya, Fas’tan Endonezya’ya, Türkiye’den Pakistan’a uzanan İslam coğrafyasındaki bütün Müslümanlara hitap ediyordu. Öncelikli olarak özgürlük, İslami düşüncenin çağımızda yeniden canlandırılması ve yaygınlaştırılması, günümüz Müslümanlarının vahim durumunun iyileştirilmesi, Batı ile İslam dünyasının ilişkisi, İslam ile diğer dünya dinleri arasında bağlantı kurulması, yeni bir medeniyetin nasıl inşa edileceği gibi konuları bu bildirgesinde işleyen Aliya İzzetbegoviç, bir anda bütün dikkatleri de üzerine çekmişti.
Bosna-Hersek’in batısındaki Bosanska Kruba şehrinde 1925 yılında dünyaya gelen ve babaannesi Üsküdarlı bir Türk olan Aliya İzzetbegoviç, Saraybosna’da 1943 yılında Alman Erkek Lisesi’ni bitirdi. Aliya İzzetbegoviç, II. Dünya Savaşı boyunca faşist ve Çetnik ideolojiye, daha sonra ise komünist ideoloji ve uygulamalarına karşı çıkarak Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) isimli, kolej ve üniversite öğrencilerinden oluşan, Bosnalı Müslümanları II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan biyolojik soykırımdan, savaş sonrasında ise manevi soykırımdan kurtarmak amacını güden teşkilatın kurucusu oldu.
İlk defa 1946 yılında tutuklandı ve 1949 yılına dek hapiste kaldı. İzzetbegoviç daha sonra 1970’li yıllarda kaleme aldığı “İslam Manifestosu” nedeniyle 12 Bosnalı aydınla birlikte 1983 yılında yargılanarak 14 yıl hapis cezası aldı.
Ateşten gömlek giydi
Zor koşullarda hapis hayatını sürdüren Aliya İzzetbegoviç, 1988 yılının sonunda Yugoslavya hükümetinin “sözlü muhalefet sebebiyle cezalandırılan bütün mahkûmların serbest bırakılması” kararıyla hapisten çıktı ve “ateşten gömleği” giyme hazırlığı başlattı.
Bosnalı Müslümanların, silahsız bir şekilde savaşla yüzleştikleri II. Dünya Savaşı’nda tecrübe edilen durumun tekrarını önlemek için Aliya İzzetbegoviç, 27 Mart 1990 tarihinde Demokratik Hareket Partisi’ni (Stranka Demokratske Akcije-SDA) kurdu.
Yugoslavya’yı oluşturan 6 Cumhuriyetten biri olan Bosna-Hersek’te 18 Kasım 1990 tarihinde yapılan ilk çok partili seçimlerde Aliya İzzetbegoviç’in genel başkanlığını yaptığı SDA, parlamentodaki toplam 240 milletvekilliğinden 86’sını ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin başkanlığını kazanmıştı.
Aliya İzzetbegoviç, önce Slovenya’nın ardından Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, ya bağımsızlığı tercih edip bir bedel ödeyecek ya da o zamanki Yuoslavya’nın devlet başkanı olan Slobodan Miloşeviç’in “ırkçı” yönetimi altında kalacaktı. Aliya İzzetbegoviç, bu zor durumu her zaman büyük saygı duyduğu halkının tercihine bıraktı ve 29 Şubat ile 1 Mart 1992 tarihlerinde ülkede referandum yapıldı. Halkın yüzde 63’ü referanduma katıldı ve Bosna-Hersek’in özerkliği ve bağımsızlığı lehine oy kullandı. Referandumu baz alan AB, 6 Nisan’da, ABD ise 7 Nisan 1992’de Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdı.
Aynı gün, Bosnalı Sırpların siyasi lideri ve halen Lahey’deki uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanan Radovan Karadziç ile Lahey’de yargılanırken 2006 yılında ölen Miloşeviç, uluslararası arenada tanınan Bosna-Hersek’e karşı savaş başlattı.
Katliamları dünya seyretti
Hızla gelişen savaş sürecinde, Bosna-Hersek Başkanlığı, Bosna-Hersek Cumhuriyeti ordusunu ve savaş hükümetini kurma kararı aldı. Aliya İzzetbegoviç, 2 Mayıs 1992 günü, Başbakan Yardımcısı Zlatko Lagumdzija ve kendisinin resmi tercümanı olan kızı Sabina ile Lizbon’da yapılan barış görüşmelerinden dönerken Saraybosna Havaalanı’nda Yugoslav ordusu (JNA) askerlerince esir alındı. Ancak Bosna ordusunun başarılı operasyonları sonucu esir alınan çok sayıda Yugoslav askerine karşılık İzzetbegoviç ve beraberindekiler salıverildi.
Dünyanın gözleri önünde, ekmek sırasında, su sırasında, pazarda bulunan insanlar kitlesel şekilde katlediliyordu. Evler, camiler, tarihi eserler yıkılıyor, dünya güçleri bu olanları ancak izliyordu. En korkunç savaş günlerinde ülkesi her gün çocuklarını kaybederken, ülkesi kanlar içindeyken İzzetbegoviç, başkalarının ibadet yerlerine, sivillere, kadınlara asla dokunulmaması yönünde birliklerine emir veriyordu.
Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitza’da 8 bin insan bir gecede katledilirken Aliya İzzetbegoviç, “dünyanın sağır ve dilsiz” haline isyan ediyor, ancak bu isyanını dışarıya ve halkına asla yansıtmıyordu.
En zor günlerinde halkının etrafında kenetlendiği ve bir “baba” olarak gördüğü Aliya İzzetbegoviç, yaşanan olayları, “Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor” ifadeleriyle özetliyordu. Avrupa’nın en büyük 4. silahlı gücüne sahip Yugoslav ordusuna karşı 3 yıl boyunca el yapımı silahlarla direnen Bosnalıların arasında Sırplar, Hırvatlar da bulunuyordu. Bosnalılar, Aliya İzzetbegoviç önderliğinde 21 Kasım 1995 tarihinde imzalanan Dayton Antlaşması ile devletlerini devam ettirmeyi başardı. Halkına uluslararası arenada tanınan bir devlet ve bayrak bırakan Aliya İzzetbegoviç, dünya güçleri tarafından imzalanan bu anlaşma ile bir kez daha, Bosna-Hersek’in siyasi sınırlarını korumayı başardı.
Ömrünün sonuna kadar, ülkesini, ülkesinin kurumlarını kuvvetlendirmek, mültecilerin dönüşünü sağlamak, işlenen savaş suçlarının mahkemeye taşınmasını sağlamak, daha iyi uluslararası ilişkiler kurmak ve insan haklarının yayılması için mücadele eden Aliya İzzetbegoviç, sağlık durumu kötü olmasına rağmen, savaştan sonraki dört yıl boyunca da ülkenin kalkınmasına önemli katkılarda bulundu. Sağlık durumundan dolayı, Ekim 2000’de, Bosna-Hersek başkanlığı görevinden çekilen Aliya İzzetbegoviç, 19 Ekim 2003’te vefat etti. Merhum Aliya İzzetbegoviç’i hastanedeki odasında vefatından önce son ziyaret eden devlet adamı olarak ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kayıtlara girdi.
Halkına tavsiyeleri
-“Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın.”
-“Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil.Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.”
-“Hiçkimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”
-“Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım. Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem. Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
-“İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar.
Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu, sancağı binlerce insan taşıyor...”
-“Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehidlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennette buluşacağız, onları Allah’ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada her şey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah’a hamd ediyorum ki, bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın.”
Aliya sade bir insan iyi bir liderdi ...
Bosna’da ölümünün yedinci yıldönümünde anılan eski Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’le birlikte 1983 yılındaki Saraybosna davası sonucu “Bilge İnsan”la 5 yıl hapis yatan, eski Bosna Milli Marşının ve Srebreniçki Inferno’nun yazarı Prof. Dr. Cemaleddin Latiç, merhum İzzetbegoviç’in her şeyden önce büyük dostu olduğunu vurguladı. Merhum İzzetbegoviç’le 1970’li yıllarda üniversite öğrencisiyken tanıştığını belirten Latiç, “Hayatımı, düşünce şeklimi, yönümü çok etkilemiştir. Etkisi sadece benim üzerimde olmamıştır, bizim jenerasyonu etkilemiştir” dedi. Aliya İzzetbegoviç’le birlikte Foça’daki cezaevinde kaldığını ve orada çok büyük sıkıntılar çektiklerini belirterek, “Bizi cezaevinde ‘siz bir devlet kuracaksınız, Aliya başkan sizler de bakan olacaksınız’ şeklinde suçluyorlardı. Aslında bizim öyle bir gayemiz yoktu, ancak cezaevinden çıktık, dedikleri gibi oradaki 13 kişinin her biri devlette önemli görevler üstlendi” dedi. “Aliya sade bir insandı ama liderdi” diyen Latiç, “Sonra efsane oldu ve şu anda bir efsane olarak yaşamaktadır” şeklinde konuştu. Çok sayıda kitaba imza atan Cemalettin Latiç, “Hatıralar” adlı yeni bir kitaba başladığını ve burada Aliya İzzetbegoviç’i “insan, siyasetçi ve Müslüman” olarak incelediğini söyledi. “Aliya büyük trajedik bir kahramandır” diyen Latiç, merhum İzzetbegoviç’i Osmanlı zamanında Bosna’da uzun süre Sancak Beyliği yapan, anne tarafından Sultan II. Bayezid’in torunu olan ve Saraybosna’da çok önemli eserleri bulunan Gazi Hüsrev Bey’e çok benzettiğini belirtti. Cemalettin Latiç, Saraybosna’nın kuşatma altında bulunduğu sırada, şiddetli kışın yaşandığı, elektriğin, suyun olmadığı bir dönemde, Başmüftü Mustafa Çeriç’in evinde toplantı yaptıklarını ve burada “çıkış yolu”nu sordukları merhum İzzetbegoviç’in kendilerine sonuna kadar direnmekten başka bir çarelerinin bulunmadığını söylediğini kaydetti.
Babam Müslümanların yaşamının Kur’an-ı Kerim’e göre olmasını istiyordu
Merhum Aliya İzzetbegoviç’in ailesi, cezaevinde yattığı dava arkadaşları, son anlarında sürekli yanında bulunan doktoru, vefatının 7. yıl dönümü nedeniyle Bilge İnsan’la ilgili ilginç hatıraları ve bugüne kadar söylenmemiş konuları paylaştı. Bağımsız bir devlet bıraktığı halkı tarafından bir “baba” olarak görülen ve çok sevilen Aliya İzzetbegoviç’in, 3 Ekim’deki seçimlerde Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Üçlü Konseyi üyeliğine seçilen oğlu Bakir İzzetbegoviç’in yanı sıra Leyla ve Sabina isimli 2 de kızı bulunuyor. Merhum İzzetbegoviç’in Saraybosna’daki Boşnak Lisesinin müdürlüğünü yapan büyük kızı Leyla Akşamiya (60), babasının herkese çok tolerans gösteren, hoşgörülü bir kişi olduğunu belirtti. Kendilerinin yetişme döneminde babalarının annelerine göre daha çok kendilerine tolerans gösterdiğini ve seçme hakkı tanıdığını ifade eden Akşamiya, merhum İzzetbegoviç’in kendi felsefesine göre çocuklarını yönlendirdiğini ve yetiştirdiğini belirtti. Akşamları ailece oturup uzun uzun konuştukları günleri hiç unutmadığını belirten Akşamiya, babasının her zaman kendilerine prensip soruları sorduğunu ve ondan “yapamazsınız” kelimesini duymadıklarını kaydetti. “Biz çok söz dinleyen çocuklar değildik, biz ona benziyorduk. Çünkü kendisi de söz dinlemezdi” diyen Leyla Akşamiya, babasıyla ilgili şunları anlattı:
“Her zaman istediği gibi hareket ederdi, düşünün 21 yaşındayken cezaevine kapatılmıştı. Çünkü belirli bir hareketi, bir düşünceyi, halkı, dünyadaki insanların iyiliği için savunmak istemişti. Müslümanlara yardım etme ihtiyacı duyuyordu. Müslümanlara yeni bir dönem getirmek istemişti: ‘Yeniden doğuş’ olarak nitelendirebiliriz, siyasetle ilgili değil de kültürel bakımdan yeniden doğuş. Bu hareketin (Genç Müslümanlar Teşkilatı) içinde 18 ile 28 yaşları arasında arkadaşları vardı. Onların çoğu öldürüldü, komünistler o zaman onların gelecek için tehlike oluşturabileceklerini düşünerek 18–19 yaşındaki bu teşkilatın üyesi gençleri öldürdü. Babam ise ilk önce 3 yıl, sonra da 6 yıl kadar hapishanede kaldı. O iktidar istemedi, sadece Müslümanlar için yeni bir dönem istemişti... Müslümanların yeteri kadar Kur’an-ı Kerim okumadığını görmüştü, sadece güzel bir bez içinde sarılı olarak evlerin raflarında duruyordu. O kutsal kitabın mealinin okunmasını istiyordu. Müslümanların hayatlarını ve davranışlarını, etiği, ahlâkı Kur’an-ı Kerim’e göre yönlendirmeleri gerektiğini düşünüyordu.” Babasının felsefesinin temellerinde de Kur’an-ı Kerim’in temel öğelerinin bulunduğuna işaret eden Leyla Akşamiya, babasının vefatından sonra kullandığı Kur’an-ı Kerim’in mealini aldığını ve orada not kağıtları bulduğunu söyledi.
Kaynak: Vakit / TIMETÜRK