Tirajı günde 2368 olan Estia gazetesinin 18 Ekim 2010 tarihli sayısında, Athanasios Papandropulos imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumda şunlara yer verildi;
Türkiye değişiyor. Ancak konu, hangi yöne doğru değiştiğidir. Bu, cevaplanması oldukça zor bir soru. Çünkü Türk siyasi dünyasına karışan güçlerin yaklaşımları, özellikle de felsefeleri birbirinden oldukça farklı. Dolayısıyla, bugünkü Türkiye için var olan bahis, çok yönlü bir bahistir.
Bugün ülkede yıllık kalkınma hızı yüzde 8 ve bunun 2013 yılından sonra çift rakamlı olması bekleniyor. Bu, 2020 yılında Türkiye'de kişi başına gelirin Yunanistan'la hemen hemen aynı olacağı anlamına geliyor. Ancak tek fark, Türkiye'nin dünyadaki ilk 10 ekonomik güç arasında bulunacak olmasıdır.
Türkiye'de yaşanan bu kalkınmanın toplumsal etkileri ve bu etkilerin dağılımının nasıl olacağı sorusu gündeme gelmektedir. Çünkü aynı dönemde Türkiye'nin nüfusu yüzde 20 oranında artacak, sonuç olarak 18–25 yaş arası nüfus, toplam nüfusun yüzde 40'ını temsil edecek. Bu demografik gelişme, toplumda büyük bir öneme ve mutlaka bugünkü Türkiye'de önemli siyasi ağırlığa sahip olacak. İspanya'nın biraz gerisinde ancak hâlihazırda Avrupa'nın en güçlü 6. ekonomisi olan Türkiye'nin bugünkü ekonomik verilerine daha yakından bakalım.
Komşu ülkeye –yabancı yatırımların desteklenmesine yönelik politika sayesinde– 25.321 yabancı işletme girdi. Bunlardan 13.525'i AB ülkelerinden geliyor. Bu işletmeler iş yeri açılmasına önemli katkı sağlıyor ve Türkiye'nin ihracatının önemli bir bölümünü kapsıyor. Türkiye, televizyon üretiminde dünyadaki ikinci, çimento üretiminde ise Avrupa'daki birinci güçtür. Ayrıca bu işletmeler, Türkiye'deki altyapının düzelmesine büyük ölçüde etki ediyor ve aynı zamanda ülkenin ekonomik dışa dönüklüğünü de güçlendiriyor.
Türkiye'deki siyasi ve ekonomik unsurlar, 2020 yılından önce ülkede gayrisafi milli hâsılasının 2 trilyon dolar civarında olacağını belirtiyorlar. Sonuç olarak Türkiye –bugün borç içinde bulunan- Avrupa'nın önemli bir parçası olacak. Tabii bütün bunlar AB'nin Türkiye'yi bünyesine kabul etmesi durumunda gerçekleşecek.
Türkiye ekonomisine ilişkin yukarıda ifade edilen olumlu gelişmelerin üç etkisi var. Birincisi, bu gelişmeler sosyal devletin finanse edilmesini sağlıyor, bu da siyasi açıdan çok önemlidir. İkinci olarak, Türklerin üçüncü bir ülkeye göç etme oranını azaltıyor. Üçüncüsü de kalkınmanın, Türk ekonomisinin yeniden düzenlenmesi için gerekli finansmanların sağlanmasını kolaylaştırıyor olmasıdır.
Bu açıdan, Türk turizminde çarpıcı bir gelişmenin kaydedildiği gerçeği çok önemlidir. Yunan turizminin gidişatına tamamen zıt olarak, komşu ülkede turizme ilişkin rakamlar fırlamış durumda. Yunanistan'ın Ankara Büyükelçiliğinin bir araştırmasına göre, Türkiye, 2000- 2009 döneminde yurt dışından gelen turist sayısını üçe katladı ve bugün Türkiye'ye, Yunanistan'a gelen turist sayısının üç katı turist gidiyor. Türkiye'nin turizm politikalarının hedefi 2023'te ülkeye 63 milyon turistin gelmesi ve 85 milyar avro gelir sağlanmasıdır.
Yunan Büyükelçiliğinin kayıtlarına göre, Türkiye'ye turistik yatırım yapılmasına dair verilen bazı teşvikler var. Bunlar, devlet arazilerinin 49 yıllığına devredilmesi, makine ve ekipmanın KDV'den muaf tutulması, bazı durumlarda da ithalat vergisinin ödenmemesidir. Ayrıca, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanmış olan ve ülkeye 1 milyon dolardan fazla döviz getiren otelcilik işletmeleri ithalat şirketi olarak değerlendiriliyor. Ayrıca Karadeniz sahillerinde, özellikle de Samsun-Ordu-Trabzon bölgelerinde turizmin kalkınması konusuna da özel ilgi gösteriliyor.
Türkiye, çok önemli bir para-ekonomi merkezi olmayı amaçlıyor. Bu da İstanbul Borsasının çarpıcı verimine yansıyor. Eğitim ve araştırma-geliştirmeye de büyük önem veriliyor. Türk üniversitelerinin sayısı giderek artıyor ve bütçeden araştırma-geliştirmeye ayrılan bütçenin oranı Türkiye'nin gayrisafi milli hâsılasının yüzde 1'ine ulaşıyor. Bu oran Yunanistan'da aynı dallara ayrılan bütçenin yaklaşık iki katıdır.
Bütün bunların yanı sıra, kısa süre önce komşu ülkeye gerçekleştirdiğimiz ziyaret sırasında Türkiye'nin çok ciddi bir dini-siyasi sorunla karşı karşıya olduğunu tespit ettik. Bu sorun da belli bir noktada "patlayabilir." Felsefi açıdan sorun şu soruya dayanıyor: İslamcılık liberal demokrasiye ve piyasa ekonomisinin kurallarına uyuyor mu?
BYEGM