1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti için müzakereye ne gerek var? Bağımsızlık ilan edelim ve samimiyeti sınayalım.
Hiçbir müzakere eşit taraflar arasında yapılmadıkça başarılı olmaz. Başarılı müzakerelerde tarafların, güç dengeleri, müzakere şartları ve amaçlar açısından eşit olması gerekir. Ayrıca tarafların kendi çözümlerini dayatmayı sürdürmeyeceğine önceden onay vermesi de gerekir.
Bu kriterlere göre, İsrail-Filistin müzakerelerinde bütün göstergeler başarısızlığa işaret ediyor. Bu müzakereler eşit olmayan taraflar arasında, eşit olmayan esaslara dayanarak yapılıyor. Bir taraf diğerinin toprağını işgal ediyor, yaşam kaynaklarına ve hareket özgürlüğüne hükmediyor, uluslararası hukuku ihlal etmesine rağmen de uluslararası destek alıyor. Bu müzakereler, ‘ön şart dayatılmamasında’ ısrar eden İsrail’in şartlarına göre ve yerleşimlerin genişlemesinin gölgesinde başladı.
Mısır, Britanya’ya mı sordu?
Diplomatik çalışma, direnişin parçası olarak da ortaya konabilir. Direniş, halkların özgürlük hakkının yanı sıra hukuka ve işgalin meşru olmadığını teyit eden birçok uluslararası karara dayanır. Bu kararlar, Filistinlilerin bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkını teyit etmişti.
Hiç kimse Filistin halkını bu kararları kullanmaktan alıkoyma hakkına sahip değil. Bu bağlamda Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ve bütün Filistinli güçlerin iki devletli çözümü kurtarmak için kalan son yöntemi şu: 1967’de işgal edilen bütün toprakların üzerinde, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin bağımsızlığını ilan edip, bütün ülkelerden bu devleti tanımalarını talep etmek; bu devletin tanınmasını ve İsrail’den işgale son vermesinin istenmesi için BM’ye yönelmek.
Mısır ve Hindistan’ı anımsayalım. Bağımsızlık kararı aldıklarında, Britanya’ya sınırlar üzerine müzakere etme hakkını tanımadılar. Uluslararası toplum, özellikle de ABD ve Avrupa, Filistin devleti vaadinin doğruluğunu kanıtlama fırsatına sahip. Bu vaat samimiyse, bağımsız devleti tanımaları gerekiyor.
Beş adımda yol haritası
Bu ‘direnişçi diplomatik girişim’in etkili olması için, Filistinliler ve Araplar şu önlemleri almalı: Öncelikle, Filistin Yönetimi İsrail’le güvenlik koordinasyonunu durdurmalı, ‘işgal altındakiler işgalciye güvenlik sağlamalı’ temelli felsefeyi reddetmeli. İkincisi, Arap ülkeleri İsrail’i boykot etmeli, İsrail’in tutumlarını sürdürmesi durumunda başlatılacak bir yaptırım kampanyasına katılmaya hazır olduklarını ilan etmeli.
Üçüncü olarak, Filistin ulusal birliğinin yeniden sağlanması gerekiyor; Batı Şeria ve Gazze’yi birleştirecek ulusal birlik hükümeti kurulmalı. Dördüncüsü, diğer devletleri başkenti Doğu Kudüs olan ve 67 toprakları üzerine kurulan bağımsız Filistin devletini tanımaya ikna etmek için diplomatik bir kampanya başlatılmalı. Beşincisi, Filistin Yönetimi’nin toprak takasına soğuk bakmayan resmi söylemini tamamen bırakması gerekiyor. Bu düşünce, yerleşimcilerin yasadışı varlığını haklı çıkarmak için kullanılıyor.
Topraklarımız her gün yutuluyor
Bu önerilerin hepsi gerçekçi olduğu gibi, bütün dünyanın kabul ettiği barışçıl direnişin çerçevesine giriyor. Dünya şunu anlamalı: İki devletli barışı kurtarmayı amaçlayan bu son girişime sırt çevrilmesi, buldozerlerin her gün toprakları yutmasına tanıklık eden Filistin halkına, iki devletli çözümün gerçekçi olmadığına dair bir mesaj verecektir.
Böyle bir durumda, Filistin halkının bağımsız devletten vazgeçip apartheid’a karşı direnişe katılmaktan başka seçeneği kalmayacaktır. İsrail uğursuz Oslo Anlaşmaları’ndan bu yana bizleri ‘bantustan’larda yaşattı; bizi, kendisinin güvenlik yardımcısı olarak çalışan yetersiz bir özerk yönetimle veya işgalle karşı karşıya bırakmaya çalıştı.
Biz de İsrail’i, 1967’de işgal edilen topraklarda egemen ve bağımsız bir devletle ya da herkesin eşit olduğu tek bir demokratik devlet seçeneğiyle karşı karşıya bırakmalıyız.
Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, Filistin Ulusal Girişimi Genel Sekreteri, 14 Ekim 2010.
Çeviri: Radikal