Çelebi'ye göre, 2005 yılında başlayan müzakere süreci hiç de öyle Ankara'nın hedeflediği gibi 2013 yılında biteceğe benzemiyor. Üstelik tam üyelik de bir hayal!
- Türkiye-AB ilişkisi nereye gidiyor?
Şu anki manzara iki taraf için de iç açıcı değil. 2005'te Fransa ve Hollanda'da yapılan referandumlarda Avrupa halklarının, bir 'Anayasal federal devlet' olma fikrine hayır demesi, AB'yi anayasada öngörülenden daha dar kapsamlı bir reform sürecine götürdü. Bugün Lizbon Antlaşması dar anlamda, ortak davranma kurallarını ifade etmektedir. Dolayısıyla referandumdan Lizbon Antlaşması'na kadar geçen iki-üç yıllık süreyi, AB'nin yeni bir genişleme dalgasından ziyade kendi evini toplama, yeni bir karakter arama ve bu arayışla kaybedilen zaman olarak görmek gerekir.
TÜRBAN KARARI BAŞLANGIÇ
- Peki Türkiye açısından bakınca...
Bunun iki boyutu var. Birincisi, AKP hükümetinin demokratikleşme umudunu ulus-üstü kurumlarda aramasının sınırları olduğunu görmesi, dolayısıyla, AB kurumlarından beklentisinin düşmesi. AİHM'in 2005 yılında Leyla Şahin (kamuoyunda türban kararı olarak bilinmekte) davasında verdiği kararını, hükümetin AB konusundaki isteksizliğinin simgesel başlangıcı kabul edebiliriz. İkincisi, yeni çoktaraflı, oynak dış politikanın yönünün, öncelikli olarak komşu ülkelere ve Ortadoğu'ya dönmesidir. İlişkilerin hem Türkiye hem de AB bakımından belli bir duraklama dönemine girdiğini söylemek yanlış olmaz.
KAĞIT ÜZERİNDE BİLE ZOR
- 'Eksen' tartışmaları yani...
Şu an için eksen kayması diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. AKP hükümetinin bence en önemli artılarından birisi, dünyanın değişen dinamiklerine uygun, özellikle de komşularla yeni konjonktüre uygun politikalar geliştirmeye çalışması. Ne kadar başarılı oldukları ayrı bir tartışma konusu. Çünkü hepimizin bildiği üzere, bu tür girişimlerin nereye varacağı bir-iki yılda kolayca gözlenebilecek şeyler değil.
- Son dönemde, AB ilişkilerini canlandırma çabası var, sizce hedeflendiği gibi 2013'te müzakereler bitebilir mi?
Kağıt üzerinde dahi olanaksız. Kıbrıs Rum kesimine limanların açılması başta olmak üzere, AB üyesi ülkelerin resmen tanınması sorunu... Bu konuda yeni bir açılım olmadığı sürece yol alınacağına dair yakın gelecekte bir umut yok. AB'nin, kibarca söyleyecek olursak, entegresyon sürecini yavaşlatma taktiği, yakın zamanda değişmeyecek. Hangi fasılların açılıp kapanacağı sorusu hem teknik hem de siyasi olarak şu anda belirsiz olduğu için 2013, teorik olarak bile hayal. Ama daha da önemlisi meselenin, 2013-2020 değil, daha derinleşerek belki de hiç tamamlanmayacak bir yöne doğru gidiyor olması.
'SOSYAL DEMOKRAT' ROLÜ
- Türkiye-AB ilişkisinde sosyal demokratların rolü ne oldu sizce?
Meseleye Türkiye açısından baktığımızda, sosyal demokratların uzun süre AB konusunda net ve kararlı bir tavır sergilememiş olması, siyaseten AB sürecinin içinin tamamen boşaltılıp neredeyse AKP hükümetiyle Avrupa kurumları arasındaki müzakereye ya da çatışmaya indirgenmiş olması belirgin rol oynadı. Oysaki dünyanın her yerinde başta sosyal demokratlar, sosyalistler ve liberaller, kozmopolit kurumları desteklemede, en azından eleştirel bir biçimde sorgulayıp daha ileri çözümler arama hususunda öncü rol oynamışlardır.
- Yani Türkiye'de gerileyen AB desteğinde sosyal demokratların yarattığı boşluk önemli.
Evet, hem de çok. Şimdi bu boşluğu doldurmaya niyetli, AB kurumlarıyla doğrudan bağlantı kurmaya çalışan yeni bir sosyal demokrat lider var. Bu önemli. Uzun vadede kalıcı değişikliklere yol açabilir. Sosyal demokratların AB konusunda hükümeti bazen destekleme bazen de alternatif politikalar üreterek pozisyon almaya zorlama ihtimali var. Bu az bir kazanım olmayabilir Türkiye için.
- Bu anlamda Kılıçdaroğlu'nun yeni CHP'si umut olabilir mi?
Güçlü işaretler var. Sadece temenni ya da izlenim değil bunlar. CHP liderinin Brüksel gezisinin ardından özellikle Alman sosyal demokratlar ve Yeşiller'in hem enformal hem de formal altı kalınca çizilen mesajları, Türkiye'deki aktif AB politikalarına ilgisiz kalmayacaklarını gösteriyor.
'OTORİTER PARTİ' İMAL EDİLDİ
- Peki Mavi Marmara baskınının rolü...
Kurucu bir etkisi olmasa bile hızlandırıcı etkisi olmuş olabilir. Türkiye'de muhafazakarlığın şöyle bir çelişkisi var; devlet kuran parti CHP, uzun yıllar düzenin savunuculuğunu yaptığı konudaki tavrını 70'lerde 'Halkçı Ecevit'e kadar hiç sorgulamadığından, Türkiye'de muhafazakarlar Menderes, Demirel, Özal'da gördüğümüz üzere bütün eğilimleri eklektik bir biçimde barındıran, yekpare, dolayısıyla, aslında otoriter bir parti modeli imal ettiler. O yüzden Türkiye'de AKP'nin 'genel muhafazakarlık paradoksu' diyebileceğimiz durumunda, ona özgü özel bir şeyi yok. Her şeyi yakalama, her şeyi kapsama, -hani gerekiyorsa muhalefeti de biz yaparız- eğilimi olduğu için AB ilişkilerini de iç siyasal geleneklere uygun, inişli çıkışlı, eklektik yollarla çözmeye çalışıyorlar. Türkiye'de bazen sert bazen yumuşak, bazen tehdit bazen ricayla, çokça da patronaj yoluyla yürüyen siyaset anlayışımız, AB gibi ulus-sonrası, ulus-üstü kurumlarla girdiğiniz ilişkilerde sanıldığı gibi geçerli bir yol değil.
AB, İSRAİL İÇİN 'YAS' TUTUYOR
- Merkez partilerin herkesi kucaklama niyeti bir dereceye kadar anlamlı olmakla birlikte, diğer yanıyla siyasal parti ve demokrasinin ruhuna aykırıdır. Farklı toplum kesimlerinin çıkarlarını farklı siyasi partiler savunmalı. Mavi Marmara bu çerçevede tali bir soruna karşılık geliyor. Ama yine de AB'nin Holocaust geçmişi nedeniyle, İsrail söz konusu olduğunda, kendine özgü sonsuz bir 'yas' tuttuğunu, İsrail'e karşı asla nesnel bir tavır geliştiremeyeceğini söyleyebiliriz.
DÜĞÜM NOKTASI LİMANLAR
- AB ile ilişkilerin 'dondurucu'dan inmesi nasıl mümükün olacak peki?
Çok iyi biliniyor ki bu donmuş ilişkiyi açmanın yolu Güney Kıbrıs'ı tanımak... Bu, AKP tabanına ve Türkiye'deki toplum kesimlerine hemen anlatılabilecek bir şey değil. Hele Annan Planı'nı kabul edenin cezalandırıldığı bir sürecin hala devam ettiği, Kıbrıs Türkleri'nin tecrit hayatının sürdüğü, AB'nin bu süreçte son derece silik ve sinik bir tutum takındığı bir yerde bu gerçekten çok zor. Bu süreçte, gemileri Rumlara açarak, benzer olarak Kürt sorunu, ikisini aynı anda yapmak bir muhafazakar partinin kendi tabanı açısından asla kaldırabileceği bir şey değil.
Pata durum, iki tarafın da işine geliyor
- AB'deki 'ağırdan alma' hükümetin işine mi geliyor?
Çözüm açısından iyi bir zaman kazanma olduğu, her iki tarafı da pata durumda tuttuğu kesin. Avrupalıların işine geliyor. Çünkü şu anda derinleşme meselesi onlar için daha önemli. Türkiye açısından baktığımızda; Avrupa bize ilgisini kaybetmeseydi farklı konular gündeme gelebilirdi. Mesela Avrupa'da şimdilik sadece entelektüellerle sınırlı kalmakla birlikte, şöyle bir tartışma var: Soykırım ve geçmişte işlenen suçlar Avrupa'yı bir arada tutan ortak değerler. Bunlar arasında Ermeni soykırımı neden olmasın diyorlar. Bu yeni ve ayrı bir problem. Limanlar meselesi halledilse bile, Ege'deki ihtilaflı konularda AB'nin taraf olması yolundaki telkinler başka bir sancılı konu. İlişkinin şu anda donmuş olması, uzun vadede iki taraf için de belirsizliği artırırken kısa vadede ne yapılması gerektiği konusunda zaman kazanmalarına neden oluyor.
Kaynak: Akşam