Kavram Avrupa’da da tartışılıyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel Hıristiyan Demokrat partililerini göçmenlere yardım için hangi adımlar atılırsa atılsın, ‘şeriat değil anayasanın geçerli olduğu’ konusunda temin etme ihtiyacı hissetti. ‘Şeriat’ sözcüğü Müslümanların da kendini koruma refleksi sergilemesine yol açıyor. Britanyalı Müslümanların yüzde 40’ının şeriatın ülkenin belli kesimlerinde uygulanması fikrini sevdiklerini söylemesi Suudi tarzı bir kafa kesme talebi değil, tehdit altında bir inancı içgüdüsel olarak savunma çabasıydı.
Şeriatın ne anlama geldiğine dair serinkanlı düşünmek için çok neden var. Dindar bir hayat tarzından, İslam hukukunda var olan, fakat sadece birkaç ülkede uygulanan bir bedensel ceza ve ölüm cezası sistemine kadar birçok şeye atıfta bulunuyor olabilir. Faizin yasak olduğu İslami finansı destekleyen fikirlere ve kamu politikası açısından en önemli olanı, bir aile hukuku oluşturulmasına da atıfta bulunuyor olabilir.
Bazı histerik lafların tersine, kimse İslami cezaları bir demokraside kullanmayı öneriyor değil. Ne de İslami finanstan korkmak için bir neden var. İki vatandaşın ticari bir anlaşmazlığı İslami yaklaşımlar veya özgürce riayet ettikleri ilkelerle çözmesine kimse itiraz edemez. İngilizce konuşulan dünyada bir hakemlik geleneği var ve bu, Yahudilere, Hıristiyanlara ve Müslümanlara ihtilafları çözmenin basit, ucuz (ve onlarıa göre, ilahi kurallara uygun) bir yolunu sunan dini temelli hakemlik hizmetlerine alan açıyor.
Batı’da İslami hukukla ilgili asıl zorluk, aile üyelerine gelip dayandığında ortaya çıkıyor. Başlıca iki kaygı var. Birincisi, İslami aile hukukunun özellikleri demokrasiye aykırı: Erkeklerin miras payı kadınlardan daha fazla ve sık sık vesayetle ilgili anlaşmazlıklar yaşanıyor. İkincisi, birçok kişi Müslüman kadınların özgür iradeleriyle hakemliğe başvurmayacağından endişe ediyor. Şiddet gördüğü bir evlilikte kapana sıkılan bir kadın, devlet hukuku daha iyi hizmet edecek olsa bile İslami prosedürleri uygulaması konusunda baskı görebiliyor.
Bu zorlukların ilkiyle, dini özgürlükleri ihlal etmeden başa çıkmak zor. Müslüman veya Ortodoks Yahudi bir kadın dini öyle buyurduğu için ‘adaletsiz’ bir anlaşmayı özgürce kabul ettiği takdirde, devlet buna karışmamalı. Fakat devlet, gönüllü anlaşmalarda hukuki zorlama olmayacağını açıkça ortaya koyarak ikinci sorunla (özgür irade) iştigal etmeli. Bir demokraside vurgu ülke hukukunun üstünlüğüne ve bütün vatandaşların, özellikle de savunmasız olanların, haklarını kullanabilmesi güvencesine yapılmalı; bu konuda imamın, hahamın veya rahibin önünde ne söylediklerinin bir hükmü olmamalı.
Kanada’nın iki eyaletinde, dini hakemlik prosedürlerini hukuki geçerlilikten yoksun bırakan yasalar var. Diğer ülkeler de yasalarını, aile meselesinde dini hakemliği tercih eden herkesin, herhangi bir aşamada laik mahkemeleri tercih edebilmesini sağlayacak şekilde gözden geçirmeli. Bu bazı dindar insanların inançlarıyla ülke hukuku arasında bölünmüşlük hissiyatlarını ortadan kaldırmayabilir. Fakat şeriatın ortaya koyduğu gerçek ikilemlerle sorumsuzca icat edilenler arasındaki farklara açıklık getirecektir.
The Economist / Başyazı / 14 Ekim 2010 / Radikal
Batı 'Şeriat' korkusunu nasıl aşacak?
Avrupa ve ABD'de şeriat uygulamalarına dair bazı histerik iddiaların aksine, kimse İslami cezaları bir demokraside kullanmayı önermiyor. Batı'nın bu açıdan karşılaştığı asıl zorluk aile hukuku alanında, ki bu sorunu da Kanada gibi çözebiliriz.
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-10-16 11:45:00
SON VİDEO HABER
Haber Ara