Türk siyaseti, 20. yüzyıl süresince Atatürk'ün Osmanlı döneminden sonra gerçekleştirdiği dramatik reformlara dayalı laik milliyetçi bir imaja sahipti. Ülke dış politikasının başlıca hedefi güvenlik ve toprak bütünlüğünü korumaya yönelikti. Bu da Kürtler gibi azınlıklara karşı katı tutum sergilenmesine, Ermeni sorununun ele alınmamasına ve Kıbrıs konusunda Yunanistan ile gerginlik yaşanmasına yol açtı. Bu durum, Türkiye'nin ABD ile ilişkilerine katkı sağladı. Sovyet tehdidine karşı Türkiye ABD ile ittifak kurarak NATO'ya üye oldu ve İsrail ile de ilişkilerini geliştirdi.
Türkiye'nin dış politikası, İslami kökleri olan muhafazakâr Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesinden bu yana belirgin bir şekilde değişti. İsrail politikalarına yönelik muhalefet artarken, ABD'nin Irak'taki askerî harekatlarının desteklenmesinde tereddütler yaşandı. Diğer taraftan Türkiye, Suriye ve İran gibi bölgesinde yer alan ülkelerle yakınlaştı. Ermeni ve Kürt meselelerinde bazı gelişmeler kaydetti ve Avrupa Birliği'ne girmek için girişimlerini yoğunlaştırdı.
Tüm bu değişiklikler, bir takım spekülasyonlara yol açtı; kimileri Türkiye'nin İslamiyet'e veya Doğu'ya yöneldiğini ileri sürerken, kimileri de ülkenin uluslararası alandaki ilişkilerinin ekonomik çıkarlar doğrultusunda açıklanabileceğini savundu.
Her iki yaklaşım da tamamen doğru değil. Türkiye'nin ABD ve İsrail ile ilişkileri soğuk savaş döneminde olduğundan daha fazla gergin ancak tamamen bozulmuş da değil. Ve Türk dış politikasında İslami değişim olduğu yönündeki iddialar, AK Partinin Avrupa Birliği'ne girme çabalarıyla çelişiyor. Bunlara, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun tüm bölgesel ve uluslararası meselelerde "sıfır sorun" yaklaşımı açısından da bakılabilir.
Aynı zamanda, ekonomik ya da materyalist çıkarların bu değişikliklere yol açan tek neden olduğunu iddia etmek de doğru olmaz. Ziyaret sırasında tanıştığım Türkler, AK Parti politikalarının mali getirilerinin yanı sıra hükûmetin demokrasi ve Türkiye'nin çevresindeki ülkelerle tarihî ve kültürel ilişkiler konusundaki yaklaşımını desteklediklerinden söz ettiler. AK Parti sayesinde "bir şey" değişti; bu partinin bir özelliği sayesinde yeni bir dış politika güdülmeye başlandı.
AK Partiye has bir şeyin bu değişikliklerin oluşmasını sağladığına inanıyorum. Bu, iktidara gelen İslamcı bir partinin hikâyesi değil. Aksine, geniş tabanlı muhafazakâr bir partiden söz ediyoruz. AK Partiyi destekleyenler arasında iş çevreleri, dinî eğilimli seçmenler ve azınlık grupları bulunuyor. Ve AK Partili liderlerin, Türkiye'nin ekonomik, güvenlik ve dinî konularının da içinde bulunduğu uluslararası siyasette daha önemli bir rol oynaması gerektiği yönünde farklı düşünceleri de var. Din, AK Parti üyeleri ve taraftarları açısından önemli ancak bu, İran tarzı bir teokrasiden ziyade toplumsal bir değer olarak kabul ediliyor.
Türkiye, İslamcı veya Batı karşıtı bir ülke hâline dönüşmüyor. Aksine, iktidar partisinin yapısı ve mevcut uluslararası sistem, ülkede eşsiz ve dinamik bir dış politika oluşmasını sağladı.
Asıl önemli olan, bu durumun ABD için ne anlam taşıdığı. Türkiye hâlen ABD ile ilişkilerine değer veriyor. Bölgesel istikrar, terörle mücadele ve ticaret gibi ortak çıkarlar bağlamında ABD'nin Türkiye ile daha yakın iş birliği tesis etmesi için büyük imkânlar mevcut. Ancak ABD'nin tıpkı diğer müttefikleri İngiltere ve Fransa ile olduğu gibi Türkiye ile ilişkilerinde de ortak hedeflere ulaşılmasında bazı ihtilafların olduğunu kabul etmesi gerekecektir.
Türkiye'nin değişen dış politikası yeni çok kutuplu bir dünyanın habercisi değil. Bununla birlikte bu durum, Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın öne sürdüğü "çok ortaklı" dünya düzeni vizyonunu uygulamaya koyabilmesini sağlayacak iyi bir fırsat. ABD yönetiminin Türkiye'ye yönelik tavrı, Amerika'nın 21. yüzyıl uluslararası sistemindeki konumunu ciddi anlamda etkileyecektir.
BYEGM