Tayyip Erdoğan’ın hızlı ‘Şam seferi’nde dikkatler, PKK konusunda ‘sona yaklaşıldığı’ ve ‘eve dönüş’ün konuşulduğu üzerinde yoğunlaştı.
Elbette, bu ‘konular’ özellikle ele alındı ama bir de Irak’ta hükümet oluşumu, Tayyip Erdoğan-Başşar Esad görüşmesinde ön plandaydı. Suriye’nin Irak’ta hükümet oluşumuna ilişkin yaklaşımı Türkiye’ye yakın, İran’a uzak.
Pek dışa vurulmasa da Suriye rejiminin, İran’ın istemediği İyad Allavi’ye, uzun bir dönem kendisini konuk etmiş olduğu Nuri el-Maliki’ye oranla tercih ettiği bir sır değil.
İyad Allavi’nin, seçim sonucunda Nuri el-Maliki’nin ‘Devlet-ül Kanun’ listesinin iki sandalye önünde yer alan ‘el-Irakiyye’ listesi, esas olarak, Arap Sünni İslamcılar (hatta el-Kaide eğilimliler) ile Baasçılar dahil Arap milliyetçilerinin koalisyonunu ifade ediyor.
Liste lideri İyad Allavi ‘laik-Şii’ olsa da el-Irakiyye listesi, eski rejim yandaşlarının bolca bulunduğu bir ‘Sünni bloku’ olarak algılanıyor.
İyad Allavi’nin listesinin, Türkiye tarafından gerçekleştirildiği, desteklendiği ve yüreklendirildiği de bir sır değil. Suriye rejimi, içindeki ‘Baasçı unsurlar’ ve kendi ülkesinde barındırdığı binlerce Iraklı Sünni göçmenden ötürü, onca yıldır bölgede ‘eksen’ oluşturduğu İran’a değil, Türkiye’ye yakın duruyor Irak’a ilişkin hükümet kurulması çalışmalarında.
Zaten, bölgede artık bir ‘İran-Suriye ekseni’nden ziyade, bir ‘Türkiye-Suriye ekseni’nden söz etmek daha doğru ve isabetli olur.
Ayrıca, İran’a karşı duran Suudi Arabistan da İyad Allavi’den yana. Tayyip Erdoğan Şam’dayken İyad Allavi de Riyad’daydı. Dahası, büyük ölçüde Türkiye’nin de sayesinde Suudi Arabistan ile Suriye arasında bir ‘bölgesel uzlaşma’ya varıldı ve bunun ilk ürünü Suudi bağlantısı sayılan Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin, babasının (Refik Hariri) öldürülmesinden Suriye’yi sorumlu tutmuş olduğu için Şam’dan özür dilemesi oldu.
Bütün bunları hatırlatmak gereği, Türkiye ile Suriye arasında ya da herhangi bir başka bölge ülkesiyle ‘PKK konusunda’ yapılan temasların, bölgedeki ‘genel denge çerçevesi içinde’ görülmesi gereğinden kaynaklanıyor.
Yani, Türkiye’nin PKK’ya ilişkin gündemini, Irak’ta yeni hükümet kurma çalışmaları, Irak’taki İran unsuru, Türkiye-Suriye, Türkiye-İran, İran-Suriye ilişkilerinin bağlamı dışında anlamak ve çözebilmek söz konusu değil.
***
PKK’yı ‘dağdan indirmek’ söz konusu ise bunu Suriye ve Erbil’deki Irak Kürdistan yönetimiyle belirli noktalarda mutabakata varmadan yapabilmek de mümkün değil.
Kandil’deki silahlı PKK güçlerinin yüzde 30-35’inin Suriyeli olduğu Türkiye devletinin bilgisi dahilinde. 1500-2000 kişiden söz ediliyor. O nedenle Abdullah Öcalan ile anlaşılsa ve Öcalan, “Tamam anlaştık. Kandil’dekiler aşağıya insin, silahlarını teslim etsinler” dese bile, PKK’daki Suriyeli unsurunun geleceğine bir çare bulunmadıkça, bu ‘talimat’ın yerine gelebilmesi şüpheli.
Hadi binlerce PKK’lıya bir ‘büyük uzlaşma’ sonucunda Türkiye’de evlerine dönüş kapısı açıldı; Suriyeliler ne olacak?
Suriyeli Kürtlerin sorunu, Kürtlere ilişkin sorunların en yakıcı olanlarından biri, Suriye’nin 2 milyon dolayındaki Kürt nüfusunun beşte birinin kaydı bile yok. Yani, Suriye’de vatandaş olarak dahi görünmüyorlar.
Şam’da Erdoğan-Esad temasında bu konuların ele alınmamış olması düşünülemez. Nitekim, Başşar Esad, ortak basın toplantısının sonunda “PKK içindeki Suriye uyruklu vatandaşların silah bırakması halinde affedebileceğinizi söylediniz. Bu konu gündeme geldi mi” sorusuna “Bu durum yeni bir şey değildir. Yanlış yapan herkes için bir geri dönüş kapısı açmamız lazım.
Affetme konusunda kapı her zaman açık kalmalıdır. Bir sefere mahsus insanları affedip sonra kapıları kapatmamak lazım. İster Türkiye’de, ister Suriye’de, ister Irak’ta olsun” cevabını verdi.
Cevap, ‘tercüme’ye muhtaç.
Anlaşıldığı kadarıyla Başşar Esad, Türkiye’nin sorunun çözümünü elde edebileceği noktada, Suriyeli PKK’lılara kapılarını açacağını ima etmiş oluyor. Ancak sorunun çözümü için sadece Suriyeli değil, Türkiyeli PKK’lılara da affın gerekli olduğu vurgusunu yapmış oluyor.
Bazı PKK’lıların Irak Kürdistan Bölgesi’ne de entegre olması gündeme gelecektir; o nedenle Irak Kürt Yönetimi ile de anlaşılması gerekli.
Tayyip Erdoğan’ın Şam temaslarından çıkarılacak sonuçlar bunlar.
***
Bütün bunlardan, ‘PKK’nın dağdan indirilmesi’, bir başka deyişle ‘silahsızlandırılması’ temaslarının yoğunlaştığı sonucuna varabilir miyiz?
Evet. Ancak, gerek Şam ve gerekse Erbil ile görüşmelerin içeriği ve esası, son birkaç yıldır güvenlik kuruluşlarının yöneticilerinin yaptıklarından çok da farklı değil. Başşar Esad’ın “Bu durum yeni bir şey değildir” dediği de bu zaten.
Hem İran faktörünü unutmamak şart. Kandil’deki PKK güçlerinin lider kadrosunun önemli bölümü ‘şahin’ eğilimli olmalarının yanı sıra İran ile ilişkileriyle biliniyorlar.
İran, bu ‘denklem’in neresinde duruyor?
Türkiye-İran ikili ilişkilerinin gelişmesi, İran’ın Türkiye ile bu konuda ‘işbirliği yapacağı yükümlülüğü altına girdiği’ne işaret ediyor mu?
Bağdat’ta nasıl bir hükümet kurulacağı konusunda ‘mutabakat halinde’ sayılmayan iki ülkeden, İran, ‘PKK’nın silahsızlandırılması ve dağdan indirilmesi’ne ilişkin olarak, Türkiye’ye karşı bir yükümlülük altına kendisini sokar mı?
Bu da cevaba muhtaç, meşru bir soru.
O yüzden:
1. Özel olarak PKK’nın dağdan indirilmesi ve genel olarak Kürt sorununa çözüm girişimlerini, bölge yani Ortadoğu genelindeki ‘denge arayışları’ ve ‘yeni dengeler’ dışında, mücerret bir konu olarak ele alamayız;
2. PKK konusunda ‘sona gelindiği’ gibi, kısa sürede büyük hayal kırıklıklarını beraberinde getirecek sonuçlara acele biçimde varmamalıyız.
3. BDP ve İmralı eksenindeki görüşme trafiğinin canlandırılması ve devamının, Erbil, Şam, Bağdat, Tahran, Washington gibi temaslardan daha önemli ve öncelikli olduğunu kavramalıyız.
Cengiz Çandar / Radikal