Fehmi Huveydi* / TİMETURK
Bir değil; İki skandal. Birinci olarak: Filistin Yönetimi tekrardan İsrail”in Gazze'ye karşı saldırılarla işlemiş olduğu suçların cezasız kalmasını yönelik anlaşma kararı aldı. İkinci olarak: Arap medyası bu suçu örtbas ederek olayı suskunluk ve görmezden gelme surlarıyla ördü.
Geçen hafta karşılıklı görüşmelerin gerçekleştiği ve hiçbir sonucun alınamadığı; herkesin bunlarla uğraştığı bir anda bir olay ortaya çıktı. Filistin Haber Ajansı Cenevre’den verdiği haberde: Beş ay sonra 2011 yılı Mart ayında Konseye meselenin sunumu ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları esnasında konu ile alakalı uluslararası yargıç Richard Goldstone’nin raporundaki tavsiyelerin uygulanmasının devam ettirilmesi için Birleşmiş Milletlere bağlı İnsan Hakları Konseyin, Genel Sekreter ve Yüksek Temsilcisinin isteği ile 9.29 Çarşamba günü bir toplantı düzenleneceği kararını, bildirdi.
Kastettiğim skandal haberin sunumu bu şekilde. Bu sunum, aldatmaca barındıran, hileli/ kurnazca bir sunum şeklidir. Haber şöyle bir intiba uyandırıyor: Sanki bu olay, Goldstone raporundaki tavsiyelerin uygulanmasının sürdürülmesi için İnsan Hakları Konseyi Genel Sekreterinin isteği doğrultusunda verilmiş ve daha sonraki bir tarihte karara bağlanmak için ertelenmesi etrafında dönen normal bir haberdir.
Haberin bu şekildeki sunumuna ek olarak daha derin bir aldatmaca içerisinde; karar, tarafların (İsrail ve Filistin tarafları) gerçekleştirdiği soruşturmaların sonuçları hakkında Komitenin, Bağımsız Uluslararası Yasal Komitesi taraflarca yürütülen raporu memnuniyetle karşıladığından bahsetti. Karar, İsrail’i işbirliği yapmamasını ve bununla ilgili çabaları engellendiği hükmüne vardığı esnada; Ulusal Otoritenin Komisyon ile gerçekleştirilen işbirliğini övdü.
Komite kararında, Ulusal Otoritenin, Gazze Şeridi ile alakalı gerçekleri araştıran komisyonun iddialarını ile ilgili soruşturmalarını tamamlanması hakkındaki acele etmesini istedi. Aynı şekilde İsrail’i de, Goldstone raporunda geçen kendilerini ilgilendiren uluslararası hukukun ciddi ihlalleri ile alakalı soruşturmalarını tamamlamak için üzerindeki sorumluluklarının gerektirdiklerini yapması noktasında da ecele etmesini istedi.
Özellikle bu sunumum, karar arkasında duran Filistin Yönetimine bağlı Filistin Haber Ajansı “ Vefa ” tarafından bildirildiği göz önünde bulundurulduğunda; ben bu haberin bu şekilde iyi niyetle sunulduğunu zannetmiyorum.
Bu nedenden dolayı ben, bu sunumun (haberin sunun tarzı) işlenilen korkunç suçun örtbas edilmesi için olan bir yöntem olduğuna dair bir tereddüt taşımıyorum. Bu haber, İsrail’in Gazze’ye saldırıları esnasında işlemiş olduğu cürümlerin Uluslararası Ceza Mahkemesi huzurunda durarak sorgulanmaktan kaçmasını sağlamayı hedeflemektedir. Haberin bu şekildeki sunumu, geçen yılın (2009) Ekim ayında İnsan Hakları Konseyi sunulan Goldstone raporunun ilk anlardan bu yana Filistin Ulusal Yönetimi tarafından kabul edilen şaşırtıcı duruşun bir benzeri niteliğindedir. Bununla ilgili anlatılması gereken utanç verici bir hikâye var...
Başlangıçta, , Uluslararası Yargıç Yahudi Richard Goldstone (Güney Afrika’dan) başkanlığında Birleşmiş Milletler yetkisi ile oluşturulmuş gerçekleri araştıran Komite raporunun ortaya çıkardığı İsrail skandalı… Rapor, İsrail’i Gazze üzerine (2008’in sonlarından 2009 yılının başlarına kadar) 22 gün süren saldırıları nedeni ile (suçlu bulmuştu) mahkûm etmişti. Bu dönem içerisinde İsrail insan haklarını ve uluslararası hukuku hiçe sayan birçok fiil sergilemişti. Bunlardan en dikkat çekeni İsrail’in oksijen ile teması halinde insan cildini eriterek yok eden beyaz fosfor kullanmasıdır. Bu, 1400 Filistinlinin ölümü ve 5.000 kişinin de zarar görmesi ile sonuçlanan bir düşmanlıktır.
Aynı zamanda 575 sayfalık rapor, Gazze Şeridindeki yönetimin haklarına yönelik çeşitli ihlalleri tescil etmektedir. Rapor, eğer İsrail ve Hamas kendilerine yönelik güvenilir bir soruşturma yapmayı sağlamazlar ise; bulguların Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne havale edilmesini önerdi. İsrail, Uluslararası Komisyonu ile işbirliği yapmayı reddettiği gibi raporu da reddetti ve onu önyargılı (taraflı) buldu.
Bu rapor, öngördüğü direktiflere uyulması için tedbir alma açısından ilk adım olarak; geçen yıl ekim ayında İnsan Hakları Konseyi'ne sunulması gerekiyordu. Fakat Cenevre’de, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas (Ebu Mazin) İnsan Hakları Konseyin de FKÖ temsilcisinden raporun tartışmasının bir sonraki Mart 2010 yılında gerçekleşecek Konsey oturuma ertelenmesini istediği açıkladı ki; bu hiç kimsenin aklına gelmeyecek şok etkisinde bir sürprizdi.
Bunun, İsrail’in içerisine düştüğü kıskaçtan kurtulması ve üzerindeki güçlüğün kaldırılmasını hedeflemekten başka bir açıklaması yoktur. Bu herkeste bir şok etkisine ve Filistin’in her tarafında şiddetli kızgınlığa neden oldu. Bu durum, Ebu Mazin’i kararından geri adım atmasına itekledi; ardından erteleme talebini geri çekti ve raporu Araplar, Müslümanlar ve üçüncü dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğunun istifade ettiği İnsan Hakları Konseyine sundu. Sonuç: Konsey, Goldstone raporunu ve bu raporun önerileri kabul etti ve olayı Kasım 2009 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna sevk etti. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu(oy) çokluğu ile raporu destekledi ve her iki devlete nispet edilenler hakkında uluslararası adalet standartlarına uygun adil birtakım araştırmaların sürdürülmesi için hem Filistinli hem de İsrailli her kişiye fırsat (zaman) vermiş oldu.
BM, İsrail ve Filistin taraflarının yürüttükleri iç soruşturmaları değerlendirmek ve izlemek amacıyla uzmanlardan oluşan bağımsız bir komite kurdu. Komite, Cenevre'deki son toplantıdan önce raporunu İnsan Hakları Konseyi'ne sundu. Rapor, İsrail hükümetinin saldırıyı planlayan ve denetleyenler ile beraber soruşturmada başarısız olduğuna işaret ederek, kurul başkanı Profesör Christian Tomuschat diliyle, İsrail tarafından yürütülen soruşturmanın şeffaflık ve dürüstlük taşımadığını bildirdi.
Aynı şekilde komite, Filistin tarafının da kendi sorumluluğuyla kendisine mahsus yapmış olduğu iç soruşturmalarda başarısız olduğunu bildirdi.
Goldstone raporu, her iki tarafa da nispet edilen gerekli soruşturmaların yapılmasında taraflar eğer başarısız olurlar ise; dosyanın Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne havale edilmesini öngördü.
Her iki tarafın da soruşturmalarını bu senenin Mart ayında sonuçlandırmaları kararlaştırılmıştı. Bu gerçekleşmeyince Birleşmiş Milletler süreyi Temmuz ayına uzattı. Bu yönde de hiçbir ilerleme olmayınca, İnsan Hakları Konseyi Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in devamlı bir şekilde somut bir sonuca ulaşmadığı iddiasıyla yapılmış olunan soruşturmalarla yetinilerek bu dosyanın kapatılması ve Goldstone raporunun tamamen sonuçlandırılmasını istediklerinden haberdar olarak; bu belirsiz olaya bir son vermesi gerekiyordu.
Bundan dolayı gözler, geçen 29 Eylül tarihinde Cenevre'de yapılan son toplantıya çevrildi. İnsan Hakları alanında aktif çalışmada bulunanlar bu çalışmaların kendi seyrinde gideceğini beklemektedirler. Çünkü Komite, dosyayı daha sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne iletmesi için Güvenlik Konseyine havale etti. Fakat olanlar, hiç kimsenin tahmin ettiği gibi çıkmadı.
29/09 Çarşamba sabahı sadece Londra “Yaşam” gazetesi tarafından sızdırılarak yayınlanan haberde: Filistin hakları kaynakları, Filistin Yönetiminin geçtiğimiz Ekim ayında raporun bir daha gözden geçirilmesi isteğini benimseyen konumunu tekrar ederek, Goldstone raporunun Birleşmiş Milletlere havalesinin geciktirilmesi ile alakalı yeni bir skandal açıkladı. Bu haber ağır eleştirilere yol açtı. Olay, genel olarak Filistin durumu üzerinde tehlikeli sonuçlar doğurdu.
Kaynaklar, Cenevre'de İnsan Hakları Konsey’deki Filistin heyetin Konseye bir karar tasarısı sunduğunu keşfetti. Bu tasarı, İsrail’in Gazze Şeridinde yapmış olduğu saldırı savaşına yöneltilen suçlamalardan kaçışı kolaylaştırmıştır. Bu ise yeni/büyük bir skandal sayılır. Kaynaklar, kararın doğruluğu için yapılan oylamanın tehlikeleri konusunda uyardı. Bu, Gazze şeridine yapılan saldırılar esnasında İsrail’in işlemiş olduğu savaş suçlarına işaret eden Güney Afrikalı yargıç Richard Goldstone tarafından hazırlanan raporun boşa çıkması anlamına gelmektedir.
Hayat gazetesi yayınlanan haberde, İnsan Hakları Konseyine birkaç gün önce FKÖ temsilcisi tarafından sunulan karar tasarısının özetini sundu. Tasarının en tehlikeli paragrafları "Konseyin, 2011 Mart ayındaki on altıncı oturumunda İnsan Hakları Konseyine; kararın uygulanmasına ilişkin, İnsan Hakları Yüksek temsilcinden bir rapor sunması istediğini ifade ettiği madde oldu. "
Bu aşamada "Hayat" gazetesinin Filistin Hukuk Kaynaklarının söyledikleri hakkında ki naklettiği yorum: Mademki İsrail ısrarla Gazze Şeridindeki saldırılar hakkında bağımsız ve adil bir soruşturmanın yürütülmesini reddetti; o halde bu durum, topu bu soruşturmanın yürütülmesi gibi uygulamalar için uluslararası toplumun oyun sahasına attı. Yapılması gerekli budur; erteleme, geciktirme ve Filistin yönetimi tarafından İsrail’in bu konumdan çıkış arayışları değil…
Aynı günün akşamında saat akşam 6.30’da Filistin haber ajansı Ramallah’da bulunan merkezinden muammalı (kapalı) bir suretle işaret ettiğim şu cümleyle başlayan haberi yayınladı: "İnsan Hakları Konseyi, Arap Birliği ve İslam Birliği tarafından ne sunulursa sunulsun kararı benimsedi; İnsan Hakları Genel Sekreter ve Yüksek Temsilcisi, Goldstone raporunda yer alan önerilerin uygulanmasının devam edilmesini istedi. "
Haber, raporun Konsey’de hükümet temsilcisinin direktifiyle sunulduğunu gizledi. Kararın gerçek konusunun İsrail’e olası bir cezanın verilmesi açısından Uluslararası Ceza Mahkemesine sevk edilmesini önleme olduğuna işaret etmedi.
Şaşırtıcı olan insan hakları Kahire merkezinin diğer Filistin hukuk teşkilatları ile beraber çıkardığı beyan haricinde geçen dönemdeki şiddetli yankıya rağmen; bu haberin Arap âleminde hiçbir yankı uyandırmamış olmasıdır. Bu beyan, Goldstone raporunun yok sayılması için Arapların faydasız anlaşmalarının kusurlarını ortaya koydu. Kararın belirsizleştirilmesi hiç kimseye Cenevre’de olanları takip etme fırsatı vermedi. Bunun ardından karar geçirildi ve kimse hissetmeden sessizce gömüldü.
Cenevre'de gerçekleşen skandala birçok kişi dikkat etmedi. Sadece Filistin ajansının örtülü bir şekilde sunduğu karar nedeni ile değil; aynı şekilde ikili görüşmeleri engelleyen yerleşim merkezleri krizi, İsrail’in içerisinde dokuz türkü öldürdüğü özgürlük gemisi krizinin meydan okumaları ve İngiltere’den hareket ederek Gazze’ye yönelen “ hayat damarları konvoyu” hakkındaki gürültülü konuşmalar ortamının tam merkezinde takdim edildi ve kesinleşti.
Kesinlikle dikkatlerimizi, Filistin yönetiminin, bünyesinde İsrail’in zor durumunu ve cezalandırılmasını erteleme talebi esnasında, El Fetih ve Hamas arasında uzlaşma çabalarını yenilediği şeklindeki ortaya attığı süslü habere çekmemiz gerekir. Bilemiyorum! Acaba bu, Cenevre’de olanlardan dikkatleri çekmek için miydi? Yoksa bu eş zamanlılık sadece bir tesadüf müdür?
Aynı zamanda Ebu Mazin’in İsrail'e, bu hediyeyi takdim etmesi paradoksal bir durumdur. İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu yerleşim yerlerinin inşasına devamlılık ile ilgili duruşundan söylem olarak dahi tek bir adım geri atmayı reddettiği esnada; Ebu Mazin’e karşı son derece kibirli ve kendini beğenmiş bir şekilde davrandı.
Geçen yıl Ekim ayında ilk skandal olduğunda; Filistinli siyasi meşhur aydın Dr. Azmi Beşera 4-5,9 tarihinde “ Utanç çıplaklıkla yürüyor ” başlığı altında Netanyahu'nun yönetime yönelik siyasi ve iktisadi tehditlerin ve onun Dışişleri Bakanı Lieberman, Yönetimin, açık bir şekilde kararı desteklemekten geri adım atmasına neden olan, İsrail’in Gazze savaşına verdiği destek ile ilgili kaygılarını açıklamakla ilgili tehditlerinin söz edildiği, iki makale kaleme aldı. Dr. Beşara, yönetimin tavrının aslında, kararın iptal edilmesi için verilen bir uğraş olduğu kanaatinde. Böyle bir durumda olayın sahibi davasından vazgeçerse; kuşkusuz başkaları yükten kurtulma mazeretine sahip olmuş olurlar. Böyle bir durumun arkasından, olayın sahibi başkalarının yükten kurtarma çabalarının arkasına gizlenme fırsatı bulmuş olur.
Olaylar karşısında ki bu Arap suskunluğu, hayret uyandırıyor. Ebu Mazin ve grubunun eğer İsrail’in işlediği cürümü örtbas etmeyi ve İsrail’in cezadan kaçmasına yardımcı olmayı tehdit altında yaptılarsa; tüm bunlar Arap âleminin durumu hakkında sorular yöneltmemize neden oluyor. Onlar damı bu tehditle karşılaştılar yoksa büyük başkentleri meselenin ağırlığını tahlil etmek (çözmek) ve kendileri açısından baş ağrısına sebebiyet veren bu meseleden kurtulmak için derin bir sessizliğimi tercih ettiler.
Yönetim ve onunla beraber olan kuruluşlar meseleyi tasfiye etme ve dosyanın kapatılması safında açık bir şekilde; beraberce durur oldular. Artık ümmet, tehdit karşısında ve kargaşanın idaresinde tek başına sorumlu hale gelmiş oldu.
*Mısırlı ünlü gazeteci-yazar.
Bu makale Erkam İşcioğlu tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.