Darbe sonrasında Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar ilk kez yargıya taşınıyor. Eski tutuklu ve tutuklu yakını 500 kişi bugün yapacakları suç duyurusuyla "İnsanlık suçları için zaman aşımı geçerli olmaz" diyecek.
Diyarbakır Cezaevi'nde 1980-84 yılları arasında kalan 500 kişi ile cezaevinde hayatını kaybedenlerin yakınları, Diyarbakır Cezaevi Gerçeği Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun çağrısıyla bir araya geldi ve bugün Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunacak. Dönemin sorumlularının insanlık suçu işledikleri gerekçesiyle yargılanmaları talep edilecek. Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan baskının uluslararası hukuk normlarına göre 'insanlığa karşı suç' kategorisinde incelenmesi istenecek ve de bu yüzden zaman aşımı uygulamasından muaf olması gerektiği vurgulanacak. Aralarında cezaevindeki eylemlerde ölen; Mazlum Doğan'ın ablası Serap Mutlu, Hayri Durmuş'un kız kardeşi Zekiye Ayık, Cemil Arat'ın annesi Sakine Arat ve Ferhat Kurtay'ın kardeşi Ferit Kurtay'ın da bulunduğu şikâyetçiler, Diyarbakır Cezaevi Gerçeği Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun çağrısı üzerine bir araya geldiler.
KÜRTLÜKLERİ HEDEF ALINDI
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır'da toplanarak ilk sempozyumunu yapan komisyonun sonuç bildirgesine göre yapılacak suç duyurusu, 1980 darbesinin cezaevi politikalarının yargılanması adına bir ilk olması bakımından ayrı bir öneme sahip... İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Diyarbakır, Urfa başta olmak üzere Türkiye'nin dört bir yanından Diyarbakır Cezaevi mağdurlarının katılacağı suç duyurusunda, Kenan Evren ve komuta heyeti olmak üzere dönemin sivil yönetimi, 7. Kolordu Komutanı Kemal Yamak, Cezaevi Müdürü Birol Şen ve o dönem cezaevinde görev yapan gardiyanların cezalandırılması istenecek. Komisyonun oluşturulmasında önemli çabası olan 78'liler Vakfı Sözcüsü Celalettin Can devletin Kürt sorununu anlaması için dahi, Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan zulmün deşifre edilmesi ve sorumlularının yargılanması gerektiğini belirterek şunları söylüyor: "Diyarbakır Cezaevi'nde insanların doğuştan gelen, Kürt olma özellikleri yok edilmek istendi. Ve bunu yaparken en sıradan insana bile şiddet uygulandı. Bu sistemli bir şekilde uygulanan insanlık suçuydu. İnsanlık suçlarında zaman aşımından yararlanmak gibi bir durum söz konusu olamaz." Diyarbakır Cezaevi'yle ilgili iki yıl boyunca yapılan araştırmalarda 500 kişiye ulaşan Diyarbakır Cezaevi Gerçeği Araştırma ve Adalet Komisyonu, o dönem devlet görevlisi olan ve yaşananlara tanıklık eden özellikle gardiyan, doktor, asker ve cezaevi yöneticilerinin tanıklığını da önemsiyor.
İLK DEFA RAPORLAŞTIRILDI
Diyarbakır'dan sonra Ankara ve İstanbul'da da geniş katılımlı sempozyumlar düzenlemeye karar veren komisyon, kendilerine başvuranlarla birebir görüşerek üç ayrı rapor hazırladı: Psikiyatrik rapor, adli tıp raporu ve sosyolojik rapor... Psikiyatrik raporu hazırlayan Yrd. Doç. Dr. Murat Paker, cezaevinin 'anti Kürt bir askeri okul' haline getirildiğini belirtiyor ve yapılan bazı işkenceleri de şöyle sıralıyor: "Nefes alma, beslenme, ısınma, dinlenme, temizlik, yaşam güvenliği gibi temel fizyolojik ihtiyaçların manüplasyonu, fiziksel acı verme, aşağılama, militarizm ve doktrinasyon, cinselliğin istismarı, aç - susuz bırakma, pislik yedirme, yemeklere insan pisliği atma, deterjan yedirme, sigara yedirme, bozuk yiyecek yedirme, tuz yedirme, kışın kaloriferlerin yakılmaması, soğukta pencerelerin açık tutularak tutukluların çıplak bırakılması, kışın karda çıplak volta attırma, foseptik çukuruna sokma, insan dışkısıyla dolu hücrelerde tutulma, başkasının üzerine işemeye zorlanma, yalancı idam cezası uygulaması, hastalığı tedavi ettirmeme, falaka, köpekle saldırma, elektrik verme, askıya alma, ayaktan asma, germe işkencesi..."
TECAVÜZÜ NASIL ANLATIRSIN Kİ?
İşkence mağdurlarının anlatımları, insanın kanını donduracak cinsten: "Tecavüz edilmiş, şimdi bunu nasıl anlatacak? Eşine kardeşine tecavüz edilmiş, nasıl anlatacak? Erkekler birbirlerine tecavüz ettirilmiş nasıl anlatacak? Ailede, sağda solda rezil olur. Erkek toplumuyuz biz. Eşine bunu kabul ettiremez. Çocuğuna bunu kabul ettiremez. Onun için de gizli kalmalıdır. İşkenceciler de bunu biliyorlardı. Geleceği düşünüyorlardı, ideolojiyi düşünüyorlardı... Sabahları 4'te kalkardık, elimizi yüzümüzü bile bazen yıkama fırsatı bulamazdık, marş söylemeye başlardık. Andımız, Gençliğe Hitabe, İstiklal Marşı'ndan sonra mehter marşından tut İzmir Marşı'na, Harp Okulu Marşı'na, Çıprınırdı Karadeniz'e kadar. Bir de bunların müziği ile okumak zorundaydık...
'İÇMEYE BİLE SU YOKTU'
Karavanayı getirirken 'Günaydın koğuş,' der, 'Sağol komutanım' deriz tekmil verip. Getirir önümüze koyarlardı artık ne getirdiyse. Beş bilemediniz on dakikamız olurdu. Havalandırmaya çıkma hazırlığı yapardık. Yediğimiz burnumuzdan gelirdi havalandırmada. Bazen içmeye su bulamazdık, bırak el yüz yıkamayı. Zaten hamam olayımız hiç yoktu. Beş altı ayda bir o da belki, kışın bir kere götürdüler, zaten o da buz gibi su. Yazın gittiğimizde de ateş gibi suyla karşılaştık, bu seferde soğuk su yoktu. Yani her şeyi bilinçli yapıyorlardı."
Kaynak: Akşam