Türkiye’yle İsrail arasında sağlıklı ve işleyen bir ilişkiyi yeniden tesis etmenin önündeki kritik engellerden biri, her iki tarafın karşılıklı güvensizliği ve mayıs sonundaki Mavi Marmara filosu felaketini çevreleyen olaylar hakkında bilgi noksanlığı. Dünya, İsrailli, Türk ve diğer aktörlerle konuşulup olayın enine boyuna araştırılmasına dayanan güvenilir bir açıklama bekliyor hâlâ. İsrail, Tümgeneral Giora Eiland’ın yürüttüğü soruşturmanın çok az bir bölümünü yayımladı ve zaten netice de İsrail ordusunun operasyon sırasındaki tutumunun onaylanmasıydı. Emekli Yüksek Mahkeme Yargıcı Jacob Turkel başkanlığında sivil bir soruşturma da yürütülüyor. Buradan kapsamlı bir rapor çıkabilir, fakat kilit önemdeki oturumlar kapalı kapılar ardında yapıldı ve İsrail’in eylemlerinin temelindeki yasallığa ilk başta yaptığı vurgunun ne kadar ötesine geçeceği meçhul.
Eksiksiz ve tutarlı
Türkiye’nin BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un soruşturma kuruluna yaptığı uzun resmi açıklamanın içeriği hâlâ gizli tutuluyor. Zaten söz konusu kuru-lun olayı derinlemesine inceleyip cezai sorumluluk isnat etme yetkisi de yok. Bu arada Ban’ın soruşturmasının bir faydası şu: Yeni bilgi edinmeye çalışan ve aslında ne olup bittiğine dair serin-kanlılıkla fikir yürüten herkese zaman ve siyasi dayanak sağlamış oldu. Ve söylenen her şeye rağmen, bilgi edin-mek için bakılabilecek bir diğer yer de 27 Eylül BM İnsan Hakları Konseyi’nde (UNHCR) kabul edilen rapor.
UNHCR’nin İsrail’e genellikle fazla yüklendiği ve dünyanın en vahim insan hakları ihlalcilerinin birçoğuna -ki bunların bir kısmı da konseyin 47 üyesi arasında- karşı kayıtsız davranmasının kurumun itibarını büyük ölçüde zedelediği doğru. Hatta konseyin filo olayı için seçilen raportörleri bile, ilk başta kendilerine verilen görevi, kurumun ‘tarafgirliğine’ dair ‘haklı eleştiriler’ nedeniyle reddetti. Fakat 56 sayfalık rapor dikkatle incelenmeyi hak ediyor. ABD bile konseyin raporuna karşı aleyhte olan tek oyu verdiğini açıklarken, raporun muhtevasını eleştirmedi.
20 ülkeden 112 yolcuyla yapılan görüşmelere dayanan rapor, eksiksiz, ölçülü ve kamuoyu tarafından bilinen olgularla tutarlı. Ve filodaki eylemcilerin kabahatlerini saymayı da ihmal etmiyor. Sözgelimi rapor filoyu organize edenlerin siyasi ve insani hedefleri arasındaki gerilime dikkat çekiyor. Örgütleyicilerin İsrail’in güç kullanma niyetinin farkında olduğuna işaret ederek, bilhassa İsrail’in malzemeleri tarafsız nezaret altında Gazze’ye gönderme önerisinden sonra, aktif direniş kararı almalarına dair güçlü kuşkuları gündeme getiriyor. Rapor ayrıca Mavi Marmara’nın anlaşmalı mürettebatıyla askerlere direnmeye kararlı olan bazı örgütçülerin (buna geminin sahibi konumundaki Türk sivil toplum kuruluşu da dahil) arasındaki farklılıkları ayrıntılandırıyor.
Aynı zamanda rapor İsrailli komandoların uluslararası sularda sivillere karşı kullandığı gücün öldürücü ve
sürekli olmasına itiraz ediyor. Mavi Marmara’nın ele geçirilmesinde İsrail’in bir helikopterden, askerler inmeden önce güverteyi hasmane eylemcilerden temizlemek için gerçek mermiyle ateş açtığını vurguluyor. Bazı İsrailli yetkililerin iddiasının aksine, eylemcilerin gemiye ateşli silah getirdiğine veya kullandığına dair hiçbir kanıt olmadığını belirtiyor. İsrail’in filodaki altı gemiden üçüne daha orantısız güç kullanarak el koyduğunu da gösteriyor.
Raportörler İsrailli askerlerin ve subayların sonrasındaki çeşitli durumlarda uyguladığı kötü muameleyi sıralıyor: Sözgelimi yaralıların bilerek düzgün tedavi edilmemesi, Aşdod’a uzun deniz yolculuğu sırasında kelepçelenen tutuklulara aşağılayıcı muamele edilmesi, tutuklanan eylemcilerin limanda toplanmış yuh çeken İsraillilerin önünden yürütülmesi, eylemcilere kendilerini suçlayan belgelerin zorla imzalatılmaya çalışılması, İsrail’in eylemcilerin kamera, bilgisayar, cep telefonu, nakit para ve diğer eşyalarına hiçbir açıklama yapmadan el koyması ve sınırdışı edilecekleri sırada Ben-Gurion Uluslararası Havaalanı’nda en az 30 eylemcinin tek tek dövülmesi.
‘Dava açılabilir’
Raportörlerin (Trinidadlı emekli Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıcı Karl T. Hudson Phillips, Britanyalı eski savaş suçları savcısı Desmond de Silva ve Malezyalı insan hakları aktivisti Mary Shanthi Dairiam) hukuki analizi, İsrail’in Gazze ablukasının yasadışı olduğunu, çünkü bunun ‘sivil nüfusa orantısız zarar vermesi itibarıyla toplu cezalandırma’ olduğunu savunuyor.
Gemide silah veya karşı konulmaz bir askeri tehdit bulunduğuna dair kanıtın yokluğunda rapor filonun alıkonulmasını da yasadışı sayıyor ve ‘operasyonu, filoyu organize edenler tarafından iddia edilebilecek olası propaganda zaferine yönelik kaygıların motive ettiğini’ vurguluyor. Rapor, ‘İsrail ordusunun davranışının... tamamen gereksiz ve akıl almaz bir şiddet düzeyi sergilediği’ sonucuna varıyor. Uluslararası hukukun, cinayetten ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına uzanan sekiz ayrı alanında ‘davalar açılmasını destekleyecek bariz kanıt’ buluyor.
İsrail sözünü tutmalı Raportörler Ürdün ve Türkiye’ye desteklerinden dolayı teşekkür ediyor. İsrail’in BM temsilcisiyle ‘son derece samimi bir görüşme yapmalarına rağmen’, İsrail’in ‘soruşturmayı tanımadığını ve işbirliği yapmayacağını’ bildirmesinden ‘duydukları derin üzüntüyü’ de not ediyorlar.
Görevlerinin sonuna doğru raportörler İsrail’e bir soru listesi gönderdiler, fakat cevapsız kaldı. İsrail Dışişleri Bakanlığı sonuçta ortaya çıkan raporu ‘aşırılıkçı’ diye niteleyip reddetti, fakat inceleyeceği sözü verdi. Umulur ki, Türkiye’dekiler de dahil başka birçokları şu an söz konusu raporda bulunabilecek ayrıntılı ve kapsamlı malzemeyi dikkate alsın.
Kaynak: Haaretz Çeviri: Radikal