"O dönem bir gücüm olsaydı eğer..."
Karadağ’da dünyaya gelen, Saraybosna’da Müslümanların arasında büyüyen 13. dev adam Bogdan Tanjeviç ile siyaset, felsefe, hastalığı ve 40 yıllık basketbol kariyeri üzerine konuştu.
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-30 16:58:00
Bundan 10 yıl önce hayalini bile edemezdik, bir gün Türkiye’de Dünya Basketbol Şampiyonası düzenleyeceğimizin ve finalde ABD’yle karşılaşacağımızın. Ama hayalden ötesi gerçekleşti. Harika bir organizasyona ev sahipliği yaptık ve finalde ABD ile oynadık. Kaybettik ama dünyanın en iyi ikinci takımı olmayı başardık.
2001’de düzenlediğimiz ve final oynadığımız Avrupa Basketbol Şampiyonası’ndan sonra bu topraklarda 12 Dev Adam marşları söylendi durdu. Dünya Şampiyonası öncesinde de 12 Dev Adam’ı hepimiz biliyorduk. Ama bu şampiyonadan sonra 12 Dev Adam kadroyu genişletti ve 13 Dev Adam oldu. 13. Dev Adam ise kolon konseri tedavisini yarıda bırakarak takımın başında parkelere çıkan Karadağlı Bogdan Tanjeviç’ten başkası değildi.
Tedavi sürecindeki bir insanı yormamak için görüşmeyi erken bitirdik. Erken bitirdik derken röportaj 53 dakika sürdü. Tanjeviç’i tanısanız onunla 53 saat bile konuşabilirsiniz. Gayet moralliydi. Röportajın sonuna doğru eşi, kızı ve torunu da aramıza katıldı. Torununu görünce Tanjeviç’in gözlerindeki ışıltıyı görmeliydiniz. İşte 13. Dev Adam’ın söyledikleri:
-Bize kısaca 13. Dev Adam’ı anlatır mısınız?
Her şeyden önce açık sözlü biriyim. İçim dışım birdir. Aklımdan geçeni söylerim. Çünkü ne konuştuğumu çok iyi bilirim. Aynı zamanda aileme ve dostlarıma son derece sadık biriyim. Eski tip aile gibiyiz. Örneğin eşimi kimse tanımaz. O, beni her zaman evde karşılar. Maçlarıma gelmez. Aslında kendimi pek övmeyi sevmem fakat gerçekten her açıdan örnek bir aileyiz. Her zaman barışçıyım. Rahmetli babam da öyleydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komutanlık yaptı. Birçok insanın hayatını kurtardı. Çok saygın biriydi. Her yerde kredisi vardı. Ben de onun ismine layık olmak ve onu utandırmamak için elimden geleni yaptım.
-Babanız sporla ilgileniyor muydu?
Hayır, ilgilenmiyordu. Fakat beni özgür bırakmıştı. Bana güveniyordu. Sadece bir kez 17 yaşında iken maçıma gelip beni izledi. Millî maçtı ve ben 35 sayı atmıştım. Babam üzülmesin diye okulumu da aksatmadım. Onun kalbini kazanmak için her şeyi yaptım.
-Kardeşleriniz var mıydı?
Bu konuda oldukça şanssızım. Hayatımın en kötü yönü de bu olsa gerek. Çünkü II. Dünya Savaşı’nda 4 erkek ve 1 kız kardeşimi aynı anda dizanteri hastalığı yüzünden kaybetmişim. Bu acıyı her zaman yaşarım. Babam dağlarda olduğu için kardeşlerimin yanında olamadı. Annem ise çaresiz kalmış. 5 kardeşim göz göre göre bu salgın hastalıktan ölmüş. Sadece benden 10 yaş büyük olan ağabeyim sağ kalmış. Kendisi şimdi doktor. Keşke hepsi hayatta olsaydı.
-Tam yeri gelmişken sizin hastalığınızla ilgili konuşsak. Kolon kanseri olduğunuzu ilk duyduğunuzda neler hissetiniz?
Vücudumda bir ağrı vardı. Doktoruma gittim. Doktorum muayene ettikten sonra bazı testler yapmamı istedi. Bir süre sonra sonuçlar çıktı ve doktorumu o an görmeliydiniz. Yüzü kapkaraydı. Onun yüz hâlinden kötü bir hastalığa yakalandığımı anladım. Fakat Allah’tan pankreas kanseri değildim. Çünkü babamı o hastalıktan kaybetmiştim. Pankreas kanserinin kurtuluşu yok. Kolon kanserinin ise en azından tedavi edilme şansı var.
-Yakın çevreniz hastalığınıza nasıl tepki gösterdi?
Başta Federasyon Başkanı Turgay Demirel ve F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım olmak üzere tüm dostlarım etrafımda toplandı. Bana moral vermeye çalıştı. Tedavi için her türlü imkânı sundular. Beni Amerika’ya gönderebileceklerini söylediler. Ancak Türkiye’deki doktorlara inanmamazlık edemezdim ve İstanbul’da tedavi olmaya karar verdim. Doktorlar bana iyi baktı. İyi ki ABD’ye gitmemişim.
-Ailenize nasıl söylediniz hasta olduğunuzu?
Hiç kolay olmadı. O sırada kızım Bojana, damadım Edin ve 3 yaşındaki torunum Ruben, 20 günlüğüne Saraybosna’dan bize misafirliğe gelmişlerdi. Duyduklarında hepsi şoke oldu. Hatta 20 gün daha bizde kaldılar. Bana ve eşime moral verdiler. Fakat ben iyimser biri olduğum için bu şoku çabuk atlattık. İnanın iki saat sonra ben tekrar normal hayatıma döndüm. Hiçbir şey olmamış gibi işimi yapmaya başladım.
-Size gelen geçmiş olsun dilekleri içerisinde sizi en çok etkileyen hangisiydi?
Binlerce mesaj aldım. Hepsi de birbirinden değerliydi.
-Çalışmaya devam etme kararı aldığınızda ailenizin tepkisi…
Doktorlarla kısa bir görüşme yaptıktan sonra işime devam etme kararı aldım. Hiç korkmadım. Gerçi bazı doktorlar çalışmamı istemedi. Fakat çoğunluğu çalışmam konusunda bir sakınca görmedi ve ben de yola devam kararı aldım. Ailem de benim tarafımı tuttu. Moral için çalışmam gerekirdi. Çünkü benim iyileşmem için 3 faktör önemli: Önce ameliyatımın başarılı geçmesi, ardından kemoterapi ve son olarak moral. Hepsini çok şükür gerçekleştirdim. Basketbol en büyük moral kaynağımdı. Onsuz yapamazdım. Hayatta bu tür şeyler oluyor. Yeter ki çocuklar ve gençler ölmesin.
-Artık hastalığınızı bir kenara bırakalım isterseniz.
Evet, iyi olur aslında. Biliyor musunuz İtalya’da bu tür şeyler konuşulmaz. Kimse kimsenin umurunda değildir. Bu durum bizim Balkanlarda ve Türkiye’de var. Çok duygusal insanlarız.
-Konuyu 12 Dev Adam’a getirelim. 13. Dev Adam, 12 Dev Adam’ı bize tek tek anlatabilir mi?
(Tanjeviç bize tek tek 12 Dev Adam’ı anlatıyor. Onun gözünden 12 Dev Adam’ı ilk kez bu röportajda okuyacaksınız. Ve o, 12 Dev Adam’ı anlattıktan sonra aşağıdaki soru geliyor.)
-12 Dev Adam içinde sizin için olmazsa olmaz oyuncu kim?
Biz herhangi bir oyuncuya bağlı bir takım oluşturmadık. Zaten kariyerim boyunca bunun mücadelesini verdim. Her saniye, kimseye muhtaç kalmadan oynamak en büyük amacımdı. Bu şampiyonada da takımı herkes birbirinin yerini dolduracak şekilde kurduk. Hatta iki-üç as oyuncusuz bile oynayabilecek yeterlilikteydik. Hatırlayacağınız gibi ben 2007’de Hidayet’i dinlensin diye takıma almamıştım ve Fransa’yı yenmiştik. Hem de çok genç bir takımla. Yani oyuncuya bağlı bir sistemimiz yok. Gerekirse yine Hidayet’siz oynarız. Ve bunu mazeret olarak göstermeyiz.
-Turnuva boyunca sizi en çok etkileyen olay neydi?
Litvanya’nın performansı beni çok şaşırttı. 6-7 tane as oyuncularından yoksun olmalarına rağmen gençlerle çok iyi maçlar çıkardılar.
-Sırbistan maçını kazanacağımıza inanıyor muydunuz?
Sırbistan’ın güçlü bir ekip olduğunu bilmemize karşılık maçı travmasız ve kolay alacağımızı tahmin ediyordum. Hem biz hem onlar ABD ile finalde oynamak için âdeta canla başla mücadele ettik. Sonuçta 38 dakika Sırbistan iyi oynadı ancak son iki dakikada stil ve klas farkıyla maçı biz kazandık. Tabii ki şans da yanımızdaydı.
-Türk basketbolunun bir ekolü var mı sizce?
Yavaş yavaş ekolümüz oluşuyor. Örneğin Türkiye’den çok az nüfusa sahip olmalarına rağmen Slovenya, Litvanya, Sırbistan ve Hırvatistan’ın bir ekolü var. Keza İtalya’nın aynı şekilde... Türkiye de iyi yolda. Sanırım sadece Arjantin’i yenemedik. 2004 yılından bu yana dünya basketbolunda söz sahibi olan ülkeleri en azından birer kez yenmeyi başardık.
-Sizce Türkiye’de genç basketbolculara yeteri kadar önem veriliyor mu?
Maalesef gençlerin basketbol oynaması için yeterli sayıda tesisimiz yok. Bu yüzden Başkan Turgay Demirel’in en büyük ideali olan Beykoz Tesisleri’nin 2 yıl sonunda tamamlanacağını umuyorum. Burası âdeta küçük bir basketbol şehri olacak. Ben ve oyuncularım bu tesislerde en azından birer tuğlamız olsun diye 20’şer bin dolar bağış yapacağız. Gençlere yatırım yapmak en büyük kazançtır.
-Türkiye haritasına bakacak olursak basketbola sadece birkaç ilimizde ilgi gösteriliyor…
Evet haklısınız. Dünya ikinciliğinden sonra Anadolu’nun da basketbola olan ilgisi artacaktır. Gençlerin açık alanlarda oynamasına imkan sağlayacak tesislere de ihtiyaç var. Bunun için belediyelere büyük iş düşüyor. Ayrıca Trabzon’un Beko Basketbol Ligi’nde mücadele edecek olması haritayı biraz renklendirdi.
-Türkiye’deki 6. yılınızda büyük bir başarı elde ettiniz. Teknik açıdan baktığımızda Tanjeviç değişti mi?
Hiçbir şekilde değişmedim. Hatta 1971’de ilk antrenörlüğe başladığım günkü felsefem neyse şimdi de oyum. Yine her zaman olduğu gibi yüksek tempo, güçlü savunma ve genç oyuncular benim vazgeçilmezim.
-1971’e gidelim. Sizi o gün farklı kılan ve bugün de benimsediğiniz felsefe neydi?
Eski Yugoslavya’nın Bosna Sarajevo takımı benim ilk göz ağrımdı. Çok genç bir ekiptik. Aynı şekilde ben de bir hayli gençtim, 24 yaşımdaydım. Takımda 4-5 tane iri yapılı 2 metrenin üzerinde oyuncu vardı. Teknik kapasiteleri oldukça zayıftı. Bu yüzden prese ve güce dayalı bir takım olmak için sistemler geliştirdim. Maçın her saniyesinde var olmak için 12 oyuncuyu da karşılaşma süresince eşit bir şekilde oynatmaya gayret ettim. O zaman herkes bana gülmüştü. Çünkü o dönem en fazla 6 veya 7 oyuncu ile basketbol oynanıyordu. Örneğin o zamanın en popüler takımı Kızılyıldız 6 oyuncu ile mücadele ediyordu. Benim maç içinde sürekli oyuncu değiştirdiğimi görenler ‘bu adam delirmiş’ diyordu. Pres, rotasyon ve yüksek tempo ile oynuyorduk. Yani şu anda herkesin oynamaya çalıştığını biz 40 yıl evvel gerçekleştirmiştik.
-Siz bu sistemi birinden mi aldınız?
Hayır, bu tamamen benim kendi düşüncemdi. O günden beri bu sistemden vazgeçmedim. Çünkü ben sağlam tecrübeler yaşadım. Maç içinde en az 10 oyuncu ile mücadele ettim. 40 dakika boyunca ayakta kalmanız ve sahanın her yerinde olmanız için bu şart. En iyi oyuncu bir maçta maksimum 20 dakika oynayabilir. Ondan sonra otomatikman güçten düşer. Ben sahadaki oyuncunun ayağındaki enerjiyi gözlerimle ölçebiliyorum. Sanki bir otomobilin yakıtını ölçer gibi onların yorulduğunu sezebiliyorum ve o oyuncumu hemen kenara alıp belli bir süre dinlendirdikten sonra tekrar oyuna sokuyorum. Aynı zamanda bir sonraki maçı da düşünmek gerek.
-Her maçın kendine göre bir taktiği var mı? Soyunma odasında oyunculara neler söylersiniz?
Çok ufak taktik değişiklikler olabiliyor. Daha çok kendi sistemimizi en iyi şekilde sahaya yansıtıp rakibin bize önlem almasını sağlamaya çalışıyoruz. Bazen rakibi şaşırtmak için küçük yeni oyun varyasyonları da denediğimiz oluyor. Fakat dediğim gibi önemli olan bizim kendi ritmimizi uygulamak. Devre arasında ise önce oyuncuların soyunma odasına gitmesini beklerim. Böylece kendi aralarında maçı 3-4 dakika kritik etmelerini sağlarım. Nerede hata yaptıklarını, neleri iyi yaptıklarını en iyi şekilde birbirlerine anlatmalarına imkân tanırım. Daha sonra ben, fazla detaya girmeden onlara temel 2-3 konu üzerinde bir şeyler söylerim. Çok konuşsanız bile pek işe yaramaz. Çünkü o sırada oyuncuların adrenali çok yüksektir.
-Az önce dediğiniz gibi savunma sizin için çok önemli. Başarınızın sırrı sadece bu mu?
Benim taktiğimi anlamak için Mourinho’ya bakmanız yeter. O da önce savunmasını sağlam kurup daha sonra rakibini yere indirmek için fırsat kolluyor. Mourinho’nun Barcelona’ya karşı ne yaptığını herkes gördü. Önce onları durdurdu, sonra vurdu ve Avrupa şampiyonu oldu.
-Futbol ile kıyaslandığında size göre hangisinde teknik adamın oyuna katkısı daha fazladır?
Basketbolda. Çünkü elle oynanıyor ve her saniye skor değişebiliyor. Bizim molalarımız var. Takımı bir anda değiştirme şansınız var. Aynı şekilde basketbol hocası daha fazla hata da yapabilir. Bana göre basketbolda bir hocanın katkısı yüzde 15’tir. Zira sahada oyuncular oynuyor. Her şey onların ellerinde. Ben bunu çok iyi bilirim. Onları da sıkmam. Yeteneklerini kısıtlamam. Bazen oyuncuların inisiyatif almaları daha faydalı olabiliyor. Mesela Kerem Tunçeri Sırbistan’a attığı basketi kendi şahsi çabasıyla kaydetti.
-O maçın son 4.3 saniyesinde ne yaptınız?
Sadece Allah’a dua ettim.
-0.5 saniye kala…
Yine dua ettim. İnşallah girmez dedim.
-Dünya basketbolu gelişiyor mu?
Her şey gibi basketbol da tüm hızla ilerliyor ve gelişiyor. Aynı Usain Bolt gibi diyebiliriz. Yeni yeni jenerasyonlar geliyor. LeBron James’i görüyoruz. Kimse onunla baş edemiyor. Böyle bir oyuncu tipi yok. Neredeyse Bolt’la yarışacak kadar hızlı ve atletik. Dünya ekonomik açıdan büyük bir kriz yaşayıp geriye gitse de spor her dalıyla hızla ilerliyor.
-Hayatınızı bir kitap hâline getirmeyi düşünüyorsunuz?
Bu konuda planlarım var. Bunu gerçekleştirmek için elimden geleni yapacağım. İtalyancam iyi. Hayatımı kaleme alacak kaliteli birini İtalya’da bulmaya çalışacağım. Neler öğrendiğimi herkesle paylaşmak isterim. Sürekli benden büyük insanlarla dost oldum. Onlardan çok şeyler öğrendim. Bunun kalıcı bir eser hâline gelmesini isterim.
-Boş zamanlarda neler yaparsınız?
Dünya literatürü ile ilgileniyorum. Bunun için fakülte bitirdim. Strese girdiğim zaman kendimi kitapların içine atarım. Hatta daha önce okuduğum ve çok sevdiğim kitapları tekrar tekrar okurum. Zaten hayatım antrenmanlarla evim arasında geçti. Akşamları ya eşimle sohbet ederiz ya da iyi bir spor programı varsa onu izlerim.
-En sevdiğiniz Türk yemekleri neler?
Beyaz peynirli Türk pidesini çok seviyorum. Şampiyona boyunca her sabah aralıksız 5 parça peynirli börek yedim. Yanında yoğurt olmak şartıyla. Doktorlar kızar mı bilmem ama büyük bir keyifle börekleri yedim.
-Siyaset ve felsefeyle aranız nasıl?
17 yaşından bu yana gazetelerin 1, 2, 3 ve 4. sayfalarını okuyup hemen spor sayfasına geçerim. Politika sayfalarından pek hoşlanmam. Fakat geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na Balkan ülkelerinde barışı sağlamak için kendisine yardım edebileceğimi söyledim. Bu teklifim onun da hoşuna gitti. Felsefe ile aram çok iyi. Genellikle felsefe romanlarını okuyorum. Dostoyevski bana göre filozofların babası.
-İslam diniyle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Bana göre dinler arası diyaloğun sağlanması şart. Ortak bir dil bulmaları gerek. Bu gelecek nesiller için çok önemli. Ben Karadağ’da doğmama rağmen Saraybosna’da Müslümanların arasında büyüdüm. Onlar beni bağrına bastı. Oranın kültürünü aldım. Eşim Jasna Selimoviç Müslüman, damadım Edin aynı şekilde Müslüman. Hatta damadımın babası imam. Müslümanlarla çok iyi dostluklar kurdum. Aynı şekilde onlar da beni sevdi. Biz bayramlarda arkadaşlarımın evine gidip baklava yerdik, aynı şekilde onlar da bizim Katolik bayramlarımıza gelirdi. Kardeş gibiydik. Hiçbir zaman birbirimizi satmadık. Bosnalılar merhametli insanlardır. Aynı zamanda savaşı en az isteyen fakat bunu en pahalıya ödeyen de Bosnalı Müslümanlardı. Keşke Bosna savaşını engelleyebilecek güçte biri olsaydım.
13. Dev Adam’ın gözünden 12 Dev Adam
Cenk Akyol: Beklenen patlamayı yapamadı. Beni ve ekibimi hayal kırıklığına uğrattı. Hâlbuki kendisi en az Teodosiç kadar kaliteli bir oyuncu. Fakat kulübünde olduğu gibi Millî Takım’da da sürekli yedek kaldı. İlk 10’a bile giremedi. Yine de ondan umutluyum.
Sinan Güler: İyi ki ABD’den Türkiye’ye çabuk döndü. Yoksa onu keşfetmem imkânsızdı. Bir basketbolcuda aranan her türlü özellik onda var. Özellikle sürati ve tekniği mükemmel. En önemlisi kalpten oynuyor. Millî Takım’daki yerini sağlama aldı.
Barış Ermiş: Onun durumu da tıpkı Cenk Akyol’unki gibi. 2006’dan sonra sürekli kulübede oturdu. O yüzden Barış’ı bir süre devre dışında bıraktık. Fakat son zamanlarda kendini topladı. Onu takip etmeye devam edeceğim.
Ömer Onan: En çok inandığım oyuncuların başında geliyor. Saha içinde bir problemim olduğunda hemen onu devreye sokuyorum ve sorunu çözüyorum. Gerekirse en tehlikeli rakibimizi boğazlıyor. Keşke 25 yaşında olsaydı.
Ersan İlyasova: Yavaş yavaş lider oyuncu olma yolunda ilerliyor. Örneğin Hidayet oyunda yokken inisiyatifi eline alıyor. Daha genç olduğu için uzun yıllar Millî Takım’a liderlik yapacak düzeyde. Yeteneğine ve cesaretine zaten diyecek bir şey yok.
Semih Erden: Semih, biraz doğasını değiştirdi. 3 ay önceki hâliyle şimdi arasında çok büyük fark var. Kendini çok geliştirdi. Verimli olmaya başladı. Sanki dünyaya yeniden geldi. Aynı zamanda çok karakterli ve dürüst bir oyuncu.
Kerem Tunçeri: O da beni çok şaşırttı. Fakat olumlu bakımdan. Çünkü yaşı dolayısıyla bu şampiyonayı kaldıramaz diye düşünüyordum. Ancak zoru başardı ve tecrübesini konuşturdu. Takıma pozitif enerji verdi. İkinci kaptanlığı iyi yaptı.
Oğuz Savaş: F.Bahçe’deki hâlinden çok daha gayretliydi. Kendini şampiyonaya iyi hazırladı. Tek problemi kilosu. Pivot olmasına rağmen play maker gibi oyun kurabilecek yeteneğe sahip. Aklını iyi kullanıyor.
Kerem Gönlüm: Ömer Onan gibi o da benim çok özel oyuncum. İhtiyacımız olduğu anda ona sarılıyorum. Kendisi için değil sadece takım için oynuyor. Âdeta sürekli hazır kıta bekliyor. Takıma ekstra güç katıyor.
Ender Arslan: Her şeyden önemlisi kendiyle barışık biri. Her zaman neşeli. Hiçbir şeyi kafasına takmıyor. Ona ne kadar sinirlensen kesinlikle kızmaz. Son şutları mükemmel, cesareti yerinde. Fakat fizik gücü biraz zayıf.
Ömer Aşık: Neredeyse imkânsızı başardı. 5 sene içinde çok gelişti. 17 yaşında basketbola başlayan biri için bu kolay bir şey değil. Kendine çok iyi bakıyor. Boş vakitlerini iyi değerlendiriyor. Olgun biri gibi yaşıyor. Komple bir oyuncu.
Hidayet Türkoğlu: Gerçek bir kaptan gibiydi. Takımın birliğini sağladı, arkadaşlarını çok iyi motive etti. Sıkıştığımız anlarda yaptığı cesur atışlarla takımı ateşleyip özgüven verdi. Gençlerin önünü açtı. Kalbini herkese açtı.
SON VİDEO HABER
Haber Ara