Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Türkiye'nin 'ortak vicdan' tecrübesi

Yaşanan olaylar gösterdi ki kötülüklerle hiç kimsenin tek başına baş etmesi mümkün değil.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-21 12:00:00

Türkiye'nin 'ortak vicdan' tecrübesi
Mazlum-Der işbirliği adına içine dahil olduğum ilk çaba. 1990'da kuruluşuna dahil olurken mazlumun ve zalimin kimliğini sormayacağımız düşüncesi cezbetmişti beni. Yönetiminde her zaman dindarlar bulunan ama sinesini herkese açmaya çalışmış bir insan hakları örgütü.

Doğu Konferansı inisiyatifi ise Mart 2003'te daha önce ortak bir çalışma için bir araya gelmesine alışık olmadığımız insanlar tarafından oluşturuldu. ABD'nin Irak'a vahşice saldırması vicdanları derinden sarsmış, farklılıklara hiç aldırmadan ortak bir kalp ve akılla yola çıkmanın bir yolunun bulunabileceğini bu acı olay bize göstermişti. İkinci hedef olarak ilan edilen Şam'a doğru yola çıkan yolcular, Üçüncü Dünyacı ya da Batı karşıtı olmayan, tahakküm edenlerin de tahakküm edilenler kadar tutsak olduğunu bilen, savunmacı dilden çok silkinen bir ruha ihtiyaç olduğunu düşünen insanlardı. Ortadoğu'da iyi bir başlangıçtı yapılan, hareket şimdi daha çok varlığını ve felsefesini Doğudan dergisi çevresinde sürdürüyor.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu da dünyanın sürüklendiği emperyalist şiddete karşı bir cevaptı. Haziran 2003'te tüm dünyada Howard Zinn, Tarık Ali gibi savaş karşıtı, antikapitalist aydınların işgale karşı yayınladıkları bir bildirinin Türkiye'de de imzaya açılmasıyla kuruldu. Küresel BAK bugüne kadar, Türkiye'nin NATO'dan çıkması, İncirlik Üssü'nün kapatılması, Irak ve Afganistan'daki işgallere son verilmesi, Filistin'in özgürleşmesi ve daha birçok başlıkta sayısız eyleme imza attı. İnsanlığın doğal kaynaklarının ve çevrenin korunması için de çaba harcayan, doğa için titizlik gösteren bir birliktelik. Dünyadaki savaş ve sömürü karşıtlarının önemli bir parçası, enternasyonalist bir hareket.

Genç Siviller 2006'da Kürt sorunuyla ilgili bir bildiri yayınlayarak farklı kesimlerden duyarlılık sahibi insanları, özellikle de gençleri bir araya getirdiler. İstanbul, Rize, Konya gibi farklı şehirlerde buluşmalar gerçekleştirdiler. Yeni yaratıcı muhalif bir söylem oluşturmak istiyor, mizahın gücünden çok iyi yararlanıyorlardı. "Genç siviller rahatsız" başlığı çok ses getirdi mesela. Kendilerini bu ülkenin hastanelerinde doğmuş, okullarında okumuş, kimseden ne çok ne de az herkes kadar bu ülkenin sahibi olan, şiddetle uzaktan yakından alakası olmayan, kimsenin üniformasını giymeyen, zihni bedeni esnek ve özgür olabilen, herkesin sadece kendi sorunları hakkında duyarlı ve herkesin sadece kendine demokrat olmasına itiraz eden kimseler olarak tanımlıyorlar. Vicdanlarının peşinden gidiyor, iktidar odaklı değil sivil toplum tabanlı siyasetin anlamlı olduğuna inanıyor, çok büyük hedeflerimiz yok diyorlardı ama soranlara ironiyle 'iktidara yürüyoruz' demekten de geri kalmıyorlardı doğrusu.

Yüzleşme Derneği'nin kuruluşu, Cafer Solgun ve arkadaşları tarafından Eylül 2007'de gerçekleştirildi. Geçmişimizle barışmak için çok önemli bir girişim oldu. Daha iyi bir gelecek için yola çıktılar. Kuruluş amaçlarını Goethe'den bir alıntıyla özetlediler: "Geçmişi anlamayanlar onu yeniden yaşamaya mahkum olurlar." Toplumların vicdanına seslenmek için ne yapmak gerekir, toplum vicdanı nasıl harekete geçirilir, Türkiye'de geçmiş neden bu kadar uzun sürüyor, neden geçmişimiz ebedi bir hapishaneye dönüşerek günümüzü ve geleceğimizi de tutsak etti sorularına cevap arıyorlardı. Gerçekten tüm kurum ve kurallarıyla işleyen, barış ve kardeşlik kültürüyle inşa edilmiş, önyargılardan, milliyetçi bağnazlıktan uzak tam demokratik bir toplum istiyor muyuz diyorlardı. Unutmak, yok saymak, tarihi gündelik çıkarlara ve küçük hesaplara göre kurgulamak, yeni çatışmalar düşmanlıklar yaratıyordu besbelli. Geçmişle yüzleşmek bizi korkutmamalı, yargılayan, mahkum eden, düşmanlaştıran bir süreç olmamalıydı. Amaçları rövanş almak, hesap sormak, kavgaya tutuşmak da değildi. Yüzleşmek bir tür tedavi, onarma ve telafi süreciydi. Kendimizle barışmak, geçmişi ve kendimizi sağlıklı bir şekilde algılamak ve anlamak için cesaret sahibi olmaktı. Bu durumda sadece devleti suçlamak, her şeyi devletten beklemek yerine iğneyi kendimize de batırmalıydık. Derneğin hedeflerinden biri de iade-i itibar idi. Hüseyin Avni Ulaş, İskilipli Atıf Hoca, Sabahattin Ali, gazeteci Musa Anter, Prens Sebahattin ve Çerkes Ethem gibi isimlerin hakikatine eğilmekti.

Henüz Özgür Olmadık bildirisi ise son yılların en dikkat çekici ve heyecan yaratan hareketi oldu. Üç başörtülü üniversite öğrencisi (Hilal Kaplan, Neslihan Akbulut, Havva Yılmaz) Şubat 2008'de bir gece vakti yazmışlardı. Üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakacak anayasa değişikliği maddesi Meclis'ten 411 oyla geçince sevinçten uçmak yerine, yaşlarından beklenmeyecek bir hüzün ve olgunlukla, başka acıları hatırlamışlardı. Neslihan imza için gece beni aradığında büyük bir yankı yapacağını, karşılık bulacağını, vicdanları sarsacağını hissetmiştim ama bu kadarına kim ihtimal verebilirdi ki.


"Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti: Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir" diye başlıyorlardı söze. Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların, düşünceleri yüzünden yargılananların hakları iade edilmeden, sivil bir anayasa yapılmadan mutlu olmayacaklarını bildiriyorlardı. Peygamberimiz'in "Gökler ve yerler adaletle ayakta durur." sözleriyle bitiyordu bildiri.

Birbirimize Sahip Çıkıyoruz diyen kadınlar girdi hayatımıza sonra Eylül 2008'de. Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsünü serbest bırakan yasayı geri çevirmesinden ve çevreye psikolojik bir şiddet yayılmasından sonraydı sanırım. Ülkede belli bir kıvama gelen sahip çıkma duygusuyla, değişik mesleklerden, farklı üniversitelerdeki akademisyenlerden, sivil toplum örgütlerinden, sanat dallarından gelen kadınların dayanışmalarını ilan etmelerine gelmişti sıra. "Başörtülü ve başı açık kadınlar olarak birlikte kol kola yürüyemediğimiz kamusal alan bizim kamusal alanımız değildir" cümlesini kurmuşlardı en başta. "Hep birlikte özgür oluncaya kadar birbirimize sahip çıkacağız" başlığını taşıyordu ortak bildiri. "Kadın oldukları için, inandıkları gibi riyasız yaşamak istedikleri için, onlara yıllardır bu ırkçılığa varan ayrımcılığı yaşatanlar bilmeliler ki; farklı inanç, düşünce ve yaşam pratiğinden gelen kadınlar olarak biz onların yanındayız. Birimizin tutsak olduğu yerde hiçbirimiz özgür değiliz, birimizin mahrum olduğu yerde hiçbirimiz sahip olduklarımızla mutlu değiliz." diyorlardı.

Artık darbelere karşı örgütlenmenin zamanı gelmiş de geçiyordu bile. Darbelere Karşı Yetmiş Adım Koalisyonu (Darbelere Dur De) böyle bir ortamda gelişti ve çok geniş katılımlı mitinglere, yürüyüşlere imza attılar el ele verip. Bu yürüyüşlerde yan yana yürüyen insanların anlatılması ayrı bir yazı konusu.

Barış Meclisi'ni unutmamak lazım. Ocak 2007'de Türkiye Barışını Arıyor konferansıyla çalışmalara başladılar. Onlarca akil adam ülkenin barışına kafa yordu. Yüzlerce sayfalık metinler çıktı ortaya. Daha birçok tecrübeler yaşanıyor adını anamadığım.

Terörle Mücadele Kanunu Mağduru Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları grubunun oluşumu, Mehmet Atak ve Mehmet Ucum gibi insanların cansiperane gayretleri, bizleri bir araya getirmek için sarf ettikleri çaba, durmadan dağılan dikkatimizi konu üzerinde toplamak için gösterdikleri sabır, sarf ettikleri mesai, netice alınıncaya kadar yaptıkları fedakârlık ve izledikleri yöntemler kesinlikle bir tez konusu ve bir sivil toplum örgütlenmesi başarı hikâyesi.

Bu ülkede kardeşlerimiz, yakınlarımız öldürülüyor. Ölüm ortaklığından daha hakiki ne olabilir? Hiçbir ortak şeyi olmadığı sanılanların ortaklığı, hayata yeniden adalet suyu vermek söz konusu olduğunda nasıl da parıldayarak yükseliyor. İnsanlığın ortak vicdanı farklara bakmadan nasıl da bir iyilik salgınında buluşmak istiyor.

Yıldız Ramazanoğlu / Zaman

Haber Ara