Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Fransa'da 'iç düşman' paranoyası sürüyor

Fransız Devrimi geçmişle öylesine keskin bir kopuştu ki, uzun müddet dayanaklarını kaybettiğini hisseden Fransız halkı 'öteki' arayışından hiç vazgeçmedi.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-20 16:19:00

Fransa'da 'iç düşman' paranoyası sürüyor
Andreas Whittam Smith*

Fransız Devrimi geçmişle öylesine keskin bir kopuştu ki, uzun müddet dayanaklarını kaybettiğini hisseden Fransız halkı 'öteki' arayışından hiç vazgeçmedi. Süreklilik hissiyatının yokluğunda sürekli hale gelen korku, bugün tezahürünü sınırdışı edilmek istenen Roman halkında buluyor

Fransa’da ‘öteki’ korkusu yine alevleniyor. Fransız tarihinin o veya şu döneminde ‘öteki’ yerine konan grupların listesi epey uzun. Bugünün ‘ötekileri’yse Fransızcasıyla ‘Les Roms’, yani Romanlar ya da bizim tercih ettiğimiz adıyla Çingeneler veya yolcular. Britanya’da olduğu gibi, aniden gelirler, kamplarını kurarlar ve derhal yerel ahalinin muhalefet etmesi-ne, hatta korkmasına vesile olurlar. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, kamplarının kaldırılmasını ve geldikleri ülkeye geri gönderilmelerini emretti.

Sınırdışı kararı tek tek yasadışı işlere karışan Roman bireyleri kapsıyor olsaydı, Sarkozy’nin eylemleri, ne kadar saldırgan olsa da Romanya ve Bulgaristan’ın yakın dönemde üye olduğu AB dahilinde insanların serbest dolaşımını düzenleyen kurallara uygun sayılabilirdi. Fakat Fransa İçişleri Bakanlığı’nın ülkenin her köşesindeki yetkililere gönderdiği 5 Ağustos tarihli bir genelgede, Romanlar bir bütün olarak hedef alınıyor. Kaldırılması gereken 300 yasadışı kamptan söz edilirken, ‘Romanların öncelikli olduğu’ ifadesi kullanılıyor. Buradan da görülebileceği gibi, bu kısacık ifade vurguyu yasadışılıktan ırka taşıyor.

Anti-Semitizm’e de sahne oldu

İşte bu da Fransa’nın Avrupa yasalarını ihlal etmesi anlamına geliyor. Avrupa Komisyonu’nun adaletten sorumlu üyesi Viviane Reding’in sert sözlerinin sebebi de buydu. Fransa’nın eylemlerini utanç verici diye niteleyen Reding, Komisyon’a Fransa’ya karşı yasal süreç başlatmasını önereceğini söyledi. Sürekli masum olduğunu iddia eden bakanlık, genelgeyi sessiz sedasız tekrar yazdı; artık genelgede, yasadışı kampların ‘sâkinleri kim olursa olsun’ kaldırılması ifadesi yer alıyor.

Yahudiler sık sık ‘ötekiler’ listesinin başında yer almıştır. Hiçbir zaman tam olarak idrak edemediğim sebeplerden dolayı Fransa bazen şiddetli bir anti-Semitizm sergilemiştir. Fransa’nın Mareşal Petain liderliğindeki savaş dönemi hükümetinin Yahudi karşıtı politikasına gerekçe olarak, Alman işgali altında bunun kaçınılmaz hale geldiği gösterilir. Fakat Fransızların çıkardığı genelgeler, bilhassa da Yahudi kökenlilerin belirlenmesiyle ilgili olanları, bazı açılardan Nazilerinkinden bile katıydı.

Farmasonlar ve Protestanlar da en azından 2. Dünya Savaşı’nın sonuna dek ‘öteki’ rolündeydi. Birçok Katolik Farmasonların aile değerlerini yok etmek ve dini inkâr etmek istediğini düşünüyordu. Sağcı polemikçi Maurice Barres, Yahudilerin ve Protestanların kozmopolitliğin cisimleşmiş hali ve bu yüzden köksüz asalaklar olduklarını söylüyordu. Yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkı gibi evrensel değerleri pek seviyorlardı, ‘çünkü bu onların yabancılığını maskeliyordu’.

Fransa tarihinde ‘öteki’ye karşı en çarpıcı eylemlerden biri, 1895’te Paris Harp Akademisi’nde Yüzbaşı Dreyfus’un kamuoyu önünde aşağılanmasıydı; bu Yahudi subay haksız yere Almanya hesabına casusluk yapmakla suçlanmış ve dava Ordu Üst Komutası’nın uydurma iddiaları üzerinden görülmüştü. Resmi bir törenle zavallı yüzbaşının rütbeleri, pırpırları, apoletleri ve kırmızı pantolon şeritleri söküldü, uzun hapis cezasını çekmesi için paçavralar içinde götürülmeden önce kılıcı kırıldı.

Bu korkular nasıl açıklanabilir? Cumhur-başkanı De Gaulle, topraktan mütevazı da olsa geçimini sağlayan köylü bir halkın kadim sükunetinin yerini, ‘kökünden koparılmışların derindeki ıstırabının’ aldığından dem vuruyordu. Peki şu da olabilir mi: Fransız Devrimi geçmişle öyle keskin bir kopuştu ki, Fransız halkı sonrasında uzun müddet bir şekilde dayanaklarını kaybettiğini hissetti.

Geçmişle yegâne bağ ordu

Britanya her iki açıdan da Fransa’dan farklı - daha iyi olduğunu değil, farklı olduğunu kastettiğimi vurgulayayım hemen. Fransızların bugüne kadar sahip olduğu türde bir köylü kültürünün hatıraları bizde yok. Onlar köylülüğün faziletlerini hâlâ sürekli överler. Bizim monarşimiz, müesses kilisemiz ve Lordlar Kamarası’ndaki piskoposlarımızsa yerli yerinde duruyor. Sık sık bu ve birçok başka açıdan saçmalık raddesinde eski moda olduğumuzu düşünürüz. Ancak bu süreklilikler bize, dışarıdan gelenlerin hoşgörü olarak yorumladığı bir özgüven sağlamış gibi görünüyor. ‘Siz Britanyalılar çok hoşgörülüsünüz’ lafını kim bilir kaç duymuşumdur.

Fakat Fransızların zihninde, devrimden önceki şanlı Fransa tarihiyle yegâne bağ Fransız ordusu, sözüm ona hain Dreyfus’a yönelik kötü niyetli yargılamanın kutsal bir davaya dönüşmesinin nedeni bu. Keza 1940’ta, Fransız ordusunun gerçek bir teslimiyetin aşağılanmasını yaşamaması için Alman güçlerinden talep edilen ateşkesin nedeni de. Ancak aynı Fransız ordusu, Napolyon savaşlarını sona erdiren 1815 Waterloo muhareberinden bu yana bir yenilgi silsilesi tecrübe etti. Bunun sonucunda da içerdeki düşman mefhumu Fransızların peşini bırakmaz oldu. Bu korku devam ediyor ve bugün tezahürünü Roman halkında buluyor. Fransa’nın Müslüman nüfusu da ‘öteki’ olarak sınıflandırılmak konusunda ilk adaylar arasında.

Sarkozy, De Gaulle değil

De Gaulle, 1940 yazında Londra’daki ekibiyle ilgili bir örnekle karşı karşıya kaldığında, bu tür korkulara klasik bir cevap vermişti. Londra’ya gelenlerden biri, eski bir dergi editörü olan Georges Boris’ti; aynı zamanda Yahudi başbakan ve Halk Cephesi’nin (merkez ve sol partilerden oluşan, 1935’te iktidara gelen koalisyon) lideri olan Leon Blum’un da yakın danışmanlarındandı. Boris de Yahudi’ydi. Savaş başladığında 52 yaşındaydı. Buna rağmen er olarak orduya yazılmış ve bir irtibat noktasındaki bir Britanya topçu birliğine verilmişti. Dunkirk’ten
tahliye edildi ve Londra’ya geldi.

De Gaulle’ün ekibine katılmak için başvuruda bulundu. Geçmişinden dolayı geri çevrildi, zira sosyalist, Blum’un dostu ve Yahudi’ydi.

De Gaulle meseleyi duyduğunda sert bir açıklama yaptı: “Boris Yahudi, Leon Blum’un partizanı ve daha birçok şey olabilir. Fakat ben tek bir şey görüyorum. O 52 yaşında savaşmak için askere yazılan bir Fransız. Flanders’te savaştı ve şimdi Fransa için mücadeleye devam etmek için bize katılmak istiyor. Bu benim için yeterli. Ben sadece iki kategori Fransız bilirim: Görevlerini yapanlar ve yapmayanlar.” Sarkozy bir De Gaulle’cü, fakat De Gaulle değil.

*The Independent gazetesinin kurucularından, 16 Eylül 2010

Çeviri: Radikal

Haber Ara