Dolar

34,8696

Euro

36,7884

Altın

3.047,46

Bist

10.119,19

İmerisia: Türkiye'de muhalefet intihar etti

Yunan İmerisia gazetesi, "Ankara'nın siyasi sahnesinde, Kemalist düzenin ve derin devletin izinde ilerleyen muhalefet liderlerinin "intihar ettikleri" bellidir" dedi.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-14 12:50:00

İmerisia: Türkiye'de muhalefet intihar etti

Yunanistan'da yayımlanan İmerisia gazetesinin 13 Eylül 2010 tarihli sayısında, Yorgo Kapopulos imzasıyla "Halk egemenliğinin intikamı" başlıklı yorumda şunlara yer vedildi;

Orgeneral Evren'in darbesinden otuz yıl sonra Türk Halkı, askerî liderliğin ülkenin yönetimine müdahalede bulunmasına neden olan son bahaneleri de elinden aldı. Bu gelişme, -ülke içinde ve dışında rakiplerinin son derece faal olduğu bir dönemde- Erdoğan'ın kişisel bir zaferidir. Ülke içinde, Meclisteki iki muhalefet partisi, Kılıçdaroğlu'nun CHP'si ve Bahçeli'nin MHP'si ile aynı rotada, Kürt halkını AK Partiden yabancılaştırma amacıyla silahlı faaliyete tekrar başlayan Kuzey Irak'taki PKK liderliği vardı. 2007 yılının erken seçimleri aksine bugün, Erdoğan ile AK Partinin karşısında, Washington'un da en iyi durumda kuşkusu ve en kötü durumda da açık düşmanlığı ile Netanyahu'nun resmen açıkladığı rakipliği vardı. Erdoğan'ın Orta Doğu politikası özellikle de Hizbullah'la Hamas'a desteği, ABD ve İsrail için kırmızı hat oluşturuyordu. Bu koşullar altında, Türk Başbakanın zaferi daha büyük bir ağırlık kazanıyor. Bu referandumla ülkenin gerek iç gerekse dış politikasında yeni bir durum yaratılmış, yakın gelecekte Erdoğan'ın siyasi birinciliği ve egemenliğine itiraz olmadığı kabul edilmiştir.

Ülke içi politikada oyunu kontrolü altında tutan AK Parti lideri, gelişmelerin gündemini belirleyecektir. Reformları tamamlayacak ve bugünkü parlamentonun 2011 yılının Haziran ayında görev süresi sona ermeden genel seçimlerin tarihini kendisi tayin edecektir. Ankara'nın siyasi sahnesinde, Kemalist düzenin ve derin devletin izinde ilerleyen muhalefet liderlerinin "intihar ettikleri" bellidir. Artık sadece liderlerin değişmesi değil, muhalefetin siyasi haritasının yeniden belirlemesi gerekmektedir. Dış politikada Washington ile Tel Aviv, bu yeni gerçeği kabul edecek çünkü geniş Orta Doğu'da istikrar arayışında Ankara'yı bertaraf edemeyeceklerdir. Öte yandan, Erdoğan'ın Ege ve Kıbrıs'ta askıda tutulan konuları temizleme dinamizmi üzerinde yatırım yapması için birçok nedeni var. En başta yaşamsal çıkarları koruma adına Kemalist düzenin kontrolsüz faaliyetlerinin son alanını da ortadan kaldırmış olacak. Bu iki cephedeki gelişmeler, demokratikleşmenin dinamik bir şekilde tamamlanmasıyla birlikte Ankara'ya, uygulamada dondurulmuş olan üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılması yönünde AB'ye baskı uygulama yeteneği sağlayacaktır.

Erdoğan'ın dünkü zaferi, Kemalist düzenle uzun ve sert sürtüşmelerinin tamamlanmasıdır. Bu sürtüşme, 2007 yılının sonbaharında, askerî liderlik küstah bir bildiriyle Abdullah Gül'ün seçilmesini yasaklama girişiminde bulunması ve aynı yılın temmuz ayında yapılan erken seçimlerde iktidar partisinin seçim zaferiyle başladı. Birkaç ay sonra iktidardaki partinin dağılması, Erdoğan ile Gül'ün ve daha onlarca parti mensubunun siyasi faaliyetinin yasaklanması amacıyla bir yargıçlar darbesi girişiminde bulunuldu. Bu girişimin trajikomik bir sonucu oldu çünkü Kemalist düzenin devlet içinde devlet ağı Ergenekon ile ilişkilerinin su yüzüne çıkarılması sonucunda Anayasa Mahkemesi AK Partiye sadece para cezası uygulamakla yetindi. Hemen ardından, yılbaşında, -havada ve karada sıcak Türk-Yunan olayı yaratılmasını öngören- Balyoz askerî komplosu ortaya çıktı. Muhalefetin anayasa değişikliklerine ilişkin referandumu iptal ettirme çabası oldu, en sonunda bu süreç Erdoğan'ın yeni Kara Kuvvetleri Komutanının seçimini veto etmesiyle doruğa tırmandı. Dün sadece Kemalist düzen mağlup olmadı, Türkiye'deki gerçeklerin inanılmaz derecede yansıtılması çabası da "yenilgiye" uğradı. Güvenilir uluslar arası haber ajansları ve televizyon kanalları bize "evet" ile "hayır" arasındaki farkın çok az olacağı ve Erdoğan'ın Kürt bölgelerinde büyük hezimete uğrayacağına dair bilgiler verdi. Aksine, Erdoğan dün bu bölgelerden yüzde 80-95'lere kadar varan oy aldı. Erdoğan'ın zaferi, paniğe kapılan muhalefetin tutumu sonucunda da olsa bir tesadüf değildir. AK Partinin siyasi egemenliği, Özal'ın ekonomik reformları sayesinde kalkınan ve asker ve yargıçların oluşturduğu bir sınıfın hâkim olduğu yönetim alanına katılmasını talep eden ülkenin orta sınıfına dayanılarak elde edildi.

Askerî liderlik, yarım asırdan bu yana tahrik edici bir şekilde halkın egemenliğini küçümsüyordu. 1960 yılında Menderes'i, 1971 ve 1980 yıllarında ise iki kez siyasi mirasçısı Demirel'i devirdi, 1997 yılında Erbakan'ı istifaya zorladı ve bir yıl sonra partisini kapatırdı. Bugün, anayasa değişikliğinin onaylanmasıyla Evren'in ve hâlâ hayatta olan 1980 yılı cuntası üyelerinin mahkemeye sevk edilmelerinin yolu açılıyor. Cunta sonrası dönemde yeni reformlarla devrim oldu. Yunanistan ile askıda tutulmakta olan ikili konuların çözümü ise Ankara'daki yeni durumun sabitleşmesi için bir ön şarttır.

EL ARABIYA: TÜRKİYE... ASKERE SİVİL DARBESİ

Suudi Arabistan'da yayın yapan el Arabiya televizyonunun 13 Eylül 2010 tarihli internet sayfasında, Ali Şerifi imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türklerin yüzde 58'inin anayasa reformuna "evet" oyu kullanmasıyla, AK Partinin Türkiye'de siyasi geleceği büyük ölçüde belli oldu ve ülkenin siyasi yol haritası şekillendi.

Söz konusu referandum, Türkiye siyasetinde üç gerçeği ortaya çıkardı. Birincisi, AK Partinin Türk halkının güvenini kazanması. Çünkü halkın referandumda bu kadar yüksek oranda "evet" oyu vermesi, herkesi hatta AK Partilileri bile şaşırttı. İkincisi ise ordunun Türk siyasetindeki rolünün yavaş yavaş azalması ve Türk halkının ordunun siyasete karışmasını istememesi veya uzak kalmasını istemesidir. Çünkü askerin Türkiye tarihinde iç açıcı geçmişi yok ve halk hâlâ ordunun hükûmetlere karşı yaptığı darbeleri unutmadı. Üçüncüsü ise yanlış olduğu takdirde yasama organının yargı organının kararlarına müdahale hakkının bulunmasıdır.

Bu üç gerçek, Türkiye siyasi geleceğinin yeni ana unsurlarıdır ve bu unsurlar halk tarafından onaylandı.

Türkiye'deki siyasi partiler, gelişme ve ilerleme arzusu olan ülkenin ve toplumun genel çıkarlarıyla kendi özel siyasi beklentilerini ayrıştıramadı. Böylece örneğin sosyal demokrat olarak nitelendirilen CHP, özgürlüklere ve demokrasiye düşman sağcı bir partiye dönüştü. Bu parti, Avrupalı olma iddiasında bulunsa da ve AB üyeliğini desteklediğini belirtse de AK Partinin daha önce AB kriterlerine uygun olarak gerçekleştirdiği bütün reformlara karşı çıktı. CHP'nin bu reformlara muhalefeti sadece AK Partinin bunları yapmasından kaynaklanmıyor. CHP, ülkenin demokratikleşmesi ve özgürlüklerin güçlendirilmesi yönündeki girişimlere inanmıyor. Aslında esas tehlike burada bulunuyor.

Bu husus, İslami ve etnik grupların, Kürt azınlıkların ve hatta farklı mezheplerin hareketlerini bastırmasını haklı göstermek için Avrupalılaşma sloganı taşıyan daha önceki laik hükûmetlerin sorunuydu.

Referandum, İslami kökenli hükûmet ile laik muhalefet arasında, ülkenin demokratik geleceğiyle ilgili yeni bir savaşa dönüştü. Bilindiği gibi, parlamentoda değişiklik paketi oylanırken muhalefet partileri boykot etmişti. Ana muhalefet partisi CHP ise bu değişikliklerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuş, ancak Anayasa Mahkemesi sadece iki maddeyi kısmen iptal etmişti.

LA STAMPA: ERDOĞAN'IN TÜRKİYESİ YENİ BİR SAYFA AÇIYOR

Tirajı günde 411 bin olan la Stampa gazetesinin 13 Eylül 2010 tarihli sayısında, Enzo Bettiza imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:

Recep Tayyip Erdoğan ve merkez sağda yer alan partisi için kıl payı farkla başarı öngören tahminler bir yana, referandumun ilk sonuçları ve sandık başına gidenlerin sayısı, pek çok yönden beklenmedik bir başarı tablosunu gözler önüne seriyor.

Ülkedeki derin çatlak göz önünde bulundurulursa hükûmetinin hareketli geçen sekiz yılı hakkında halkın hükmünün ana konu olduğu halk oylaması sınavından Erdoğan'ın esas itibarıyla ödüllendirilmiş olarak çıktığı pekâlâ söylenebilir.

"Çin" ritmiyle büyümeye devam eden ekonomide mükemmel bir karneyle geçen yıllar... Ama aynı zamanda da Erdoğanlı Türkiye'nin bir yandan belirsiz Avrupa'yla, diğer yandan cezbedici İslami sirenlerle dalgalanan ilişkisi içerisinde oldukça çalkantılı yıllar. Yakın geleceğe ilişkin olarak, gelenekleri bakımından ihtiyatlı şekilde Muhammetçi ama pratikte Batı tarzı liberal olan bu çelişkili şahsın 2011 seçimlerinde üçüncü kez göreve gelişini daha şimdiden neredeyse kesin olarak karşılamaya hazırlandığı söylenebilir.

Fakat çağdaş Türkiye'nin en hassas ve riskli kurumsal ihtilafı olarak tanımlayabileceğimiz bu gelişmenin, siyasi ve tarihî anlamının yanı sıra, gerçek anlamı nedir? 1980 darbesinin ardından yürürlüğe konulan bir Anayasada değişiklik yapma çabası içerisindeki Tayyip Erdoğan hükûmetiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kemalist mirasının son koruyucusu olarak gördükleri bu Anayasayı savunmak çabasındaki laik muhalefet arasındaki bu tür bir yakın çekişmeden şimdi ortaya çıkmak üzere olan bilinmeyenler nelerdir?

Ilımlı İslami parti AK Parti tarafından savunulan, Anayasa'nın 22 maddesine ilişkin değişiklik önergelerini dikkatle inceleyenler, bu değişikliklerin ikili ve her zaman tutarlılık göstermeyen bir müdahale çerçevesi oluşturduğunu fark edecektir: Bir yandan Türkiye'nin Avrupalı imajını iyileştirmeye yönelik bir dizi düzenlemeyi, diğer yandan da Müslüman Türklere "Ataları" Mustafa Kemal Atatürk tarafından aydın ve acımasız bir otoritarizm karışımıyla empoze edilen seküler ve dinin siyasetten ayrı tutulması geleneğinin bütünlüğü bozulmaz bekçileri olarak 1923'ten bu yana birlikte ayakta duran asker ve yargı organlarının ortak gücüne, Erdoğan ve adamlarının kararlı ve tarihî anlamda en sert darbeyi vurma niyetini görecektir. Asyalı metotlarla Avrupalılaştırılan Türkiye, bugün Avrupa Birliği'ne olağanüstü üye adayı olarak sunulmasını (her zaman üzerinde tartışılmasına ve tartışmaya açık olmasına rağmen) sağlayan her şeyi Mustafa Kemal'in yumruğuna ve iradesine borçludur: Eski Osmanlı Devleti'ni Halifelikten sonra laikleştiren, genel seçim hakkını tesis eden, Latin alfabesini kullanıma sokan, Kemalizmin karşı konulmaz akımıdır.

Değiştirilemez seküler dogmalardan birisi, devlet ile din arasındaki net ayrım oldu. Din, "şahsi mesele" olarak tanımlandı. Fesin yerini fötr şapka aldı. İslami başörtü okullardan kaldırıldı. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün ömür boyu yakın çalışma arkadaşı olan Başbakan İsmet İnönü, cebinde ufak bir Kur'an saklıyor ve akşam saatlerinde fısıldayarak oğluna Kur'an okuyordu. Laik Cumhuriyetin yüce cumhurbaşkanının vefatından sonra, haki kıyafetli, sert, metotlarından çok emellerinde Avrupalaştırıcı bu sekülerizmin ödünsüz savunucuları generaller ve Anayasa Mahkemesi hâkimleri oldular. Kemalist ruhun bu mirasçıları, isteksiz şekilde sık sık birer darbeciye ve güvenilmez bir hükûmetin kötü veya kendi görüşlerine göre antiseküler, dolayısıyla anti Kemalist eğilimlerini her seferinde bir kışla darbesiyle haklı veya haksız şekilde engellemek zorunda hisseden, tabiri caizse Cincinnatus türü diktatörlere dönüşmek durumunda kaldılar. Anadolu gaddarlığı, gerektiğinde bu kısa süreli darbeci profilaksilerin kullanımına dâhil oluyordu. Daha o zamanlar haklarında sinsice ilerleyen İslamcılık şüphesi duyulan Başbakan Erdoğan ve partisi de 2008'de bir askerî darbe sonucu ortadan kaldırılma tehlikesi yaşadılar.

Türkler ve Türkiye hakkında bilgiye sahip olanlara tamamen yabancı olmayan şeyler. Ancak bugün Erdoğan'ın sandık zaferiyle sonuçlanan çarpışmadan sonra, artık Türkiye'nin düne kadar bildiğimizle aynı Türkiye olmadığını anlamak için bunların tekrar edilmesi ve daha iyi şekilde mercek altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Bir dönüm noktası, bir bölünme gerçekleşti; Kemalist kültür devriminin yaklaşık bir yüzyıl sonra bir şekilde sonu meydana geldi; müezzinlerin müminleri namaza Arapça çağırmasına engel olan yegane İslami ülkenin zoraki çağdaşlaşmasının sonu geldi. Askerlerin sert metotlarından pek farklı olmayan metotlarla, süper güçlerine bir süredir Erdoğan tarafından karşı konulan ve sınırlanan askerler, bu sefer ne başlarını kaldırdı ne de süngülerini. Kurmay subayları büyük ölçüde yok edilen, çoğu hapse atılan askerlerin mirasçıları, engel tanımayan İslami AK Partiyle seçim aracılığıyla nafile olarak yüzleşme ödevini, Atatürk'ün kurduğu kaybeden Cumhuriyetçi Partiye teslim ettiler. Bu esnada, referandumda "evet" oyu kullananların onayladığı yeni düzenlemelerle, Anayasa Mahkemesi ve askerlerin devletin yaşamına katıldıkları organizma Millî Güvenlik Kurulu, dinî kökenli hâkimlerin araya katılmasıyla zayıflatılacak. Askerî mahkemeler artık sivilleri yargılayamayacak ve askerler de eğer yargılanıyorlarsa olağan mahkemelerin kararına maruz kalmak zorunda kalacaklar. Bunlar basit şeyler değil. Kemalizm'in sönüşünü işaret eden ve Erdoğan'ın yeni ideolojik ve diplomatik hamleleriyle uyum içerisinde görünen, bir nevi İslami karşı devrimi başlatan, büyük sembolik anlam taşıyan gelişmelerdir: Her geçen gün İran'a daha yakın, İsrail'den uzak ve Türkiye'nin Atlantik savunma çerçevesindeki bir zamanlar son derece önemli rolü karşısında daha kayıtsız ya da müsamahasız, Batı ile daha nötr.

Ancak iki anahtar nokta her zaman cevap bekliyor. İlki, bu ne yapacağı belli olmayan Türkiye'nin girip giremeyeceği bilinmeyen ancak Avrupalı sivil haklar adına Kemalist askerlerin ve yargının pragmatik ve tarihî Avrupacılığını sökmekte her zaman istifade ettiği Avrupa. Diğeri ise Kürtler. Nitekim Kürtler, çoğunluk olarak oy kullanmadı çünkü Erdoğan, askerlerin şart koştuğu yüzde 10 barajı konusunda (bu konuda Brüksel susuyor) açık ve net şekilde görüşünü belirtmedi. Kürtler bunu, kendilerini parlamentonun dışında bırakmayı hedef almış anayasal bir silah olarak hissediyorlar ve şimdi de gerilla savaşı ve suikast saldırı yoluna yeniden girme tehdidinde bulunuyorlar. Erdoğan için hiç de kolay olmayan bir ikilem. Barajı indirerek ve Türk milliyetçi kitleleri rahatsız ederek Kürtleri memnun etmek mi? Yoksa o isyankâr azınlığın başkaldırısına karşı koymak için, bizzat kendisi tarafından gücü ellerinden alınan askerlere mi başvurmak?

Türk tarihi yeni bir sayfa çevirdi. Ama, görüldüğü üzere, nasıl, ne zaman, kiminle çevrileceği bilinmeyen daha pek çok sayfa var.

NEWSWEEK: DOĞUNUN YILDIZI

Dünya genelinde 4,2 milyon tirajı olan Newsweek dergisinin 11 Eylül 2010 tarihli internet sayfasında, Owen Matthews imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumunun özet çevirisi şöyledir:

Kumar oynamak İslam'da yasak olabilir ancak bu kural Türkiye Başbakanını hem inançlı bir Müslüman hem de iddialı bir oyuncu olmaktan alıkoyamadı. Recep Tayyip Erdoğan 2002 yılında oy çoğunluğuyla iktidara geldiğinden bu yana, İslamcı olduğu gerekçesiyle kendisini ve partisini siyasetten uzaklaştırmaya çalışan laikliğe bağlı Türk ordusu ve yargı sistemine karşı sürekli zar atmaktaydı. Erdoğan her seçim ve referandumda kazanmayı sürdürdü ve AK Partinin aldığı popüler destek hiç eksilmedi. Erdoğan geçen hafta ordunun etkisinin azaltılması amacıyla Türkiye Anayasası'nın değiştirilmesi hususunda büyük bir iddiaya daha girdi. Her zaman olduğu gibi soru, Erdoğan'ın Türkiye'yi kendi imajı doğrultusunda yeniden şekillendirmek için halktan yetki alıp almadığıydı.

Bu düşünce Washington'u stresse sokuyor. Bu, laik Türklerin, Erdoğan'ın İslami din adamlarının ülkenin gece hayatını kontrol altına almalarına izin vermesine yönelik kaygıların çok ötesinde. Başbakanın Türkiye'nin geleneksel Batı ittifaklarından uzaklaşıp, Orta Doğu'daki katı ABD karşıtlarıyla kuvvetlerini birleştirmesinden korkuluyor. Son zamanlarda, tedirginlik her zamankinden daha fazla hissediliyor. Erdoğan önce, İran'a BM'nin yaptırımlar uygulamasını engellemek için Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ile birlikte hareket etti. Daha sonra Erdoğan, İsrail'i "devlet destekli terör" uygulamakla suçladı ve Gazze'ye yardım taşıyan bir Türk filosuna İsrail komandolarının saldırı düzenlemesini takiben İsrail ile askerî ilişkileri kesti. Uzun bir zamandır Amerika'nın en yakın Müslüman müttefiki olan Türkiye'nin, canlı bir demokratik sistem dâhilinde dinle devlet işlerini birbirinden ayrı tutuyor olması bölgenin geri kalan kısmı için bir örnek teşkil eder gibiydi. Wall Street Journal'ın başyazarı Robert L. Pollock'un, Erdoğan'ın ülkeyi çılgınlığa doğru "ulusal bir çöküşe" sürüklediği yönündeki uyarısı acaba doğru olabilir mi?

Bunu anlamanın yegâne yolu, hararetli söylemleri bir kenara bırakıp gizemli Başbakana bakmaktır. Erdoğan 1990'lı yıllardan bu yana insanları uyarıyor: İstanbul Belediye Başkanı iken Batı tarzı yeni yıl kutlamalarını ve mayolu kıyafetleri hoş karşılamadığını belirtmiş, alkolün yasaklanmasını önermiş ve kendisini şeriatın hizmetkârı olarak nitelemişti ve nihayet, 1999 yılında daha da ileri giderek halka hitaben bir şiir okumuştu. Savcılar Erdoğan'ın çizgiyi aştığına karar vermiş ve Erdoğan dört ay cezaevinde kalmıştı.

Yandaşları Erdoğan'ın hapis yattığı dönemdeki hâliyle şimdiki hâlinin aynı olmadığı görüşünü savunuyor. Londra'da yaşayan analist Grenville Byford, "Erdoğan'ın iktidardayken uyguladığı politikalara baktığınızda fazla bir İslami eğilim göremezsiniz." diyor. Başbakan daha ziyade Kürt azınlığın haklarının düzenlenmesi, ordunun dokunulmazlığının kaldırılması, Ermenistan ve Yunanistan ile ilişkilerin iyileştirilmesi gibi birçok sorunun çözümlenmesine ağırlık verdi.

AK Parti sadece iki kez dinî eğilimli bir yasanın çıkarılması için çaba gösterdi. Önce 2004 yılında zinanın suç olarak kabul edilmesini istedi. Sonra 2008 yılında, 1980 yılından beri yürürlükte olan, İslami türbanlı kızların üniversitelere girişini yasaklayan yasanın kaldırılması yönündeki çalıştı. Laikler, din ve devletin ayrı tutulması ilkesini tehlikeye atacağı gerekçesiyle bu yasağın kaldırılmasına tepki gösterdiler.

Mahkemeler, AK Parti ve liderini siyasetten men etmeye çalıştı ancak başarı sağlayamadı. Fakat Erdoğan, bu girişimi bir insan hakları davası olarak gördü. 2000'li yılların başlarında Erdoğan ile birlikte çalışan ve Başbakanın ailesiyle ilgili konuştuğunun açığa çıkmasını istemediği için isminin gizli tutulmasını arzu eden AK Partili eski bir milletvekili, bu konunun Erdoğan için "oldukça kişisel" olduğunu belirterek "Erdoğan, kızlarını yurt dışına gönderebilecek kadar varlıklıydı. Ancak yoksul ailelerin dinleri ve çocuklarının geleceği arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor olmalarını haksızlık olarak gördü." diye konuştu.

Türkiye'nin Batılı müttefiklerini en fazla endişelendiren konu ise Erdoğan'ın Mahmut Ahmedinejat gibilerle yakın dostluk kurması. Erdoğan'ın İran Cumhurbaşkanına geçen mayıs ayında sarılarak "değerli dostum" şeklinde hitap etmesi Beyaz Saray'ı kızdırmıştı. Acaba Erdoğan ne yaptığını düşünüyor? Küçük ortak olarak görülmekten nefret ediyor ve batılı güçlerin Türkiye'ye bakış açısı ise tam da böyle. ABD German Marshall Fund kuruluşundan Ian Lesser'in ifadesiyle daha kişisel anlamda Erdoğan "Brüksel ya da Washington yerine Tahran veya Moskova'da daha rahat hissediyor."

Erdoğan'ın, Gazze'nin "mahkum kampı" olduğunu ileri sürüp, Hamas'ın terrör örgütü olmadığı şeklinde Türkiye'nin eski müttefiği İsrail'e ağır eleştirilerde bulunması onu birçok Arap'ın gözünde kahraman yaptı. Ancak gerçekte Türkiye dış politikasına İslami kimlikten ziyade ülkenin ekonomik çıkarları yön veriyor. "Türkiye'nin büyümesi Avrupa'dan değil Rusya, Orta Asya ve Körfezden geliyor" diyen Lesser, "Türkiye'nin doğuya yönelmek gibi stratejik bir kararının olmadığını" belirtti.

Byford da Erdoğan'ın, Batı ile ilişkilerinde temel bir değişim istediğini ve ülkesinin bir yan güç konumundan gerçek bir müttefik konumuna gelmesini sağlamaya çalıştığını kaydetti. AK Partili eski milletvekili, Erdoğan'ın aslında Türkiye'nin ekonomik krizden çok daha güçlü bir şekilde sıyrılmış olmasından gurur duyduğunu ileri sürdü ve artık Erdoğan'ın ilk hedefi, Türkiye'nin geleceği konusunda generallerden ziyade halkın hâkim olmasını sağlamak. Tabii söz konusu insanlar elbette zamanla kibirinden ve muhalefeti susturmaya yönelik sakar girişimlerinden dolayı Erdoğan'a oy vermeyi bırakacaklardır. Ancak o zamana kadar Türkiye kendisi ve komşularıyla daha barışık olur ise bu da Erdoğan'ın oynadığı kumardan hoş bir sonuç sağlandığının göstergesi olacaktır.

BYEGM

Haber Ara