Irak, milyon dolarlık bir felaket
Kendimizine kadar kandırırsak kandıralım, Batı'yı hâlâ eski zaferlerin şanıyla kafayı yemiş liderler, bilhassa da generaller yönetiyor.olarak anılacak
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-05 14:23:00
Irak savaşı tarihte, Atlantik güçlerini dünya geri kalanından uzaklaştırmaktan başka anlam taşımayan, milyon dolarlık bir felaket ABD Başkanı Barack Obama Irak savaşının sona erdiğini ilan etti. Askerleri eve dönerken, Iraklılar 2003’te göre çok daha özgür ve çok daha az güvende. Yedi yıllık kargaşanın sonucunda iki milyon Iraklı hâlâ ülke dışında, iki milyonu da ülke içinde mülteci konumunda. İronik olan şu ki, neredeyse bütün Iraklı Hıristiyanlar kaçmak zorunda kaldı. Batı’nın yönetimi altında, petrol üretimi hâlâ işgal öncesi düzeyin altında ve evlere elektrik verilen saatler azalıyor. Bu korkunç bir şey.
100 bine yakın sivilin işgale bağlı şiddeten dolayı hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Ülkede istikrarlı bir
hükümet yok, yeniden inşa asgari düzeyde, günaşırı cinayet ve adam kaçırmalar gırla. Yaygın yolsuzluk, denetlenmeyen yardımlarla daha da derinleşiyor. İslamcıların hükmünün artması, kadınları daha özgür değil, daha baskıcı bir hayatla baş başa bırakıyor. Tüm bunlar ABD’nin 751 milyar dolarlık akla ziyan harcamasının sonucu; modern diplomasi tarihinde paranın bu kadar değersizleştiği bir başka örnek yoktur kuşkusuz.
Irak’ta ‘iyi niyet’ de yoktu
2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ‘liberal’ müdahalelerin büyük kısmı en azından iyi niyetlerle başlamıştı. Vietnam, komünist olmayan bir ülkenin Çin yayılmacılığına karşı savunulmasıydı. Lübnan, çoğulcu bir ülkenin baskıcı bir komşudan korunmasıydı. Somali’yse çuvallamış bir devletin onarılmasıydı. Irak’taysa savaş nedeni, George W. Bush ve ödlek yaveri Tony Blair tarafından tertip edilen bir yalandı. Saddam Hüseyin 11 Eylül’le bağlantılı olmakla ve uzun menzilli ‘kitle imha’ silahlarıyla yeni saldırılar planlamakla suçlandı. Bunun gerçek olmadığı ortaya çıktığından bu yana, Bush ve Blair’i mazur göstermeye çalışanların öne sürdüğü yedek gerekçe, Saddam’ın kötü bir adam ve onu devirmenin iyi bir şey olduğuydu.
Bir savaşı değerlendirmenin münasip yolu bazı kaba saba ‘öncesi ve sonrası’ istatistikleri değil, bu savaşın gerçekleşmemesi halinde ne olacağına dair tahminlerde bulunmaktır. Irak karşıtı histeri 1998’de Bill Clinton’ın Çöl Tilkisi Operasyonu’yla başladı; Saddam’ı BM silah denetçilerini engellediği gerekçesiyle cezalandırmak için Irak’ın altyapısı üç gün boyu bombalandı. Dünyanın büyük bölümü için bu, dikkatleri Clinton’ın Monica Lewinsky’yle ilişkisinden başka yöne kaydırma çabasıydı.
Bağımsız analizcilerin büyük çoğunluğu Irak’ın ciddi nükleer heveslerinden 1991’deki Körfez Savaşı’nın sonunda
tümüyle vazgeçtiğine inanıyordu; 2003’ten beri yürütülen araştırmalar bu görüşü doğruladı. Buna rağmen, Çöl Tilkisi’nin ‘Irak’ın kitle imha silahı üretme ve kullanma yeteneğini başarıyla kırdığı’ iddia edildi. Bunun doğru olup olmaması bir yana, 2003’e gelindiğinde bu yeteneğin tekrar kazanıldığına dair hiçbir kanıt yoktu. Başka hususların yanında Irak olayı bir istihbarat fiyaskosuydu.
Öte yandan Batı’nın yaptırımları Irak’ı kuşatılmış bir ekonomi haline getirdi, orta sınıfın kökünü kuruttu ve Saddam’ı, kendisine karşı sürekli komplolarla yüz yüze olmasına rağmen, dünyanın en zengin altıncı muktediri konumuna yükseltti. Batı’ya düşmanlık ona payandalık yapmış olabilir, fakat ordudan veya İran destekli Şii militanlardan gelen muhalefet nihayetinde darbe yapacaktı.
Bu kısa süre içinde gerçekleşmeseydi bile, Irak artık komşularına karşı ciddi tehdit oluşturmayan rahatsız edici, fakat istikrarlı bir laik devletti. Kürtlere fiili özerklik sağlayan uçuşa yasak bölge uygulamasıyla dizginlenmişti. Baasçı Suriye’den daha kötü değildi ve petrol üretimiyle enerji kaynakları şimdiki gibi gerilemiyor, aksine gelişiyordu.
İşgale dair Britanya’da yürütülen Chilcot soruşturması, İngiltere Kralı Fatih William’ın ‘kuzey yağmasını’ aratmayan hikâyelerle dolu. 21. asırda herhangi bir bürokrasi böylesine kaba ve kana susamış bir beceriksizlikle davranamazdı. Gerçek şu ki, işgalciler kendilerine atfettikleri neo-emperyal üstünlük inancıyla körleşmişti. Kendimizi ne kadar kandırırsak kandıralım, Batı’yı geçmiş zaferlerin şanıyla kafayı yemiş liderler, bilhassa da generaller yönetiyor hâlâ: Diğer ulusların kendi işlerini kendileri görme hakkı olduğuna inanmayan liderler bunlar. Irak’ın içinde bulunduğu kötü durum, üzerimize vazife olacak kadar vahim değildi; yeni muhafazakâr fantezinin Batı ve İsrail yanlısı laik, kapitalist ütopyasını inşa edebilseydik bile... Almanya, Fransa, Rusya ve Japonya bu savaşa yanaşmadı. Saddam’ın cephaneliğine dair yalanlara inanmadılar ve Irak halkını zulümden kurtarmak gibi bir vazife bulunduğunu da düşünmediler.
Askerlik taslamak yetmez
Bütün savaşlar planlarından sapar, zira bütün ordular indirme yapmakta iyi, fakat kaçmakta kötüdür; hele işgallerde iyice korkunç bir performans sergilerler. tüm bunları Irak’tan çok uzun zaman
önce yazılmış askeri kılavuzlarda bulabilirsiniz. Gerçek şu: Irak daima bir manşet savaşı oldu; tam da asabi bir Pentagon’un “Biz ulus inşa etmiyoruz” diye homurdandığı bir sırada, Bush’un ‘görev tamam’ kutlamalarını görme arzusuyla ateşlenen bir manşet savaşı... Bu siyasi bir istilaydı, amaç bir savaşı kazanmak veya toprağı
işgal etmek değil, İslamcı militanlığa karşı skor üstünlüğü kazanmaktı. Bu da Asya’nın birkaç laik rejiminden birini devirmek anlamına geldi ki, savaşın ikiyüzlülüklerinden biri de buydu.
Irak’ın en önemli dersi de, rezil olmakla ilgiliydi. Binlerce bomba atmak, 4 bin Batılı askeri kaybetmek ve yaklaşık bir trilyon dolar harcamak hâlâ Kalaşnikof’un, yol kenarı bombalarının, intihar eylemcilerinin ve işgale tepkinin üstesinden gelemiyor. Farklı kültürlere sahip ülkeleri yedi yıl askerlik taslamakla yönetemezsiniz. Bush ve Blair ise aksi kanaatteydi.
1914’den beri aynı yerdeyiz...
Irak savaşı tarihte, Atlantik güçlerini dünyanın geri kalanından uzaklaştırmak ve küresel polis sıfatlarını yitirmelerine yol açmaktan başka bir anlam taşımayan bir felaket olarak anılacak. Bu savaş, paranoyak ve aşırı askerileşmiş bir Amerikan devletinin, tek bir büyük fakat şuursuz terör eylemine, yani 11 Eylül’e verdiği vahşi bir aşırı tepkiydi. Bir yanıyla, Arşidük Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesinden beri uluslararası ilişkilerde bir arpa boyu yol alınmadığını göstermiş oldu.
BM’nin bütün şatafatı, cinnete varan bu olayları durduramıyor. BM şan şöhret arayan, iktidar odaklarının askeri-sınai çıkarlarının dümen suyundaki devlet adamlarının karşısında aciz. Tarihin en muazzam ders kitabının, yani 20. asrın ardından, Batı’nın böyle aptallıkları tekrarlamayacağını düşünebiliriz. Ancak teröre karşı sağduyu ve olgunlukla karşılık vermek gibi zorlu bir meseleyle yüz yüze geldiğinde, Batı teröristin oyununu oynuyor. Korku siyasetini istismar ediyor. Batı Irak’ı bir kan, yıkıntı ve dolar denizi içinde terk ediyor. Irak’ın çılgınlık içindeki ikiz kardeşi Afganistan’la baş göz olmaya ise devam ediyor. (31 Ağustos 2010-Guardian)
radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara