Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kongre ve süreç nereye gidecek?

Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş soruları cevapladı.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-08-18 18:27:00

Kongre ve süreç nereye gidecek?
Olaylı son kongredeki muhalif ekibin partiye kayyum atanmasına yönelik girişimleri sonucu siyasi hayatındaki en büyük üzüntüsünü yaşadığını belirten Kurtulmuş, bundan sonra SP’nin kapılarını geniş kitlelere açmayı hedeflediklerini belirtiyor.

“Aslolan insanı yaşatmaktır” diyen Kurtulmuş’a göre mevcut neo-liberal tezler insanı yaşatmıyor, öldürüyor. SP lideri; “Meksika’nın topraksız bırakılmış köylülerinin de, kot taşlama işçilerinin de, Tuzla’daki işçilerin de sorunları bizim sorunumuzdur” diyor.

Partinizdeki iç çatışmanın geldiği noktayı en yetkili ağızdan öğrenelim. Kesin olarak yeni bir kongre olmayacak artık, öyle değil mi?

Bir kongreyi geride bıraktık. Kongre sonrasındaki süreci tüm Türkiye izledi. Bu süreç içerisinde de bazı delege arkadaşlarımızdan imzalar toplandı. Toplanan imzaların sayısının 800 civarında olduğu ifade edildi ancak noter huzurunda yapılan sayımlarla, mükerrerlerle birlikte bunun aslında 650 civarında olduğu anlaşıldı. Ve bu arkadaşlarımızdan bir kısmı da imzalarını geri çektiler, yine noter kanalıyla. Ve böylece olağanüstü kongre talep eden delege sayısı yeter sayının altına düşmüş oldu. Ayrıca Nevşehir Kozaklı’da yaptığımız il başkanları toplantımızda bu konuyu istişare ettik. İl başkanlarımız kongremizi daha yeni yapmışken bir başka kongrenin yapılmasının doğru olmadığı kanaatini ifade ettiler. İmzaların geri çekilmesiyle birlikte Genel İdare Kurulu’muz da geçtiğimiz Cuma akşamı karar vererek olağanüstü kongre talebinin geçerli olmadığını ifade etti. Dolayısıyla olağanüstü bir kongre söz konusu değildir, Saadet Partisi bundan sonra vaktinde olağan kongresini yapacaktır.

Yeni bir kongre talep edenler meseleyi yargıya taşıdı. Orada durum nedir?

Şu anda 16’ya yakın dava açılmış vaziyette. Bunlardan beni en çok üzen… Yani çok zor zamanlar geçirdik, partimiz kapatıldı, 12 yıllık aktif siyaset hayatımda zor zamanlar geçirdim ama bunların hiçbirinde bu kadar üzülmedim. Maalesef partimize kayyum tayin ettirmek amacıyla, partinin evraklarına el konulması amacıyla, hâkim vasıtasıyla baskın düzenlendi. Gelen hâkim de tabii ki baktı… Zaten istenirse kongrenin evrakları Çankaya İlçe Seçim Kurulu’nda mevcut. Ayrıca istendiği zaman her mahkemeye bunu Saadet Partisi olarak sunarız. Zaten gelen hâkim arkadaşlar da talebin doğru olmadığına karar verdiler. Genel Başkan yetkilerine tedbir isteyen talebi kaldırdılar. Tüzük’le ilgili tedbir talebi geldi, o da kaldırıldı. Hemen kongrenin ertesi günü kongreye bir iptal davası açıldı, o dava devam ediyor.

Ayrıca farklı arkadaşlara açtırılmış, belki bugün 20’ye varmıştır sayısı bilmiyorum, sürekli davalar var… Bunların hiçbiri tutmayacak şeylerdir. Yani açık, net bir şekilde yapılmış, bütün evrakları ortada olan, mahkemeler tarafından da Yüksek Seçim Kurulu tarafından da takip edilmiş bir kongre söz konusu. Kongre sonrasındaki süreçte de her şey son derece açıktır. Dolayısıyla bu mahkemelerden de hiçbir şey çıkmayacaktır. Ama işin bu noktaya getirilmesini fevkalade yadırgadığımı belirtmek istiyorum.

Biraz muzip bir soru olarak kabul ederseniz; yer yer kendinizi 1972’deki meşhur CHP kongresindeki Bülent Ecevit’e, Necmettin Erbakan’ı da oradaki İsmet İnönü’ye benzettiğiniz oluyor mu?

Hani ne derler, bir su hiçbir zaman aynı yerden iki kere akmaz. Hiçbir olay birbirinin benzeri değildir. Oradaki dinamikler farklıdır, buradakiler farklıdır. Sayın Erbakan da, rahmetli İnönü ve rahmetli Ecevit de Türk siyasetine fevkalade ciddi hizmetleri dokunmuş insanlardır. Buradaki tartışma Sayın Erbakan’ın şahsıyla ilgili bir tartışma değildir. Kendisi bizim büyüğümüzdür, fikirlerinden istifade ederiz. Geçmişte istifade ettik, gelecekte de istifade ederiz. Ama ortada kongresini yapmış, yoluna devam eden, gerçekten Türkiye’de ciddi bir iktidar alternatifi haline gelmiş olan bir Saadet Partisi vardır. Dolayısıyla bu yürüyüşü kesmeye kimsenin gücü yetmeyecektir, bunu açıkça söyleyeyim.

Enerjinizi bir süredir iç meselelere harcadınız. Gelecek yıl bir seçim var, bir yürüyüşten söz ediyorsunuz. Bu yürüyüşte tökezlememek için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Dediğiniz doğru. Bu konu birkaç hafta bizi ister istemez meşgul etti. Ama inanır mısınız parti içinde belki birkaç yüz kişi bununla kafalarını yoruyor olabilirler. Ama dışarıda milyonlarca insan Saadet Partisi’ne büyük bir sempati ve ilgiyle bakıyor. Biz dışarıya dönük faaliyet gösterdiğimiz oranda da bu partinin büyüyeceğini görüyoruz. Hissetmiyoruz, görüyoruz.

Şimdi bu referandumla da ilgili olarak Ramazan ayında zaten birçok ilde iftarlara gideceğiz. Bu iftar programları birkaç bin kişinin katıldığı büyük gösteriler haline getirilecek, buralarda görüşlerimizi ifade edeceğiz. Mitinglerimiz olacak. Halkın arasında yaptığımız diğer, spontane programlar olacak. Buralara çıktığımız an görüyoruz ki zaten halk bambaşka bir şey söylüyor, o içerideki meselelerle ilgilenmiyor. Ayrıca Ramazan’dan sonra da bütün arkadaşlarımızla beraber birer haftalık Anadolu gezileri yapacağız. Yapmak istediğimiz asıl şey Saadet Partisi’yle beraber siyaset yapmak isteyen geniş kitlelere bu partinin kapılarını açmak.

Sayın Kurtulmuş, sizin entellektüel ve akademik yanınızın yer yer siyasi kişiliğinizin önüne geçtiğini, tabii olumlu anlamda, müşahede ediyorum. Söz gelimi bir toplantıda küresel sermayenin Arap dünyasına nüfuz etmek için Türkiye’nin rol model olmasını istediği, bunun da Türkiye’ye iki pratik avantaj sağladığı tespitini yapmıştınız; Batı’nın artık askerlerle değil sivillerle ilişki kurması ve sıcak para girişi. Bu farklı üslubunuzun, geneldeki yumuşak üslubunuzun kitlelere hitap edeceğini düşünüyor musunuz?

Bahsettiğiniz toplantıdaki konuşma üslubumuz nihayetinde 20-25 kişilik bir topluluktaki bir sohbet mahiyetindeydi. E bir de işin meydanlar faslı var. İnşallah seçimlerde meydanlara da gideriz. Meydanlarda böyle konuşmuyoruz. Ama şuna dikkat ediyorum; iktidarda olsun muhalefette olsun, herkesin hakkına hukukuna riayet ediyorum. Bilmediğim bir şey üzerinden eleştiri getirmeye çalışmıyorum. Kimseye haksızlık etmemeye gayret ediyorum.
Demin verdiğiniz örnek de tam budur. İktidarın kendisini en başarılı gördüğü alan dış politika. Hatta o konuşmada şunu da ifade ettim; rol modellik diye bir şey üzerinden Türkiye’ye bir rol veriliyor. Ama hükümetin bunu sahi zannetmemesi gerektiğini söyledim. Adam böyle bir görev veriyor. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmış olan İngilizlerin eski başbakanı geliyor, burada gözümüzün içine bakarak “sizin yeni rolünüz…” diyor, tam da bu rol model kavramına işaret ediyor, “bu bölgede yeni bir Osmanlıcılık yapmaktır” diyor. Yani ne oldu da bir asır sonra bu kadar çok Osmanlı’yı sevmeye başladılar? Başkalarının verdiği rolle bu bölgede hareket edemezsiniz. Başkalarının size verdiği elbiseleri giyerseniz model falan değil fotomodel ülke olursunuz. Hükümetin en başarılı göründüğü alanda bu örneği vererek söylüyoruz. Bu modeli sahi zannetmesinler diye.

Sayın Kurtulmuş, katılır mısınız bilmem ama sizin görüşleriniz bazen güçlü oranda sol tınılar içeriyor. Söz gelimi 2001 krizinden sonra Türkiye’de uygulanan modeli Fischer-Derviş modeli olarak adlandırıyorsunuz ve bunun içinde toplumsallığın olmadığından söz ediyorsunuz. Neo-liberalizmi eleştiriyorsunuz. Hatta Meksika’daki topraksız köylülerin bile sizin meseleniz olduğunu söylüyorsunuz. Sol bir yanı olduğu söylenebilir mi siyasi çizginizin?

Adaletçi bir yanı var. Zaten siyasette artık sol, sağ, muhafazakâr gibi tanımlamaların bir anlamı kalmadı. Dünyada haktan, hukuktan, adaletten, insanlıktan yana olanlarla buna karşı çıkanlar arasında bir mücadele var. Bu anlamda, evet, Meksika’da topraksız bırakılan köylülerin mücadelesi de bizim mücadelemizdir. Efendim, Türkiye’de kot işleme atölyelerinde kurbanlık koyun gibi ölüme terkedilen gençlerin sorunu da bizim sorunumuzdur. Tuzla tersanelerindeki işçilerin sorunu da bizim sorunumuzdur. Efendim, adaletsiz bir gelir dağılımını öngören neo-liberal sistemi Türkiye’de inşa eden programa karşı çıkmak da bizim vazifemizdir. Bütün bunlar bizim sosyal adalet anlayışımızın gereğidir. Bizim inancımızın gereğidir, imanımızın gereğidir. Bu anlamda bunların sol ya da sağ diye adlandırılmalarından da hiç gocunmuyorum. Biz “efendim sol da bunları söylüyor” diye kendimizi bunları söylemekten alıkoyamayız. O zaman haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan oluruz.

Aslolan insanı yaşatmak olmalıdır. Mevcut neo-liberal tezler insanı yaşatmıyor, Yerküre’de insanları öldürüyor. ABD ve müttefiklerinin bu bölgede sürdürmeye çalıştığı dış politika bu bölge insanlarına yoksulluğu, tutsaklığı, dağınıklığı getiriyor. Buna karşı çıkmak bizim vazifemizdir ve bu görüşleri dünyanın neresinde kim dile getiriyorsa onlarla ortak söz söylemekten hiç çekinmeyiz.

Demin söz ettiğim toplantıdaki bir duyarlılığınız dikkatimi çekmişti. “İran’da anti-semitist bir gelenek yoktur, hatta İran’da bir Yahudi toplumu da vardır” demiştiniz. Ben bu sözlerinizin alt metninde, anti-semitizmle anti-siyonizmi birbirine karıştırmamak gerektiği gibi bir anlam sezmiştim. Hem bunu, hem de solun söylediklerini söylemekten gocunmamanızı dikkate alarak, sizin, partinizin üç adım önünde yürüdüğünüz gibi bir yorum yapsam ne dersiniz?

Yok, hayır. Bizim teşkilatımız, bizim partimize güç veren, kuvvet veren arkadaşlarımızın tamamı hayatları boyunca haktan hukuktan yana olmuşlardır. Belki benim yaptığım, onların yıllardır sahip oldukları hassasiyetleri başka terminolojiyle, başka kavramlarla ifade ediyor olmamdır. Ama yoksa gelir dağılımı adaleti, anti-semitizmle anti-siyonizmi birbirinden ayırt etmek gibi konularda… Biz belki bu geçen süre içerisinde bunların somut örneklerini daha çok ortaya koyduk. Örneğin Gazze işgalinden sonra yüz binlerce insanın katıldığı o büyük mitingde mesela Rachel Corrie’nin fotoğrafını alıp kürsüden göstermek gibi. Bu tamamen spontane gelişti. Hep aklımdan geçerdi. Rachel Corrie, gencecik bir kadın, gayrimüslim biri. Ve Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına karşı, İsraillilere karşı dururken, tank paletlerinin altında ölen biri… Yani hak ve adalet duygusuyla canından geçmeyi başarabilmiş gencecik bir kadın.

Orada kalabalıkta bir çocuk bu resmi tutuyordu. “Yaklaş da gösterelim” dedim. Hep içimde yıllardır şu vardı; Türkiye’deki dindar kesimler İsrail’e karşı, daha doğrusu Siyonizme karşı mücadelelerinde böyle önemli bir ismi hiç hatırlamayı düşünmezler. Çünkü bilinmiyor, tanınmıyor Türkiye’de. Belki bu bir ilkti. Keza neo-liberal tezlere karşı terminolojimiz bizim camiada belki ilk kez kullanıldı, bizim tarafımızdan. Yani muhteva olarak, evet, bizim camiamızda vardı. Ama ben bunu belki daha yoğun bir şekilde, daha görünür bir şekilde ve bugünün siyasi terminolojisiyle gündeme getirdim.

NTV / BURAK COP

Haber Ara