Dolar

34,8774

Euro

36,7330

Altın

3.039,84

Bist

10.113,81

Muhtemel savaşın eşiğindeki 3 ülke

Bir hafta zarfında muhtemel savaşla ilgili konuşmalar benzeri görülmemiş bir artış yaşadı. İlk defa İranlı yetkililer bu tartışmaya alışılmadık bir ciddiyetle katıldılar.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-08-07 10:54:00

Muhtemel savaşın eşiğindeki 3 ülke
İran, Suriye ve Lübnan muhtemel savaş gerçeği önünde

ABDULVEHHAB BEDİRHAN*

Ahmedinejad, ABD ve İsrail'in yakında bölgede en az iki ülkeye savaş açacağı sözüyle açıklamalar serisini açmıştı. Suriye ve Lübnan'ı kastettiği anlaşıldı. Ahmedinejad'ın sözlerinin teyidi Amerika tarafından ancak farklı bir yönde geldi. Zira ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen, İran'a yönelik saldırı planının 'hazır' olduğunu belirtti ve iki gözlem ortaya koydu. İlki, saldırının İran'ın nükleer silah edinmesiyle şartlı olması. İkincisi, saldırının beklenmeyen sonuçlarının bölgedeki istikrarsızlık dikkate alındığında endişe verici olması. Zira Mullen'in sözleri, savaş ihtimalinin tercih edilmesinde daha net görülse de İran Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı Yedullah Cevani'nin karşılık vermesine yol açtı. Cevani konuyu hemen Körfez'in güvenliği meselesine getirdi ve Amerikan macerasının bölge güvenliğini tehlikeye atacağına işaret etti. Ayrıca daha açık ifadelerle 'Körfez'in güvenliğinin herkes için olduğunu veya hiç kimsenin bu güvenlikten nasiplenmeyeceğini' teyit etti.

Sonrasında sıra İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki'ye geldi ve Ortadoğu'daki herhangi bir savaşın 'sınırlı olmayacağını' belirterek İran'ın herhangi bir saldırıyla mücadeleye kendisini hazırlarken Suriye ve bölge ülkelerinin yanında duracağını teyit etti. Bundan önce Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed 'gerçek barış uzaklaşıyor ve savaş ihtimalleri artıyor' açıklamasında bulundu. Esed'in bu konuyu ilk defa değerlendirmediği doğru ancak zamanlama İran ve başka göstergelerle daha fazla eşgüdümlü görülüyor.

Buna karşın Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim, İran'a karşı bir Amerikan askeri operasyonunu uzak gördüğünü ancak İsrail'in ABD'yi bu işe katması durumunda mümkün olabileceğini ifade etmek için Şam Üniversitesi'nde verdiği konferansı fırsat bildi. Fakat Muallim bazı Arapların İsrail'i Arapların düşmanı olduğu gerçeğini göz ardı etmesinden ve İran'ı düşman olarak görmesinden dolayı üzüntüsünü dile getirerek bu Araplara 'savaş çıktığı takdirde kıvılcımlarının kendilerine sıçrayacağı' uyarısında bulundu. Aynı bağlamda bakan, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın son ziyareti sırasında Şam'a bir Amerikan mesajı getirdiği iddialarını yalanladı.

Son dönemde İran'ın nükleer krizi yönetme ve yaptırımları ele alma konusunda bir değişiklik gözlemleniyor. Ahmedinejad'ın Güvenlik Konseyi'nin yaptırımları kabul etmesi sonrası gösterdiği ironik tavır ve Tahran'ın yaptırımları destekleyen ülkelere karşı sert misillemeye hazırlandığı tehdidi gerçekçiydi. Şu ana kadar bazı ülkelerle ilişkileri kesme tehdidi hiçbir açıklama yapılmaksızın ortadan kalktı. Bunun en önemli göstergesi büyük ülkelerle müzakerelere yönelik tutum oldu. Yeni İran müzakereleri uzak görmekle başladı. Ardından müzakere şartları koydu, Ramazan ayı sonrasına erteledi. Son olarak Atom Enerjisi Kurumu'na müzakerelere şartsız derhal girmek istediği mesajı gönderdi.

Aynı zaman zarfında Hizbullah'tan bazı unsurların Refik Hariri suikastına katıldığına ilişkin muhtemel suçlamalar etrafındaki sızdırma bilgiler dumanı yayıldı. Uluslararası mahkemeden çıkması beklenen karar, iç krizin adresi oldu. Hizbullah, bu krizi idare etmek istemiyor. Ya suçlamalar geri çekilecek ya da Lübnan hükümeti mahkemeden çekilmesine zorlayan baskılara maruz kalacak. Her halükarda Hizbullah genel sekreteri Hasan Nasrallah, sorunun kendi ifadesiyle bir İsrail projesine dönüşen mahkemeye bel bağlayan diğer grup kadar İsrail'le ilişkili olduğunu belirtti.

Suçlamalar sadece Hizbullah'ın saygınlığını lekelemeyi değil, pratik olarak İran'ı da terörle savaşla ilgili kararlar gereği suikastla suçlamayı hedefliyor. Bu yüzden Lübnan krizinin başlamadan kontrol altına alınması krizin çözümü yönünde hızlı Arap hareketlenmelerini gerektirdi. Bu çözüm Suriye'ye verildi. Fakat Şam'ın uluslararası mahkemeyi reddetmesine ve itiraz etmesine rağmen yatıştırmayı baskın kılacak teşvikler alması gerekli. Filistin yönetiminin İsrail'le bazı garantilerle direkt müzakerelere gitme seçeneğini tercih etmesi yönündeki Arap saflaşmasını bu bağlamda anlamak mümkün. Bu çerçevede Hamas'la gerginliğe kısmen dönülebilir.

Obama ile Netanyahu arasındaki son görüşmeden bu yana savaş havası daha baskın oldu. Washington kendi eğilimlerini açıklamada kararlı olmasına rağmen bu kez Obama'nın Filistin-İsrail müzakereleri ve süreci için benimsediği ilkelere darbe yapmasının etkenlerini açıklama noktasında ketum davrandı. Fakat bu değişimin yürürlükteki tek başlığı İran. Bu konu abartı içermekle birlikte bazı analistler Obama-Netanyahu görüşmesini Irak Savaşı'na karar veren Bush-Blair arasındaki meşhur görüşmeye benzetiyorlar.

Londra'da Arapça yayımlanan El Hayat gazetesi, Lübnanlı yazar, 5 Ağustos 2010

ZAMAN

Haber Ara