Cabiri’nin 'Arap Etik Aklı' kitabı üzerine
'Arap Aklı' üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan Cabiri, Arap etik zihniyetini yanlış yerden açıklamaya çalışıyor. Cabiri’nin Arap-İslam aklının gerçeğini deşifre noktasında üç noktada; soyut, politik ve etik açıdan başarılı olmadığı görülüyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-08-06 15:40:00
Muhammed Abid el-Cabiri, “Arap aklı” (zihniyeti) üzerine birçok kitap kaleme almış birisidir. Bu konuda yazmaya öncelik verdiği eserlerinden anlaşılmaktadır. Bu çalışma, önemli ve temel bir konuda tartışma platformu oluşturmaktadır. Arap aklının eleştirisi üzerine yapılan bu çalışmanın doğru değerlendirilmesi konuyla ilgili bir hayli kitabın incelenmesini beraberinde getirmektedir. Eleştirel bir bakış açısıyla söylemek gerekirse, Cabiri’nin Arap-İslam aklının gerçeğini deşifre noktasında üç noktada; soyut, politik ve etik açıdan başarılı olmadığı kanaatindeyim. Ancak diğer kültürlerden Arap zihniyetine girmiş bulunan ilave unsurları tespit noktasında gayet başarılı olduğunu söylemek mümkündür.
“Arap Aklının Oluşumu” ve “Arap Aklının Yapısı” kitaplarında, soyut Arap zihniyetine eski düşünce sistemlerinden (atom düşüncesi, irfan ve burhan) girmiş bulunan unsurları ortaya koyma hususunda Cabiri’nin başarısı tartışılmaz. Tıpkı “Arap Etik Zihniyeti” kitabında İran ve Yunan kültür geleneğinin Arap etik zihniyetine girişinden bahisle ortaya koyduğu gibi. Bu makalemde ben sadece Arap etik zihniyetinden söz edeceğim. Cabiri’nin Arap aklı üzerine yazdığı kitaplardan söz etmeyi başka makalelere bırakacağım.
Cabiri’ye Göre Arap Etik Zihniyeti İran Kisra Modelinden Alıntıdır
Cabiri’ye göre Arap kültür sistemi, henüz erken evrede yaşadığı “değerler krizi” sonucu İran geleneğine yönelmiştir. İran geleneği ise sultana itaat konusuna yoğunlaşmıştır. Din, itaat ve sultan kavramları bu gelenekte bir sarmal halinde iç içe geçmiş durumdadır. İran kültür geleneği, Emevî döneminin sonlarında, saltanat kavramını güçlendirme amacıyla saray katipleri vasıtasıyla girmeye başlamıştır. Emevî sultanı, Abdulmelik b. Mervan’ın torunu el Said döneminde saray katibi Abdulhamit el Katib ile başlayan İran tarzını esas alan saltanat kavramını pekiştirme süreci, son Emevi sultanının katibi Mervan b. Muhammed eliyle devam etmiştir. İran saltanat değerlerinin propagandasıyla görevlendirilmiş bu kâtipler, eserlerinde mektubat yöntemini benimsemişlerdir. Bu yöntem, sultanın ağzından veliahde, valilere veya direkt halka hitaben mektup yazma esasına dayanmaktadır. Bazen bu mektuplar, kamuya açık mekânlarda halka okunur, bir propaganda unsuru olarak sultana itaat ve sultanı yüceltme psikolojisine yönlendirme işlevi taşırdı.
Abbasi döneminin başlarında bu üslup bir Emevi mirası olarak daha etkili kullanılmaya başlanmış, devlet-toplum ilişkisinde kalıcı bir yöntem olarak belirlenmiştir. Cabiri’ye göre ikinci Abbasi sultanı Ebu Cafer el Mansur’un kâtibi Abdullah b. el Mukaffa’, kisra tarzı saltanat değerlerinin ve itaat ideolojisinin Arap-İslam kültür arenasında en büyük propagandacısı ve popülaritesini sağlayan kişidir. Abdullah b. Mukaffa’ya nispet edilen ve elimize ulaşan, Cabiri’nin belirttiğine göre dört kitap vardır;
- Kelile ve Dimne
- Edebu’l Kebir
- Edebu’s Sağir
- Risaletu’s Sahabe
Cabiri, ibn Mukaffa’nın edeb ünvanı taşıyan her iki kitabındaki konuları üç kavrama odaklayarak özetlemeye çalışmıştır. Bu kavramlar;
- Sultana itaat,
- Sultanın ahlâkı,
- Kâtibin ahlakıdır.
Daha sonra değişik konuları ele alan edeb kitaplarını inceleyerek kisra tarzı itaat değerlerinin popüler hale gelişini tespite çalışmıştır. Konuyla ilgili İbn Kuteybe’nin “Uyunu’l Ahbar” ve ibn Abdi Rabbih el-Endelusi’nin “İkdu’l Ferid” adlı eserlerini incelemiştir. Bu iki kitabı sonraki edeb kitaplarının numuneleri olarak değerlendirmiştir. Sonraki asırlar için, Şihabuddin Muhammed b. Ahmed el-Eşbihi (vefatı 850)’ye ait “el Mustatref fi Kulli Fennin Mustazref” ve el Kalkeşendi (vefatı 821)’ye ait “Subhu’l İşa fi Sınaat-il İnşa” kitaplarını araştırma konusu yapmıştır.
Cabiri’ye göre önceki ve sonraki tüm bu kitaplar, Kisra tarzı saltanat değerlerinin sunumunu içermektedir. Kitapların içeriği, sultana mutlak itaat, itaat kavramını halk katmanlarına benimsetmek, din, itaat ve sultan kavramlarını aynı eksende ele almak gibi konulardan oluşmaktadır. Örneğin Uyunu’l Ahbar kitabı incelendiğinde şu konuları içerdiği görülecektir.
1. Sultan bahsi
2. Savaş bahsi
3. Şiir bahsi
4. Karakterler ve Ahlak bahsi
5. İlim bahsi
6. Zühd bahsi
7. Kardeşler bahsi
8. İhtiyaçlar bahsi
9. Yemek bahsi
10. Kadınlar bahsi
Cabiri’ye göre bu tertip, saltanat değerlerinin ve itaat kavramının merkezi değer olarak ele alınmasının bir ifadesidir.
Tüm bunlar, Salim, Abdulhamid el Katib ve Abdullah b. Mukaffa’ gibi şahıslar aracılığıyla İran geleneğinin ve bölgedeki diğer geleneklerin İslam kültürüne sızma çabasından başka bir şey değildir. Bu durum Emevi ve Abbasi sultanlarının işine gelmiş, tebayı itaat altına alma ve saltanatlarını güçlendirme amacıyla özellikle İran geleneğinden istifade yoluna gitmişlerdir. Süreci gözlemlemede edeb kitaplarına göz atmak yararlıdır. Ancak Kisra tarzı saltanat değerlerinin İslam kültürüne ne miktarda katıştığını edeb kitaplarından öğrenmek mümkün değildir. Peki, niçin fıkıh kitaplarından istifade etmeyelim? Fıkıh, ümmetin genelini ilgilendiren konuları tespit noktasında edebe nazaran daha tercih edilen bir alandır. Diğer yandan ümmetin genel hayat tarzını ortaya koymada fıkıh kaynaklarına başvurma, araştırmacıların sürekli izlediği bir yöntemdir. Muhammed Bakır es-Sadr, eski ekonomik hayatı, fıkhî fetvalar üzerinde araştırmalar yaparak ortaya koymuştur. Bugün bile birçok araştırmacı, toplumsal hayatın dinamiklerini ortaya koymada şer’i mahkeme fetvalarını esas almaktadır.
Fıkıh kitaplarına müracaat ettiğimizde yöneticinin göreve geliş şartlarını, isyan ve isyancılar karşısındaki konumunu, yöneticiye karşı ayaklanmanın koşullarını vs. sorgulamak durumundayız. Peki, bu sorgulamadan bulacağımız nedir? Burada, yöneticinin göreve geliş şartlarının en önemlilerini buluruz: Adalet ve ictihad. Fakihler, yöneticinin göreve devamını adalet şartına bağlamışlardır. “Ahkamu’s Sultaniye”sinde Maverdi, adalet şartından bahisle der ki:
“İmamın adaletine yönelik bir cerh (eleştiri), fısk olarak şehvet ve şüpheyi akla getirir. Şehvet, fizyolojik bir hadisedir. Mahzurlu fiilleri işlemek, münker işlere yönelmek ve hevaya boyun eğmektir. Şehvete yönelmek fısktır, imamet akdini engeller ve devamına mani bir durum oluşturur. Böyle bir durumda imamet makamındaki kimsenin imamlığı düşer. Eğer adalet vasfını tekrar kazanırsa imamete dönüşü ancak yeni bir akid ile gerçekleşir. Bazı kelamcılara göre, adalet vasfını kazanırsa velayetin genelliği ve yeni bir bey’at almanın yol açacağı zorluk nedeniyle görevine kaldığı yerden devam eder, yeni bir akid ve bey’ata gerek yoktur.”
Adaleti gideren ikinci özellik olan şüphe, itikatta te’vile yol açan bir durumun varlığıdır. Buradaki te’vilden kasıt, sahih itikadın hilafına bir durumdur. Alimler bu konuda ihtilafa düşmüşlerdir. Kimi alimlere göre, şüphe imamet akdini ortadan kaldırır ve devamına manidir, şüphe ile birlikte imamet son bulur. Zira “bir kimse hakkında te’ville ya da te’vilsiz küfrüne hüküm vermek söz konusu olabiliyorsa, fısk için de durumun böyle olması gerekir.” (shf. 17)
Yönetime İsyan ve Koşulları
Kuveyt Fıkıh Ansiklopedisi isyan (bağy) ve isyancılar (buğat) kavramlarını şöyle açıklıyor: “Şafii’ye göre isyan, bir kınama ifadesi değildir. Zira isyancılar, itikadlarına göre caiz olan bir te’vile dayanarak muhalif olmuşlardır. Fakat bu, onların hata etmiş oldukları gerçeğini değiştirmez. Ehliyet ve ictihad koşullarını taşıdıkları sürece bir tür özür sahibi olarak değerlendirilirler.“
Yine denir ki: “İsyancıların kınanması konusunda gelen nakiller, isyan veya fısk kavramları dolayısıyla fakihlerin kimi yerde onlar hakkında sarfettiği sözler, içlerinden ehliyet ve ictihad niteliklerini taşımayanlara veya herhangi bir te’vile sahip olmayanlara hamlonulur. Te’vil sözkonusu olursa hüküm kesinlikle geçersiz hale gelir.” (Cilt 8, shf. 132)
Fıkıh ansiklopedisi isyanın gerçekleşme koşullarını şöyle açıklamaktadır: “İmama karşı ayaklanmaları eğer zulmü defetmek gibi haklı bir gerekçeye dayanırsa, bu kimseler isyancı olarak nitelenmez. Bu durumda imamın yapması gereken, bir an önce zulümden vazgeçip bu kimselere adalet ölçüleri içinde davranmaktır. İsyancılara karşı zalim imama destek vermek doğru değildir. Zira bu zulme yardım ve yataklık etmeye girer. Aynı zamanda isyancılara da yardım etmemek gerekir. Böyle bir yardım, toplum içinde kargaşanın daha geniş bir alana yayılmasına neden olur. Allah (c.c), fitneyi uyandırana lanet etmiştir.” (Cilt 8, shf. 133)
“Adaletten ayrılma konusuna gelirsek, bu fıskın ta kendisidir. Bu durum, mahzurlu fiilleri işlemek, münker işlere yönelmek ve heva ve şehvet duygularına boyun eğmektir.” (Cilt 8, shf. 6188)
Dr. Vehbe Zuheyli, “İslam Fıkhı ve Delilleri” adlı eserinde yöneticiye itaat gerekmeyen durumları şöyle sıralamaktadır. “Kat’i ve sabit olarak İslam’ın temel esaslarıyla çelişen bir ma’siyetin ortaya çıkması durumunda kula itaat gerekmez. Bunun delili Peygamber (sav)’in şu sözleridir. Allah’a isyan söz konusu olursa kula itaat edilmez. İtaat, ancak doğru işlerde olur. Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez.” (Cilt 8, shf. 6192)
Vehbe Zuheyli, zalim yöneticiye karşı ayaklanmayı caiz gören İbn Hazm’dan şunları aktarıyor.
“İbn Hazm, ayaklanmanın caiz olduğu görüşündeydi. Ona göre fasık ve zalim bir yöneticiye isyan etmeyi caiz gören hadisler, sabrı emreden hadisleri neshetmiştir. Sabrı emreden hadisler, İslam’ın ilk yıllarına aittir. Aynı zamanda usul açısından tahrim ifade eden deliller, mübahlık bildirenlerle bir çelişki arzederse tahrim ifade edenler tercih edilir. Delili de şu ayettir; “Eğer iki mü’min grup savaşırlarsa aralarını bulun. Biri diğerine haksızlık yapmaya devam ederse Allah’ın emri yerine gelinceye dek haksızlık yapanlara karşı siz de savaşın.” (Hucurat 949) Müslümana düşen, münker olanın izalesidir. Allah’a isyan durumunda itaat ortadan kalkar. Malı ve dini için, bir de haksız yere öldürülen kimse şehittir.” (Cilt 8, shf. 6196)
Konuyla ilgili fıkıh hükümlerini aktardıktan sonra şimdi soralım. Arap-İslam kültürünü tüm yönleriyle ortaya koyma bakımından edeb kitapları mı yoksa fıkıh kitapları mı doğru kaynaktır?... Şüphesiz fıkıh kitapları daha doğru kaynaktır. Cabiri’nin iddia ettiği gibi Arap-İslam kültürünü İran geleneği ele geçirmiş olsaydı, fıkıh bu durumda ilk işgal alanı olurdu. Arap-İslam kültürünün en geniş ifade alanı fıkıhtır ve uzmanların nitelediği gibi “ümmetimiz fıkıh ümmetidir”.
Yöneticiye itaat konusunda Arap-İslam kültürünün İran geleneğinin egemenliği altında olmadığının bir diğer kanıtı, zalim ve fasık da olsa sultana itaat edilmesine cevaz verseler bile fakihlerin bu itaati mutlak görmeyişleridir. Mukabilinde bir adil yönetici mevcutsa ve bir kargaşaya yol açma ihtimali görünmüyorsa, aynı fakihler, zalim olana karşı ayaklanma çağrısı yapmaktan geri durmamışlardır. Tıpkı mazlumların ayaklanması söz konusu olduğunda zalim sultana destek vermeme örneğinde olduğu gibi.
Cabiri’ye Göre İslam Ahlakının Merkezi Değeri Salih Amel ve Maslahattır
Yine Cabiri’nin beyanına göre İran kültür mirasının merkezi değeri “itaat yaratmak”tır. Yunan kültür mirası “mutluluk yaratmak” üzerine kurgulanmıştır. Cahili Arap geleneğinin eksen aldığı merkezi değer ise “yiğitlik”tir. Cabiri’ye göre, İzz b. Abdusselam (vefatı 660) salih ameli işaret edene dek Kur’an ahlakındaki merkezi değere ilişkin bir tespit olmaması esef edilecek bir konudur. İzz b. Abdusselam, İran ve Yunan kültürlerinden ayrı olarak İslam ahlakının inşasında Kur’anı referans olarak almaktadır. İzz b. Abdusselam’ın ortaya koyduğu Kur’an’ın ahlak tasavvurunda Cabiri’ye göre bir noksanlık vardır: Siyasetin dışarıda bırakılması. Ancak ona göre “Siyasetu’ş Şer’iyye” adlı eserinde itaat konusunu eksene almak suretiyle bu açığı ibn Teymiyye tamamlamıştır.
Salih amel ile maslahat arasında bir eş anlamlılık oluştururken Cabiri’nin salih amel kavramının anlam derinliğini gözden kaçırdığı görülmektedir.
- “Arap Etik Aklı” adlı kitabının yirmi üçüncü bölümü, “Maslahat İslam’da ahlak ve siyasetin esasıdır” adını taşır.
- Yine bu bölümün altıncı paragrafında “ Salih amel ahlakı veya maslahat ahlakı” (shf. 615) demektedir.
- Paragrafın sonunda ise şu cümleler mevcuttur. “Anahat ve Görünümler: Farzlar-sünnetler, haramlar-helaller açısından iman edenlerin davranış muhasebesiyle yetinin. Fakihlerin ve kelamcıların meşgale edindiği asıl amaç olan salih ameller ve maslahat sözkonusu olunca susun. (shf. 620)
Akla gelen soru şu: Cabiri’nin az önceki ifadelerindeki salih amelden maslahata intikalin doğruluğu ve ikisinin eş değer tutulması ne ifade etmektedir? Salih amel ve maslahat farklı kelimelerdir. Salih amel, İslami kurallar ile çerçevesi belirlenmiş bir kavramdır. Salih amel kapsamı içindeki tüm davranış ve tutumlar, İslam’ın helal dairesi içinde kalmak durumundadır. Burada niyetin yönü, Allah’ın rızasıdır. Bu nedenle İslami kuralların belirlediği alanda geçerli, özel bir kavramdır. Maslahata gelince, alım-satım işlerinde Müslümanların maslahatı vardır. Ancak hem alım hem de satımın haram olan türleri mevcuttur. Mesela ne şekilde olursa olsun Müslüman bir kimsenin içki satışı caiz değildir. Alım-satımına faiz bulaştırması da böyledir. Şimdi soru şu: Cabiri, neden bu iki farklı kavramı eş anlamda kullanıyor? Kabule şayan görüş, ümmet geneline batı medeniyetinin lütufta bulunduklarını kavrama kolaylığı sağlamak ve demokrasi, özgürlük ve milliyetçilik gibi batıya ait kavramları kolay aktarabilmek olmalı.
İslam Ahlâkında Merkezi Değer Kulluktur
Doğrusu şu: İslam ahlakında merkezi değer “kulluk”tur. Salih amel ya da maslahat değildir. Peygamber (sav)’in insanları çağırdığı ilk esas da budur. İslam ahlakının merkezi değeri, kelime-i tevhidde ifadesini bulur: “La ilahe illallah”. Geçmiş peygamberler de insanları ilk önce aynı değere çağırmışlardır. Nitekim ayet-i kerimede “Senden önce hiçbir peygamber yollamış değiliz ki ona şöyle vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilah yoktur. Ve böylece bana ibadet edin.” (el Enbiya 2521)
Kulluk kavramı, Allah’ı bilen bir aklı gerektirir. Yüce ahlakın tümü; gözüpeklik, cömertlik, hayata pozitif bakma, başkasını kendi nefsine tercih… Hepsi, Allah’ı bilen bir akıl ve Allah ile dolu bir kalpten fışkırır. Bütün bu niteliklerle donanmış kul, her daim Allah’ı tesbih eden kâinattaki tüm varlıklarla uyum içerisinde olur.
Sözün özü: Cabiri, “Arap Etik Aklı” adlı kitabında birçok yerde doğrudan uzaklaşmıştır.
1. Kisra tarzı saltanat değerlerinin Arap-İslam kültürünü tamamen etkisi altına almış olduğunu söylemesi.
2. Kisra tarzı saltanat değerlerinin etkisini ölçümlemede edeb kitaplarını kıstas alması. (Fıkıh kitaplarının bu iş için daha doğru bir seçim olacağını ifade etmiştim.)
3. Arap etik zihniyetinin merkezi değeri olarak salih amel ve maslahat kavramlarını öne sürmesi. Doğrusu, bu kavram “kulluk” olmalıydı.
* Mısırlı ünlü Müslüman düşünür ve yazar.
Bu makale Süleyman Şahin tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
Yazarın diğer makalesi için tıklayın:
İslami cemaatler üzerine bir değerlendirme
SON VİDEO HABER
Haber Ara