Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Saadet'i bekleyen tehlike

Saadet Partisi Kongresi, Millî Görüş geleneğini, oradaki iktidar asabiyesinin konumunu, Türkiye'nin yaşadığı değişimi anlama bakımından derslerle doluydu.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-07-28 11:57:00

Saadet'i bekleyen tehlike
Naci Bostancı*

Barajın hayli altında oy oranına sahip bir partinin kendi iç hikâyesinin ötesinde Türkiye için önemli veriler sunan bir kongre gerçekleştirmesini anlamak için geçmişe gitmek gerekir.

Saadet Partisi dediğimizde hemen akla Fazilet, Refah, Selamet ve Nizam Partileri gelir. Millî Nizam Partisi bu zincirin ilk halkası olarak altmışlı yılların sonlarında ortaya çıkmıştı. Onun cerbezeli lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Almanya'da eğitim almış bir mühendis olarak siyasete girdiğinde, kariyerini iki alanda oluşturdu. O zamanlar "motor" bile yapamayan Türkiye'ye özgüven aşılamaya çalıştı, kalkınma ve gelişmenin dinamiğini fabrikalarda gördü. Niçin azgelişmiş bir ülkeyiz, niçin refahımız engelleniyor, sorusuna, "çünkü hasımlarımız var" diyenleri haklılaştıran bir yaklaşımla, sanayileşmemizin imkânsızlıktan değil entrikalardan kaynaklandığını anlattı. Sanayileşmek, oyunları bozmak anlamına geliyordu. Kariyerini yaptığı ikinci alan ise, siyasetle İslam arasındaki bağları tesiste oldu. İslamcı bir siyaseti merkez partilerinin içinde bir renk olarak düşünen çevre ile bunun muhakkak meydan okuyucu bir anlayışla ve radikal yöntemlerle yapılması gerektiğini söyleyenleri dikkate almayıp, düzenin kuralları içinde İslamcı bir siyasetin imkânlarını tecrübe etti.

Doğrusu her iki yaklaşımın da Türkiye'nin toplumsal, iktisadî ve siyasî hayatında kalıcı etkileri oldu. Türkiye, bir süre ağır sanayiyi önemsedi, temelleri Erbakan tarafından atılan birçok fabrika faaliyete geçti. Erbakan'ı hayalcilikle suçlayanların kimileri yanıldıklarını gördüler. Her şey hayal etmekle başlar, diyen romantik ilke, Erbakan'ın ağır sanayiye yönelik ilgisinde bir kez daha kendisine karşılık buldu. Elbette bu yaklaşımı bilginin ve hizmet sektörünün öne çıkmadığı yetmişlerin şartlarında değerlendirmek gerekir. Erbakan'ın ikinci etkisi ise, İslamî değerlerle toplumsal elitleri buluşturmasında yaşandı. İslam ve onun pratikleri denildiğinde muktedir bürokratlar, elitler akla gelmezdi. Cuma namazına gitmek, oruç tutmak aydınlanmadan nasiplenmemiş alt sınıflara ait görülürdü. Zamanla anlaşıldı ki İslam'ı alt sınıflara hapseden dinamik olağan şartlar değil sistematik laikçi yaklaşım. Bu kırıldı.

Erbakan'ın, "Millî Görüş" adını verdiği ve ruhanî bir vecd ile halelendirdiği davası, Türkiye'nin değişen sosyal zemininde heyecanla karşılandı. Öteden beri kültürel ve ekonomik alanda canlanmaya çalışan İslamî eğilim kendisine "iktidar ilişkilerine daha pratik bir şekilde müdahil olabileceği" yeni bir mecra buldu: Siyaset. Kimlik, yerlilik, millîlik, İslam, kapitalizm, sosyalizm gibi temel konular, Millî Nizam siyasetinin repertuarında pratik siyasetle buluştu. Artık sonu gelmez entelektüel tartışmalar yerine gerçek hayatta sonuçlar doğuracak bir araç söz konusuydu. Nasıl bir toplum ve ekonomik yapı mı hayal ediyoruz? Cevap: Millî Görüş'ün iktidarında hepsi görülecektir. Elbette bu sorunlar siyasetin sihirli eline teslim edilirken bunu gerekçelendiren bir anlatım, senaryo yavaş yavaş inşa edildi, gelişip büyüdü. (Erbakan doksanlı yıllarda bile altı yüz profesörün Millî Görüş üzerine çalıştıklarını ve kapsamlı bir programı ortaya koyacaklarını söylüyordu.)

Her dava yol arkadaşlarıyla sürdürülür. Erbakan da kendisine birlikte yürüyeceği ve tam bir güvenle bu yolculuğu gerçekleştireceği arkadaşlar edindi. Hiçbir insanî ilişkinin sadece "siyasetten" ibaret kalmayacağı, beraberinde karmaşık bağlar getireceği muhakkaktır. Burada da öyle oldu. Gündelik hayatın başka alanlarına da uzanan bağlar, bu çekirdek asabiyeyi birbirine yaklaştırdı, bir kader ortaklığı inşa etti.

YAŞANANLAR MİLLİ GÖRÜŞ DAVASINA ZARAR VERMEMELİ

Aynı çizgideki beş partinin ismi bize şunu söyler: Her dönem birileri bu partileri kapatmış, sonra yerine yenisi kurulmuş. Ama toplumsal karşılığı olduğu, yönetici elitleri mihmandarlığa devam ettikleri için yolculuk da sürmüş. Şartlar farklı da olsa partilerin kapatılma gerekçeleri aynıydı: İslamcı karakter. Millî Görüş'ün laikçi hasımları Erbakan'ın yürüttüğü siyaseti bir tehdit kaynağı olarak görseler ve her kapatma kararında bir bayram havasına kapılsalar da önemli bir hususu atlıyorlardı. Bu siyaset, çevreden gelen güçlü sosyal dinamikleri maceracı bir İslamî eğilim yerine siyasetin gerçek şartlarında dünyevileştiriyor, ayakları yere basan bir yaklaşımın faillerine dönüştürüyordu. Bunun yanında bir başka husus ise, siyasetin kendini merkeze almasının getirdiği bir karakteristikti. Artık İslamî tahayyül sözlerini oluştururken siyasetin önceliklerini ve gereklerini dikkate almak, böylelikle kayıtlı şartlı bir yolda yürümek zorundaydı. Davaya, yani Millî Görüş'e zarar verilmemeliydi.

Doksanlı yılların Türkiye'sinde özellikle 94 mahalli seçimleriyle birlikte Millî Görüş önemli bir dönüşüm yaşadı. Saf İslamî retorik liberalleşti, demokratikleşti, ötekilerle ilişkiler, dönüştürmek yerine birlikte yaşamak esasında yeniden şekillendirildi. Bunun faydası, 94'teki mahallî seçimlerde elde edilen olağanüstü başarıyla ve 95 seçimlerinde ise iktidarın büyük ortağı olmakla görüldü. Artık Millî Görüş gelenekçilikten yenilikçiğe doğru evriliyordu. 28 Şubat süreci bu geçişe mani oldu, ayrıştırıcı bir rol oynadı, Refah'ın yerine kurulan Fazilet Partisi ikiye bölündü. Yenilikçiler başka toplumsal kesimlerle de ittifak yaparak AKP'yi kurdular. Fazilet'te kalanlar adeta bir regresyon duygusuyla "yeniden ahlak ve maneviyat" dediler. Erbakan ise, sınavlarla itibar kazanmış güçlü kimliği, yakın yol arkadaşlarıyla oluşturduğu iktidar asabiyesi ile birlikte kalanlar üzerindeki vesayetini sürdürdü, yoluna devam etti.

Cerbezeli liderlerin dramı, davalarıyla kurdukları simbiyotik ilişkidir. Ancak insanın fani siyasi ideallerin ise aşkın niteliği bu simbiyotik ilişkinin bir yerde sonlandırılmasını gerektirir. Kılık değiştirmiş hanedanlık ihyası vesayetçi karakteriyle çok sevimsizdir. Saadet kongresinde Erbakan soyadlarının öne çıkması bu durumu hatırlatır bir gelişme oldu.

Numan Kurtulmuş, zor bir kongre ile tekrar genel başkan seçildi. Onunla birlikte Millî Görüş'ün yenilikçi yüzü öne çıktı. Ancak simbiyotik ilişkinin sahipleri bu durumdan memnun değiller. Onlar kamuoyunun hanedanlık olarak okumasını engelleyecek gerekçeleri varsa bunları aktarmada son derece başarısız olarak yeni bir kongre toplamak ve Kurtulmuş'u oradan indirmek istiyorlar. Bu doğrultuda bir iç mücadele verilir ve bunda başarıya ulaşılırsa artık kimsenin mücadele etmesine gerek kalmayan bir siyasi parti ortaya çıkacaktır. Genel başkanlık yapmış, kongrede yeniden seçilmiş bir kişiye tahammülü olmayanlar acaba başkalarını o partiye hangi sözlerle çağıracaklar, hangi kardeşlikten bahsedeceklerdir? Üstelik böyle bir gelişme Erbakan'ın uzun yıllar boyunca oluşturduğu karizması bakımından da hazmedilmesi güç bir final olacaktır.

Halka mal olmuş her dava kaçınılmaz olarak demokratik bir karakter taşır. Bu karakter ise sadece ilgili siyasete popülerlik üzerinden güç kazandırmaz, aynı zamanda onun "elitlerin siyaseti" ile yönlendirilmesini de zorlaştırır. Dar alanlarda yürütülen siyasetin büyüleyici ama o ölçüde gerçek dünyadan koparıcı iklimine teslim olunmaksızın gerçek toplumsal şartlara dayalı bir akılla davranılması hem Saadet'in hem de Türkiye'nin çıkarına olacaktır.


Zaman

Haber Ara