Obama’nın “U” Dönüşü
Başkan Obama’nın İsrail’le kur yapması ABD’nin Ortadoğu politikasındaki büyük “U” dönüşüne işaret ediyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-07-23 16:52:00
ABD ve müttefiklerinin enerji ihtiyacını karşılayan petrol hasebiyle Ortadoğu Amerikalıların ilgi alanlarının başında geliyor. Bu petrol kaynaklarının kesintiye uğramaması için bölgede istikrarın sürdürülmesi gerekiyor. İstikrarın korunabilmesi içinse mevcudiyetini Amerika Birleşik Devletleri’ne dayayan totaliter rejimlerin ayakta kalması gerekiyor. Ayrıca bölgedeki mevcut yönetimlerin korunması ABD savunma endüstrisine önemli pazarlar sağlıyor.
Süveyş Krizi’ni müteakiben ilan edilen Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu’nun güvenlik sorumluluğunu İngiltere’den devraldığı günden buyana ABD, Cemal Abdülnasır ve Sovyet destekçilerinden tutun da Saddam Hüseyin ve Usame Bin Ladin’e kadar Ortadoğu’da bölgesel istikrarı ve dolayısıyla petrol tedarikini tehdit edebilecek her kim varsa bertaraf etme mücadelesi verdi.
Amerika’nın bölgede takip ettiği bu stratejide İsrail’in zaman zaman değişen farklı rolleri oldu. İsrail bazen bir şans bazen de bir yük olarak algılandı. Mutlu anlarda ABD “özel ilişkileri” ve “ ortak değerleri” ön plana çıkarırken, kötü zamanlarda Washington yönetimi İsrail’i önceleri Dimona nükleer reaktörü, sonraları da yerleşim birimleri gerekçesiyle topa tuttu. Aslında bu tutum ABD açısından normal, zira Washington yönetimi aynı tutumu Çin ve başka ülkelere karşı da sergilemekten kaçınmıyor. ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı Çin’i yanına çekme ihtiyacı duyduğunda, Mao’nun insan hakları ihlalleri ve Tayvan görmezden gelinmişti. Oysa Çin ABD açısından ekonomik bir tehdit oluşturduğunda ise, Washington Tayvan’a silah sattığını ilan etti, Dalai Lama’yı resmi olarak ağırladı ve Pekin’de sansürün uygulandığını belirtip ülkede rejim muhaliflerine işkence yapıldığını dile getirdi.
ABD açısından Tayvan ve Tibet’in Çin’le ilişkilerde oynadığı rolü İsrail ilişkilerinde yerleşim birimleri oynuyor. Sürekli varlığını koruyan bu sorunlar ihtiyaca göre ön plana çıkarılıyor ya da görmezden geliniyor. Söz gelimi Amerikalılar İsrail başbakanına mı kızdılar? Hemen Şeyh Cerrah ve Yitzhar’dan bahsetmeye başlayıveriyorlar. İsrail’e ihtiyaçları var ya da barış sürecinde bir parça sözde gelişme kaydedilmesi mi icap ediyor? Hemen Judea ve Samarya (Batı Şeria) planlama komisyonuna destek vermeye başlayıveriyorlar.
Obama göreve ilk geldiğinde ABD’nin Ortadoğu’da nüfuz kaybettiğini düşünüyor ve bu nedenle bölgesel güç konumundaki İran’la etki paylaşımı hususunda bir uzlaşıya varmayı umut ediyordu. Bu minvalde Obama, şapkasından yerleşim birimleri sopasını çıkardı ve İsrail’le arasına mesafe koymayı tercih etti. Ancak bu plan tutmadı ve İranlılar Obama tarafından uzatılan eli havada bıraktı. Üstelik Arap devletleri de Filistin mevzusunu görmezden gelerek, kendileri açısından önceliğin İran’ın bölgede nüfuz kazanmasının önlenmesi olduğunu açıkça ortaya koydular. Keza Birleşik Arap Emirlikleri’nin Washington büyükelçisinin geçen hafta katıldığı bir konferansta sarf ettiği şu sözler de Arap devletlerinin tehdit algısındaki öncelik sıralamasını gözler önüne seriyor: “Saldıran kim olursa olsun İran’a yapılacak askeri bir saldırı felakete yol açabilir. Fakat elinde nükleer silah bulunan bir İran daha büyük bir felaket anlamına gelir.”
Arap devletlerinin tehdit algısındaki öncelik sıralaması Obama’nın İsrail’e yaklaşımındaki dönüşümün nedenini teşkil ediyor. “İsrail’e yüklenip Müslümanların takdirini almak” yerine, İran’a karşı takınılan tavırda sertleşmeye gidiliyor. Tahran’a karşı uygulanan yaptırımlar ağırlaştırılıyor ve eleştirilerin dozajı artırılıyor. Üstelik Kahire ve Riyad yönetimlerindeki muhtemel değişimler neticesinde yaşanmasından endişe edilen istikrarsızlığın başka bir seçenek bırakmaması nedeniyle İsrail ABD yönetimi için bir yük olmaktan çıkıp dostluğu aranan bir ortak haline geliveriyor.
İsrail ordusuyla da işbirliği artırıldı ve Amerikalılar eskiden sergiledikleri İsrail ordusunu küçümseme eğiliminin aksine bugün aynı orduyla yürütülen işbirliğine dikkat çeker oldu. İsrail Washington’da öyle bir noktaya çıkarıldı ki, savunma alanındaki ortaklığa övgüler yağdırmakla yetinmeyen Shapiro iki eski devlet başkanı John Adams ve oğlu John Quincy Adams’ın Herzl’den onyıllar önce bir Yahudi devleti kurulmasına destek verdiklerini söylemeye kadar götürdü işi. Meğerse Siyonizm Beyaz Saray’da doğmuş da bizim haberimiz yokmuş!
Tüm bu dönüşüm ve değişim dikkate alındığında Başbakan Benyamin Netanyahu’nun diplomatik bir zafere imza attığı görülüyor. Zira ilk görüşmelerinde Netanyahu Obama’yı İran tehdidinin aciliyeti konusunda ikna etmeye çalışmış, buna karşın Obama ise Doğu Kudüs’te yerleşim faaliyetlerinin durdurulmasını talep etmişti. Oysa şimdi Netanyahu ile aynı karede poz veren Obama, “geçtiğimiz 18 aylık süre zarfında İran’ın nükleer programı benim dış politikadaki bir numaralı önceliğim olmuştur” ifadesini kullanıyor ve üstelik yerleşim faaliyetlerinin adını bile anmıyor.
Obama’daki dönüşüm elbette karşılıksız değil, zira Netanyahu da bir yıl içerisinde soruna kesin çözümün bulunacağı taahhüdünde bulunuyor ve İran’a yapılacak saldırının İsrail’in vereceği tavizlerde karşılık bulacağını ima ediyor. Üstelik bir de İsrail ile ABD arasında yaşanan ikinci bahar gelecek kongre seçimlerinde Obama ve partisine oy olarak geri dönerse, işte o zaman Obama açısından iki ülke arasındaki uzlaşı misyonunu tamamlamış olur.
Çeviren: Mustafa Kuşcu
Ekopolitik
SON VİDEO HABER
Haber Ara