Afgani hakkında iki önemli makale
Timeturk, Sibiryalı meşhur Müslüman düşünür Abdürreşid İbrahim ve milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un 19. yüzyıla damgasını vurmuş ünlü düşünür Cemaleddin Afgani hakkındaki makalelerini ilk kez yayımlıyor...
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-07-22 00:14:00
Timeturk, 19. yüzyıla damgasını vuran ünlü Müslüman düşünür Cemaladdin Afgani hakkındaki iki mühim makaleyi ziyaretçileri için neşrediyor. Sibiryalı meşhur Müslüman düşünür Abdürreşid İbrahim ve milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Cemaleddin Afgani hakkında kaleme aldıkları yazıların bu alanda çalışma yapanlara bir katkı sunacağına inanıyoruz.
Afgani kimi yazarlar tarafından mason, Vahhabi, dinsiz, Şii ve modernist diye suçlanırken, son Uşşaki şeyhlerinden Hüseyin Vassaf (1872-1929) gibi yazarlar da “Sefine-i Evliya” (Veliler Gemisi) adlı kitapta Afgani’yi tasavvuf şeyhi bir veli olarak tanıtmaktadırlar. Çok zor şartlar altında İslam dünyasını ve batıyı baştan aşağı gezen Afgani hakkında yazılanlarla sizi baş başa bırakıyoruz…
Cemaleddin Afgani kimdir?
1838’de Kabil yakınında bulunan Es-Abat’ta doğan Cemaleddin Afgani, 1897 yılında İstanbul’da vefat etti. El-Urvetu’l Vuska dergisindeki yazıları ve Dehriyyun’a Reddiye adlı kitabı dışında günümüze kitapları ulaşmayan Afgani’nin bazı kitaplarının kayıp olduğu belirtiliyor. Hıristiyanlığa reddiye olarak kaleme aldığı çok önemli bir kitabının kayıp olduğu bildiriliyor.
18 yaşına kadar Kâbil’de kalan Afgani, ilk eğitimini önemli bir kişilik ve alim bir zat olan babası Safdar’dan aldı. 1857 yılında hac maksadıyla çıktığı seyahatte Hicaz, Mısır, Yemen, Türkiye, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi birçok ülkeyi gezdi. Bir yıl süren bu seyahatten sonra Afganistan’a geri döndü. Bu sırada Afganistan’da, vefat eden Dost Muhammed Han yerine Muhammed A’zam geçince baş vezir oldu. İngilizlerin entrikasıyla Muhammed A’zam, iktidarı Şir Ali’ye kaptırınca Hindistan’a geçti. Burada kendisine gösterilen büyük teveccühten ve faaliyetlerinden rahatsız olan İngilizler Afgani’yi Hindistan’ı terke zorladılar. O bunu da vesile yaparak Hindistan halkına şöyle seslendi: “Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız, vızıltınız İngilizler’in kulağını sağır ederdi! Ey Hintliler! Sizler su kaplumbağası olsaydınız İngiltere adasını yerinden söker denize batırırdınız!”
1870 yılı başlarında Mısır’a geçip burada 40 gün kaldıktan sonra İstanbul’a hareket etti. Kendsinin İstanbul günleri başlangıçta çok sıcak ve samimi idi. Ancak çok kısa bir süre sonra başlayan kıskançlıklar ve şüpheler onu İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Burada kaldığı süre içerisinde Afgani, Meclis-i Kebir-i Maarif’e üye olmuş ve halka açık konferanslar vermiştir.
Sultan II. Abdülhamid döneminde yedi defa Sadrıazamlık yapan Sait Paşa, hatıratında konuyla ilgili şunları yazar; “Cemaleddin Afgani, ilk defa memleketimize, Sultan Aziz’in saltanatının ilk senesinde, Ali Paşa’nın Sadrıazamlığında gelmişti. O zaman ancak otuz-beş yaşlarında imiş. Buna rağmen, şöhreti bütün İslam aleminde makam ve hürmet temin edecek kadar itibarı temsil ediyordu. O yaşta, Afganistan’da mühim vazifelerde bulunmuş, fakat dahili harbler dolayısıyle, Mısır ve Hindistan’a gitmiş, buradan Fransa ve İngiltere’ye uzanmış, Paris’te, “İslam Dünyasına Açık Mektub”unu neşrederek şahsının kıymeti üzerinden dikkati bir anda çekmiştir. Bu uzun mektupta, İslamiyet’in çok esaslı ve selahiyetli tahlili ile beraber, bütün dünya Müslümanları’nın manevi ve maddi birliğine ait fevkalede pratik tavsiyelerde bulundu. O zaman Hariciye Nazırı olan Keçecizade Fuad Paşa, Sadrıazam Ali Paşa’yı ikaz etmiş ve Cemaleddin İstanbul’a davet edilmişti. Ali paşa, bu genç alimi (Tanzimat’ın Akademisi olan) Encümen-i Daniş’e aza yaptı. Daha sonra Darülfünun’da (Üniversite) konferans şeklinde derse başladı.”
Afgani bilahare Mart 1871’de İstanbul’dan Mısır’a geçti. Burada ikamet ettiği sekiz yıl içerisinde Mısırlı aydınlar üzerinde büyük fikri ve siyasi etkisi oldu. Edipler, yazarlar ve siyasetçilerden birçokları talebesi oldu. Bununla birlikte onun en büyük talebesi ve aynı zamanda arkadaşı, bu bölgedeki modern hareketin ikinci direği olan Muhammed Abduh’tur.
Mısır’dan tekrar Hindistan’a geçen Afgani (1879) İslâm aleminde büyük bir tehlike halinde yayılan tabiatçılık fikrine karşı Hayderabad’da Er-Red-aled-Dehriyyin (Tabiatçılığa Reddiye) isimli bir kitap yazdı.
O sıralarda Mısır’da patlak veren Urabi Paşa isyanının başarılı olması için Hindistan halkının sömürgecilere karşı isyana çağırdığı istihbaratını alan İngilizler Afgani’yi gözetim altına aldılar. Hyde Park’ta, kendi krallarına hücum eden İngiliz’e söz hakkı tanımakla övünen İngilizler’in kendisini, bir soğuk kış gecesinde bir balıkçı gemisine bindirip Fransa kıyısına bırakırlar. Burada El Urvetü’l-Vüska isimli bir cemiyet kuran Afgani, Mısır’dan talebesi ve dostu olan, o sıralarda Beyrut’ta sürgünde bulunan Muhammed Abduh’u Paris’e davet etmiştir. 1883 yılında Abduh’la birlikte bu cemiyet ismi altında bir de gazete çıkarmaya başlamışlardır. Gayeleri ise Müslümanların uyanmasını, Doğu’nun kendisine gelip sömürgecilerden kurtulmasını, İslâm ülkelerinde gerekli ıslahatların yapılmasını ve hilafetin canlanmasını sağlamaktır.
Bir süre sonra ise İngiltere gazetenin neşriyatının ve yaydığı fikirlerin kendi sömürge politikasına aykırı olduğuna kara vererek söz konusu gazetenin Mısır, Hindistan ve Osmanlı ülkesinde yasaklanması için girişimlerde bulunmuştur. Böylece ancak 18 sayı çıkan gazete kapanmıştır. 1885 yılında İran’da giden Afgani, şah ile anlaşamayarak tekrar oradan ayrılır. 1886-1889 yılları arasında Rusya’da kalmıştır. Onun Rusya yılları hakkında elimizde önemli bilgiler yoktur.
1889’da ise Şah Nasırüddin’in daveti üzerine tekrar İran’a gitmiş ise de tenkit ve ıslahat düşüncelerinde ısrar edince Şah’la yine ters düşmüştür. Bunun sonucu olarak 1890 yılının çetin kış aylarında kuvvet zoruyla İran’dan sınırdışı edilmiştir. Dinlenmek ve kendisine gelmek için bir süre Londra’da kalan Afgani II. Abdülhamid’in de daveti üzerine 1892’de ikinci defa İstanbul’a gelmiştir. Hayatının bu ikinci İstanbul döneminde Afgani geniş bir ilmi ve siyasi çevre edinmiş, II. Abdülhamid’in de teşvikiyle Sünni-Şii diyalogu ve yakınlaşması için çaba sarf etmiştir.
Çenesinde başlayan bir boğaz kanseri sonucu öldüğü iddia edilen Afgani 9 Mart 1897’de İstanbul’da vefat etmiştir. Afgani, çenesinde çıkan kanser dolayısıyla iki defa ameliyat edildi. Birinci defa ameliyatı yapan Cemil Paşa (İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuzlu) Cemaleddin’in şahsı hakkında şöyle demiştir; “İnsanı bu kadar tesiri altına alan bir başka şahsiyet tanımadım ve olamaz zannediyorum. Her mevzu üzerindeki malumatına hayran olmamak kabil değildi. Kütleleri, arkasından, istediği yolda sürüklemenin bütün hususiyetlerine tam olarak sahipti. Muazzam bir iradesi vardı. Kendisine ıztırab veren ameliyatı yaparken, mevzii anestezi ile iktifa etti. Cerrahi müdahalemiz sırasında sohbetlerine devam ediyordu.”
AFGANİ'NİN ETKİLEDİĞİ DÜŞÜNÜRLER
Cemaleddin Afgani, İslam dünyasında Şibli Numani, Süleyman en-Nedvi, Muhammed İkbal, Reşid Rıza, Tahir bin Aşur, Bediüzzaman Saidi Nursi, Mehmed Akif Ersoy, Said Halim Paşa, Ahmed Hamdi Akseki, Babanzade Ahmed Naim, Filibeli Ahmet Hilmi ve Malik bin Nebi gibi birçok Müslüman düşünürü etkilemiştir.
Bediüzzaman Said Nursi Afgani’yi İttihad-ı İslam meselesinde selefim diye tanımlayarak “siyasette muktesit meslek”i ondan öğrendiğini belirtmiştir. Cavitname adlı şiirinde Muhammed İkbal ise, Afgani’yi, kendisini ideal İslam düşüncesine ulaştıran büyük bir mütefekkir/eylem adamı olarak görür.
Abdürreşid İbrahim’in Afgani hakkındaki makalesini bize takdim eden Dr. Salih es-Samarrai’ye ve Mehmet Akif Ersoy’un makalelerini bize gönderen Mahir Kılınç’a Timeturk olarak çok teşekkür ediyoruz. Konuyu daha fazla uzatmadan sizi makalelerle baş başa bırakıyoruz;
ABDÜRREŞİD İBRAHİM'İN MAKALESİ İÇİN TIKLAYIN:
Seyyid Cemaleddin Afgani
MEHMET AKİF ERSOY'UN MAKALESİ İÇİN TIKLAYIN:
Cemaleddin Efgani ve Hasbihal
SON VİDEO HABER
Haber Ara