Cenazeye saygı
Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar bügünkü köşesinde, son zamanlarda gündeme gelen 'PKK'lıların cenazesinin yakınlarına teslim edilmemesi' konusunu işliyor. İşte Çongar'ın o yazısı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-07-13 14:09:00
O ihtiyar babanın, düşen oğlunun ardından hıçkırıklarla nasıl sarsıldığını Homeros sayesinde biliriz:
“Kollarımın arasında öleydi, ne olurdu, /
onu kara güne doğuran anasıyla /
ağlardık doyasıya, tutardık yasını...”
İhtiyar baba, Troya Kralı Priamos’tur.
Düşen oğlu, Hektor...
Hani havada bir yay gibi gerilen Akhilleus, tunç kargısını omzuyla boynunun birleştiği o yumuşak yere sapladığında hemen can vermeyen Hektor... Boğazından kan fışkırırken, son nefesinde “Babamla, ulu anam armağanlar versin sana, ama sen de onlara geri ver gövdemi” diye yakaran Hektor.
Gerisi, edebiyat tarihine geçmiş bir insanlık dersidir.
Üç bin yıllık İlyada destanı, oğlunun ölü bedenini almak için Akhilleus’a yalvaran yaslı Kral Priamos’un dileğinin yerine gelmesiyle nihayet bulur.
Tanrıların babası Zeus, diğer tanrılarla konuştuktan sonra, Akhilleus’a haber gönderip, Hektor’un cesedini ailesine vermesini emreder.
Ölülerimizi uğurlama hakkı kutsaldır zira; tanrılar, cenazeye saygı buyurur.
Ve insanı, yeryüzündeki diğer mahlukattan ayıran şey, cesetlere muamelesidir biraz da.
Kırk üç yıl önce Vietnam’da
Yıl, 1967... Yer, Vietnam. Amerikan Kara Kuvvetleri’ne mensup bir çavuş, iki Viet Kong gerillasının kesik kafasıyla, kameraya poz verir.
O fotoğraf, daha sonra Amerikan basınında yayımlanır ve o çavuş, Amerikan tarihine geçen bir askerî davada suçlu bulunur.
ABD’nin Vietnam’daki kuvvetlerinin komutanı General William Westmoreland, “Ölü bedenleri parçalamak insanlık dışıdır; bu, insan olmanın en asgari değerlerinin bile altında bir davranıştır ve bizim politikamıza tümüyle aykırıdır” demek zorunda kalır.
Westmoreland bunu söylemez ama düşmanın cenazesine saygısızlık, aynı zamanda bir savaş suçudur. Cenevre Sözleşmesi’nin 15, 16 ve 17. maddeleri, savaşta öldürülen düşman unsurların cesetlerine sahip çıkılmasını; kimliklerinin ve ölüm nedenlerinin titizlikle saptanmasını ve karşı tarafa bildirilmesini; cenazelerin insan onuruna yakışır, öldürülenlerin dinî inancına uygun ve savaş bitince, çıkarılıp ailelerine teslim edilmesini sağlayacak şekilde gömülmesini şart koşar.
11 Eylülzedelerin davası
Diane Horning Amerikalı, orta yaşlı bir kadın. Oğlu Matthew, 11 Eylül 2001’deki saldırılar sırasında, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nde can verdiğinde 26 yaşındaydı.
Aradan dokuz yıl geçti ve “Ground Zero” (sıfır noktası) denen yerde, cesedi bulunamamış kurbanların parçalanmış bedenlerini, yanıp kül olmuş organlarını da içeren tonlarca enkaz, temizlenip Manhattan’dan taşındı, Staten Island’daki çöplüğe yığıldı. Ama 11 Eylül kurbanlarının birçok yakını buna razı değil; Diane Horning de, onlardan biri...
Horning, “Münasip Bir Cenaze İçin Birleşmiş Dünya Ticaret Merkezi Aileleri” adlı derneğin kurucusu. Dernek, federal mahkemelerde hakkını arayıp sonuç alamayınca, dört gün önce Yüksek Mahkeme’ye müracaat etti. Şimdi, Amerika’nın en yüksek yargı makamı, tarihinin en yakıcı başvurularından birini inceleyecek ve, dilekçelerinde, “Yakınlarının cenazesini teslim alıp, insani ve dinî vecibelere uygun bir törenle defnetmek temel bir insan hakkıdır” diyen 11 Eylülzede ailelerin davasına bakıp bakmayacağına karar verecek.
Ve Türkiye’nin Kürtleri...
Yer, zaman ve koşullar ne kadar farklı da olsa, Troya’daki “yakarış,” Vietnam’daki “suç,” Washington’daki “dava” özünde aynı şeyi anlatıyor.
İster Zeus’un kavliyle, Akhaların yiğit oğlu Akhilleus almış olsun canını; ister Amerikan askerleri savaşta vursun; ister El Kaide militanlarının birer füzeye çevirdiği uçaklar önce kora, sonra küle çevirsin bedenini, o bedenin “kutsallığı” sürüyor.
Düelloda, savaşta ya da terör saldırısında ölen bir insanın cesedinin korunması ve cenazesinin mümkünse ailesine teslim edilmesi gerekiyor. Hem vicdani bir borç bu, hem hukuki bir zorunluluk... Ve bu, Türkiye’de devletin, vicdan ve hukuk sınavından geçemediği nice alandan biri...
Sadece 2010’un ilk altı ayında, cenazeleri yakınlarına verilmeyen otuz PKK’lı var. Bunlardan bazılarının aileleri Suriye’de ve devlet, onların haberdar edilmesi için gerekeni yapmıyor. Diğer PKK’lıların ailesi ise Diyarbakır’da, Şemdinli’de, Pervari’de... Adları belli, adresleri belli, talepleri belli... Ama ölülerini alamıyorlar. Devlet, bu ailelerin, evladına, kardeşine, eşine karşı “son görevini” yerine getirme hakkını çok görüyor.
Günlerdir, bu hak ihlalini konuşuyor Güneydoğu. Dün Diyarbakır Hazro’da, Bismil’de, Van Başkale’de, Mardin Mazıdağı’daki eylemlerde, devlete “cenazeye saygı” çağrısı yapıldı.
Ve günlerdir, PKK’lıların öldürüldükten sonra parçalanmış cesetlerinin görüntüleri dolaşıyor ortalıkta. Bu görüntüler gerçek mi? Devlet, öldürülen PKK’lıların ölü bedenlerinin parçalanmasına müsaade ediyor mu hakikaten, müsamaha gösteriyor mu?
Bu suçu, cezasız bırakıyor mu?
Bedenlerinde “savaş yarası” değil sadece; “işkence yarası” da olan PKK’lıların cesetlerini gösteren fotoğraflar var şimdi yazıişleri masamızda. Korkunç fotoğraflar... Bakmak zor; bakmamak, görmemek, yok saymak zulüm.
Bir yandan, savaşın daha da kızışmasından medet umanlar için bulunmaz bir propaganda malzemesi bu fotoğraflar. Ama araştırınca görüyorsunuz ki, hakiki ve hakikiliği ölçüsünde korkunç bir hikâyesi de var çoğunun.
Nitekim, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 2005’te Batman Beşiri’de öldürülen Abbas Emani ile iki hafta önce Gümüşhane Kelkit’te öldürülen Özgür Dağhan’ın hikâyelerini, cesetlerine “işkence” edildiğini gösteren fotoğraflarla birlikte Başbakan Erdoğan’a ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a gönderdi üç gün önce. Özgür’ün cesedine reva görülen muamelenin ayrıntısını ise arkadaşımız Burhan Ekinci yazdı bugün.
“İnsan bir hayvana bile bunu yapmaz” demiş Özgür’ün babası. Daha ne desin...
TARAF
SON VİDEO HABER
Haber Ara